Lenin’in Devlet ve Devrim’i yazdığı devrim arifesinde ve devrimin hemen sonrasında kaleme aldığı metinlere sirayet etmiş bir bilinç kendisini açıkça göstermişti: İşçilerin kapasite kazanarak devlet yönetimine katılmaları zorunluluğu.
Örneğin Nisan Tezleri’nde: Parlamenter bir cumhuriyetin değil (çünkü İşçi Vekilleri Sovyeti’nden parlamenter bir cumhuriyete dönüş, geri bir adım olacaktır), işçiler, tarım işçileri ve köylü vekilleri Sovyet Cumhuriyeti’nin tüm ülkede, yukarıdan aşağıya kurulması. Polisin, ordunun ve bürokrasinin kaldırılması.
Lenin içindevrim bir söküm işiydi. Devlet ve Devrim’in merkezine koyduğu konulardan birisi olan bürokrasinin ve ordunun kaldırılması ve yerine halk milislerinin geçirilmesi birkaç bin yıllık sınıflı toplum uzmanlaşmasının kaldırılmasına yönelik son derece radikal bir adım idi. Bürokrasinin kaldırılması da birkaç bin yıllık bir sınıflı toplumun idari aygıtının kaldırılmasıyla sınırlı bir eylem değildi. O aynı zamanda kitlelerin alışkanlıklarının ortadan kaldırılmasına yönelik bir hedef barındırmasının yanı sıra işçi ve köylülere yeni kapasiteler kazandırmaya yönelik bir pedagojik eylem içeriyordu.
İktidar ele geçirildikten ve eski devletin yerine proletaryanın devrimci diktatörlüğü kurulduktan sonra Lenin, Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı kitabında proletarya diktatörlüğünü şöyle tanımlıyordu: Proletarya diktatörlüğü, eski toplumun güçlerine ve geleneklerine karşı, kanlı ve kansız, şiddete başvuran, barışçı, askerî, iktisadî, eğitici ve idarî inatçı bir savaştır.[1] Çelişik kavramların yanı sıra proletarya diktatörlüğünün eğitici yönünün öne çıkarılması dikkate değerdir. Buradaki eğitim işçi sınıfının savaşma, yönetme, kapasiteler kazanma serüveniyle ilgilidir.
Komünist bir toplum açısından ayırt edici bir içerik olarak “özneleşme” kavramının Lenin’in çeşitli yazı ve eserlerinde kimi zaman açık, kimi zaman örtük bir şekilde vurgulandığını daha birçok örnekle zenginleştirebiliriz. Lenin’in proletarya diktatörlüğü vurgusu ile işçilerin ve halk sınıflarının yönetime katılmalarının basitçe devlet yönetimi sorunu olmadığını, bunun, geçmiş dönemlerden kapitalist topluma miras bırakılan ve kapitalist toplumda meta üretimine bağlı olarak zirve yapan şeyleşme/yabancılaşma olgularını tersine çevirecek bir özneleşme sürecinin de anahtarı olarak gördüğünü iddia edebiliriz.
