Yeşil Dönüşümün Finansmanı
Dönüşüm için kamu kaynaklarının kullanımı birincil önem arz ediyor. Örneğin, tüm dünyaya büyük bir başarı örneği olarak reklam edilen Tesla’nın, 2008-2009’daki finansal kriz sonrası toparlanma fonundan yarım milyar dolar civarında bir destek aldığı tahmin ediliyor.
“Yeşil dönüşüm”ün en aktif taraftarları bankalar ve fon kuruluşları olması gayet normal. Çünkü bu sayede kasalarında biriken paralarını yeni kârlı sektörlere yatırım yaparak daha fazla artırma imkânı bulmaktadırlar. Örneğin COP26’da 45 ülkeden 450 büyük banka ve finansal kuruluşun bir araya gelerek Net Sıfır İçin Glasgow Malî Birliği’nin (kısa adı GFANZ) kurulduğunu açıkladı. Birliğin sözcüsü olarak, İngiltere Merkez Bankası eski başkanı, BM İklim Özel Elçisi unvanı da olan Mark Carney seçildi ve 130 trilyon dolarlık özel sektör kaynağının, önümüzdeki otuz yıl içinde gerçekleşecek “net sıfır” yeşil dönüşümün finansmanı için hazır olduğunu açıkladı.[1]
Paris İklim Anlaşması uyarınca 2050 yılına kadar “net sıfır karbon” hedefine ulaşmak için AB pazarına girecek ürünlerde ve AB fonlarının kullanılmasında “düşük yoğunluklu karbon” şartı getirilmesi Türkiye gibi ticaretinin büyük kısmını AB ile yapan ülkeleri “yeşil dönüşüm”e zorlamaktadır. Nitekim Türkiye, Paris İklim Anlaşmasını 2016 yılında imzalamış olmasına karşın, 2021’de onaylayarak BM sekretaryasına tevdi etti. Ve AB Yeşil Mutabakat’ı açıklandıktan sonra Türkiye de bir “yeşil mutabakat” açıklamak zorunda kaldı. Paris Anlaşması’nın onaylanmasından sonra 3 milyar avroluk bir finansman desteği elde edildiği duyuruldu.
Örneğin atanmış Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, geçen sene kasım ayında yaptığı açıklamada yeşil dönüşüm projelerini finanse etmek amacıyla Dünya Bankasının Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB) üzerinden aktaracağı 155 milyon dolar ile Türkiye Yeşil Fonu adında bir fonun kurulacağını duyurdu. Fonun temel amacı, işletmelere yeşil finansman sağlamak, yeşil teknolojilere yatırımı artırmak ve finansal sektörü çeşitlendirmek.[2] Fonun özel şirketlerin katılımıyla toplam büyüklüğünün 405 milyon dolara ulaşması hedeflenen Türkiye Yeşil Fonu’nun Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması çerçevesinde açıkladığı Ulusal Katkı Beyanı kapsamındaki hedeflerine ulaşması için kullanılacak.[3] Yine Dünya Bankası tarafından, Türkiye’nin 2035 yılına kadar ulaşmak istediği 120 GW yenilenebilir enerji kurulu gücü hedefine ulaşması için 80 milyar dolarlık enerji üretim yatırımı ve 28 milyar dolarlık enerji iletim altyapısı finansmanını sağlayacağı açıklandı.[4]
Uluslararası bankaların ve merkez bankalarının sağladığı kredi ve fonlar dışında özel fon kuruluşları ve şirketler de “yeşil tahviller” çıkararak yeni kaynaklar elde edebilmektedir. Örneğin Koç Holding’e ait Arçelik, 2023 yılında, uluslararası piyasalarda 350 milyon