Kapitalist Üretim, Şeyleşme ve “Acımasız Toplumsal Gerçeklik”
Meta dolaşımı kapitalist toplumun ayırt edici özelliğidir. İlkel topluluklardan bu yana toplulukların birbirleriyle olan etkileşimleri sonucu meta mübadelesi ortaya çıkar ve bu mübadele toplulukların içerisine etkide bulunur. Bu etki topluluğu parçalama yönündedir. İş bölümü ile zaten bazı basit uzmanlıklara ayrılan insan toplulukları basit meta mübadelesinden genel meta dolaşımına geçişle birlikte yani kapitalizmle birlikte iyice karmaşıklaşıp aracılık ilişkilerinin yerleştiği durumlarda düzenli ve nicel bir hâl alır. Lukács’ın ifadesiyle şeyleşmenin en göze çarpan karakteristiği bu olgunun insanın kendi faaliyetini, kendi emeğini insanın karşısına nesnel bir şeymiş, insandan bağımsız bir şeymiş, insana ve onun toplumsal doğasına yabancı yasalar hükmeden bir şeymiş gibi görünmesidir.[2]
Kapitalist toplumda şeyleşme/yabancılaşma çalışma sürecinin gitgide artan bir miktarda soyut-rasyonel parça-işlemlere bölümlenmesi yoluyla olur. Böylece işçinin ürettiği ürünün bütünüyle olan ilişkisi de parçalanır. Böylece harcadığı emek, kendini mekanik olarak tekrarlayan özgül bir işleve indirgenmiş bulunuyor.[3] Burada dikkat etmemiz gereken nokta ise bu süreçte bireysel özniteliklerin gitgide üretim sürecinin dışında bırakılmasıdır. Emek süreci artık insanın doğal varlığı olarak değil giderek artan makineleşme ve rasyonelleştirme/nicelikleştirme yoluyla bir çalışma görevi haline gelir.
Çalışma sürecinin bu “psikolojik” parçalanışıyla birlikte bu rasyonel mekanikleşme artık işçinin “ruh”una kadar işliyor. Çalışma sürecinin parçalanması, birbirini izleyen veya birbirine bağlı parça işlemlerin bütünlüğünü sağlayan organik zorunluluğu yok ediyor. Toplum daha radikal biçimde kapitalistleştikçe parçalanma işlemi de artıyor. İşçiler gitgide üretim sisteminin çok daha niteliksiz ve basit bir uzantısı haline geliyor. Ve bu işlemler ekonomik düzeyde de özerkleşiyor, yani bir ürünün meta karakterini onun üretiminin değişik basamaklarına göre giderek göreceli hale getiriyor.[4]
Üretim nesnesinin bu parçalanışı beraberinde üretim öznesinin parçalanmasını da getiriyor. Rasyonelleştirme işçilerin insanî özelliklerini, özgül yanlarını, özsel varoluşlarını parçalıyor. O artık bu sürecin gerçek öznesi olmaktan çıkıyor; tam tersine kendisinden tamamıyla bağımsız ve hazır olarak önünde çalışır bulduğu, üstelik yasalarına da iradesi dışında uymak zorunda kaldığı mekanik bir sistemin içine sokuşturulmuş ve böylece mekanikleştirilmiş bir parça rolünü oynuyor.[5]
İşçilerin buradaki iradesizliği, çalışma sürecinin giderek rasyonelleştirilme ve makineleştirilmesiyle birlikte işçinin konumunu “düşünen bir seyirci” (kontemplatif) noktasına geriletiyor.[6] İşçiler artık kendi bedensel ve zihinsel kapasitelerini kullanarak maddi dünyayı yaratıcı bir şekilde dönüştüren konumda değillerdir. Bilişsel süreçleri sekteye uğratan, yaratıcı faaliyeti dışlayan standardize edilmiş bir üretim sürecinin canlı uzantıları haline gelmişlerdir. İşçilerin gelişimi kapitalist süreçlerce engellenmiştir.
Artık nitelikten söz etmenin anlamı kalmıyor, her şeyi nicelik tek başına belirliyor: Saat besaat, günbegün …
Bu öznel parçalanma bir yandan şöyle oluyor: Öznenin mekanikleştirilmiş parçalı çalışması, yabancı bir sisteme uyumlu hâle getirilmiş, izole bir parçacık haline gelmesine neden oluyor. Başına gelenler karşısında pasif bir seyirci durumuna düşüyor özne.
Diğer yandan üretimin mekanikleştirilmesi işçileri birbirinden kopuk soyut atomlar haline dönüştürüyor. Artık beceri ve fiilleri ile doğrudan organik biçimde bir araya gelen özneler ortadan kalkıyor. Giderek artan ölçüde içine girdikleri mekanizmanın soyut yasal düzeni tarafından yönetilen atomlara indirgeniyorlar.
Bürokrasiyi anlamak için meseleye bu çerçevede yaklaşmak gerekiyor. Bürokrasi, insanın yaşam ve çalışma tarzını, dolayısıyla bilincini kapitalist ekonominin genel sosyoekonomik önkoşullarıyla benzer şekilde uyum içine sokmak demektir ki herhangi bir işletmedeki işçiler için de aynı durum söz konusuydu.[7]
Ve bu durum üretim mekânında bir kez üretilmeye başladıktan sonra dolayımlar yoluyla üretim dışı alanları da içeren genel bir şeyleşmeyi kapsayarak, devlet, hukuk, yönetim vb. düzlemlerdeki rasyonelleştirmeye doğru genişler. Buradaki yönetim ve denetim işleri de benzer bir biçimde indirgenip parçalanıyorlar.
Modern bürokrasi sorununu doğru dürüst anlamak ancak bu çerçevede mümkündür. Bürokrasi, insanın yaşam ve çalışma tarzını, dolayısıyla bilincini kapitalist ekonominin genel sosyoekonomik önkoşullarıyla benzer şekilde uyum içine sokmak demektir ki herhangi bir işletmedeki işçiler için de aynı durum söz konusuydu. Hukuk, devlet, yönetim vb. düzlemlerindeki biçimsel rasyonelleştirme, nesnel bakımdan tüm toplumsal işlevlerin kendi öğelerine benzer şekillerde indirgenip parçalanması, birbirinden tamamıyla ayrı olan bu parça-sistemlerin rasyonel ve biçimsel yasalarının benzer şekilde aranıp bulunması anlamına geliyor.
Marx’ın fabrika işçiliği konusunda “bireyin kendisinin bölündüğü, parça parça veya bir parçadan ötekine çalışan otomatik bir mekanizmaya dönüştüğü” ve böylece “bir hilkat garibesi halinde paramparça sakat bırakıldığı” şeklindeki yorumu, bu iş bölümünde daha yüksek, daha ileri, “daha parlak” sonuçlar beklendiği zaman giderek daha da belirgin ve çarpıcı oluyor. Bu yapı topluma egemen olduğu ölçüde üretilir ve yeniden üretilir. Modern bürokrasi ve devlet bu yeniden üretim ilişkilerinin birer sonucu olarak üretilir.
Buraya kadarki kuramsal açıklamanın tek bir nedeni var. Lenin’le özel olarak bağdaştırmak istediğimiz şey tam olarak şu: Lenin eserlerinde kimi zaman açık kimi zaman örtük olarak, devlet ve iktidar sorununu bu maddi gerçeklik üzerine kurgulamıştır. Lenin’in, meta üretiminin şeyleştirici etkisiyle oluşan maddi gerçekliği yok etmek, parçalamak ve yerine alternatif bir yönetim/denetim mekanizması tesis etmek istediği zaten açıktır. Lenin Devlet ve Devrim’de olsun devrimi izleyen dönemlerde olsun yabancılaşma ve şeyleşmenin karşısına, kapitalist üretim ilişkileri tarafından parçalanmış, atomize edilmiş ve kapasitesi oldukça daraltılmış işçilerin yönetimi devralmalarını ve hızla kapasite kazanarak yetkinleşmelerini koyar. Bir yanda kapitalist toplum tarafından mülksüzleştirildikleri kadar entelektüel kapasite olarak “yoksunlaştırılmış” işçilerin içerisinde bulundukları acımasız gerçeklik, diğer yanda devlet aygıtının parçalanması gerekliliği.
“Ütopyalar”: Devlet, İktidar ve İşçilerin Yönetimi
Proletarya diktatörlüğü uygulamaya konulurken Lenin her şeyin dört dörtlük gitmeyeceğinin farkındadır. Ne de olsa toplumsal gerçeklik tüm acımasızlığıyla kendisini hissettirmektedir. Bu acımasız gerçekliğin neden olacağı türlü aşırılıklar olacaktır. Ancak Lenin bu aşırılıkların temelinin tarihsel birikimden kaynaklı olduğunu bilir. Lenin Marx’ın insan doğası anlayışının sürdürücüsü ve onun pratik bir şekilde hayata geçirilmesinin savunucusudur. Marx’ta değişmez bir insan doğası anlayışı yoktur. Marx insan doğasını “gerçekte, sosyal ilişkilerin bütünü” olaraktanımlar. Lenin’in proletarya diktatörlüğünde her şeyin dört dörtlük gitmeyeceğinin farkında olmasının nedeni olarak bu ilkenin yattığını düşünüyorum. Çünkü Lenin proletarya diktatörlüğünü kuracak olan malzemenin, işçi ve köylülerin eski toplumun kalıntılarını, eski toplumun insan doğasının kalıntılarını taşıdıklarını bilir. Yine de iktidarın bu kitlelerce elde tutulmasını bilinmez bir tarihe ertelemez, hemen şimdi bu kitlelerce devlet yönetiminin ele alınmasını savunur:
Biz ütopyacı değiliz ve tek tek kişilerin aşırılıklarının mümkün ve kaçınılmaz olduğunu ya da bu tür aşırılıkların bastırılması gerektiğini hiçbir şekilde reddetmeyiz. Ama birincisi, bunun için özel bir mekanizma, özel bir baskı aygıtı gerekmez; bu, modern toplumda bile herhangi bir uygar insan topluluğunun kavgaya tutuşanları ayırması ya da bir kadını şiddetten koruması örneklerindeki kadar basitçe ve kolayca, silahlı halkın kendisi tarafından yapılacaktır. Ve ikincisi, toplumsal ilişki kurallarının çiğnenmesi anlamına gelen aşırılıkların temel toplumsal nedeninin, kitlelerin sömürülmeleri, yokluk çekmeleri ve yoksullukları olduğunu biliyoruz. [8]
Lenin devletin yönetiminin işçiler tarafından alınmasını ivedi bir görev olarak ortaya koyar. Bu ivedi görev yerine getirilirken birtakım önyargıların derhal terk edilmesi gerekiyor. Bu, devleti yönetmekte, alelade idarî işlerin günlük uygulanışında, yalnızca zenginlerin ya da zengin ailelerden seçilen memurların yetenekli olduğu yolundaki önyargıdır. Öte yandan insan doğasının değişkenliği ile ilgili ünlü Marksist vurgunun kendisini tarihin gördüğü en büyük devrimci önder olan Lenin’in devrimin pratiği içerisinde ete kemiğe büründüğünü görürüz: toplumsal ilişki kurallarının ihlal edilmesiyle sonuçlanan aşırılıkların temel toplumsal nedeni, halkın sömürülmesi, sefalet ve düşkünlük içinde tutulmasıdır. İçeriğin sözü aştığı nadir tarihsel anlardan birisidir bu. Devrimin zaman içerisinde kurduğu toplumsal düzenin deneyimleri de yüzlerce kitaplık teoriye bedel sonuçlar açığa çıkaracaktı. Sıradan insanlar yönetimi de denetimi de sağlayabilecek kapasiteler kazanmıştır. En azından bir süreliğine bu gerçeklemiştir.
Lenin gerçekçidir de. Sıradan işçilerin birden bir bilinçle aydınlanarak sömürü döneminin örselenmişliklerini bir çırpıda atamayacaklarının farkındadır. Ancak onların yönetime katılmalarında da sonuna kadar ısrarcıdır. Realist devrimcilik diyebileceğimiz bu tutum acımasız toplumsal gerçeklikli ütopyaların birliğini içerir. Bu birlik gidilecek yolun rotasıdır:
Elbette bizler ütopyacı değiliz. Bir düz işçinin ya da aşçının hemen bir anda devlet yönetimini kıvıramayacağını da elbet biliyoruz. Bu konuda Kadetlerle, Breshkovskaya ve Tseretelli ile anlaşıyoruz. Ama bu vatandaşlardan ayrı olduğumuz bir husus da var ve o da şu: Biz, devleti yönetmekte, alelade idarî işlerin günlük uygulanışında yalnızca zenginlerin ya da zengin ailelerden seçilen memurların yetenekli olduğu yolundaki önyargının hemen ve kesinlikle terk edilmesini istiyoruz. İstiyoruz ki, sınıf bilincine ulaşmış işçiler, askerler devlet yönetiminde yetiştirilsinler ve bu işlem hemen başlasın. Tüm çalışan halkı ve yoksulları bu iş için yetiştirmek üzere ivedi bir başlangıcın gerçekleştirilmesi mümkündür.[9]
İdarî işlerin işçi sınıfına ve halk kesimlerine teslim edilmesi bir bütün olarak toplulukların eyleme kapasitesini de yukarıya taşıyacak, olanaksız görünen şeyler el birliği ile başarılacaktır:
…idarî işlerin proleter ve yarı proleterlere kapsamlı ve yalın bir biçimde teslimi, halkta misli görülmemiş öylesine bir coşku yaratacak, halkın güçlüklerle mücadeledeki gücünü öylesine kat kat artıracaktır ki, o dar kafalı sıkı eski bürokrat güçlere olanaksız gözükenler, artık kapitalistler, asilzadeler ve bürokratlar için ve ceza korkusuyla değil kendileri için çalışmaya başlayan milyonlar için mümkün ve gerçekleşebilir olacaktır.[10]
Elbette bürokrasiyi birden ortadan kaldırmak mümkün değildir ve ancak onun ortadan kalkmasının en önemli koşulu sağlanmıştır, yeni bir yönetim makinesinin kurulması sağlanmıştır. Bu yönetim makinesinin önemini devrimin arifesinde Lenin formüle ederken birtakım koşullar sıralamıştı. Kapitalizmin ve onun kalıntılarının tutunacak dalının kalmaması için herkesin devlet yönetimine katılması gerekiyordu ancak devrim arifesinde de kapitalizm zaten bu katılımın ön koşullarını yaratmıştır. Kapitalizmin ölçeğinin gelişmesiyle birlikte nüfusun bir kesiminin okuma yazma öğrenmesi, posta hizmetleri, demir yolları, büyük fabrikalar, büyük ölçekli ticareti, büyük ölçekli bankacılığı yürüten bir disipline girmesi zaten gerçekleşmiştir. Lenin’in kaygısı daha çok eğitimden ve disiplinden yoksun geniş işçi ve köylü yığınlarının durumuyla ilgiliydi. Muhtemelen yönetme kapasitesi dar olan bu geniş kesimlerin devlet yönetimine ivedilikle katılımlarında ısrar etmesinin nedeni yönetim erkini elinde bulunduracak bir kastın ortaya çıkacağı kaygısıydı. Zaman azdı ve yapılacak çok iş vardı.
Bürokrasiye ve uzmanlaşmaya karşı en net tavırlardan birini Lenin’in 1918’deki olağanüstü kongreye yazdığı raporda görürüz. Burada tüm vatandaşların yargılama işlerinde görev almaya çağrılması olağanüstü anlamlar taşıyan radikal bir çağrıdır. Yargılamalara katılmak yönetime katılmanın bir adımı olarak sayılıyor ve muhtemelen bu yolla devlet ve hukuk bilgisinin pratik yolla arttırılması hedefleniyordu. Mahkemelere katılmayı ülke yönetimine katılmanın bir adımı olarak gören Lenin raporda çok çarpıcı bir vurgu daha yapar ve sosyalizmin bir azınlık/parti tarafından icra edilemeyeceğini savunur:
Kendimizin yargıçları olmalıyız. Tüm vatandaşlar yargılama işlerinde görev almalı, ülkenin yönetimine katılmalıdır. Bizim için kelimenin tam anlamıyla tüm emekçi halkı ülkenin yönetimine katmak büyük önem taşımaktadır. Bu, büyük güçlükleri içeren bir görevdir. Ama sosyalizm, bir azınlık tarafından, parti tarafından uygulanamaz. Bunu, yapılacak işi kendileri öğrendikten sonra, on milyonlarca insan ancak başarabilir. Kitlelerin bu işe kendilerinin sarılmasına, işleri kitaplardan ve nutuklardan değil de kendi deneyimlerinden öğrenmelerine yardım etmeye çalışmamızı, kendi lehimize bir nokta olarak değerlendiriyoruz.[11]
Sonuç
Lenin devlet iktidarının tarihte her zaman toplumda egemen sınıf olması nedeniyle tek bir sınıfın elindeki siyasal iktidarı olduğu bilinciyle hareket ederek devrimin pedagojisini çeşitli yazı ve broşürlerinde formüle etmeye girişmiştir. Rusya işçi ve köylülerinin geriliği ile devrimci görevlerin acilliği karşısında Lenin ütopyalarla acımasız toplumsal gerçekliğin birliğinden hareket etmiştir. Kitlelerin entelektüel kapasite açısından geri durumlarının yanı sıra yönetme kapasitelerinin az olması ve yönetilme alışkanlıklarının oldukça kuvvetli olması nedeniyle devrimin aslî görevlerinden geri adım atmamış, devrimin başarısı için kitlelerin ivedilikle devlet yönetimine katılmalarının koşullarını yaratma peşine düşmüştür. Parti profesyonellerinin ya da azınlık teknokratik yönetim biçimlerini reddeden ve bunları birer tehlike olarak gören Lenin Sovyetleri birer yönetim organı olarak görmenin yanı sıra halkın kapasiteler kazandığı birer eğitim mekanizması olarak da düşünmüştür. Alman İdeolojisi’nin tamamını hiç okumayan (ilk yayımlanma tarihi 1932’dir) Lenin, kitabın sonradan basılmasıyla komünizmin biraz da pastoral bir tasviri olan sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra eleştiri yapmak[12] formülasyonunu hiç okumadığı halde bu formülasyona bağlıdır. Lenin’in komünizmi, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasının yanı sıra iş bölümüne bağlı olarak ortaya çıkan şeyleşme ve yabancılaşmanın da ortadan kaldırılması olarak gördüğü devrim arifesinde ve devrimin sonrasında yazdığı yazı ve broşürlerde görülmektedir.
*Bu yazı, El Yazmaları tarafından 2019 yılında gerçekleştirilen Lenin ve Devrimin Güncelliği başlıklı sempozyumda yapılan sunumun notlarının yazıya çevrilmesiyle oluşturulmuştur.
[1]Vladimir İlyiç Lenin, ‘Sol’ Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yay. Çev: Muzaffer Erdost, Ankara, 2008,sy, 39
[2] György Lukács, Tarih ve Sınıf Bilinci, Belge Yay, Çev. Yımaz Öner, İstanbul, sy. 162
[3] Lukács, a.g.y. sy. 163
[4] Lukács, a.g.y. sy. 165
[5] Lukács, a.g.y. sy. 165
[6] Lukács, a.g.y. sy. 179
[7] Lukács, a.g.y. sy. 177
[8] V. İ. Lenin, Devlet ve Devrim, çev. M. Halim Spatar -Celal Üster, Yordam Yay, İstanbul, 2015, sy 117
[9] Bolşevikler İktidarı Ellerinde Tutabilirler mi? Yazılış tarihi: (Eylül sonu 1917) Kaynak: Vladimir İlyiç Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, NK Yay. Çev. Metin Çulhaoğlu, İstanbul, 2003, sy.48
[10] Lenin, Bolşevikler İktidarı Ellerinde Tutabilirler mi? , a.g.y. sy.50
[11] (Rus Komünist (Bolşevik) Partisi’nin Olağanüstü Yedinci Kongre’sine — 8 Mart 1918 — Sunulan Rapor’dan), a.g.y. sy.81
[12] Karl Marx, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Çev. Sevim Belli, Sol Yay., 2010, Sy 60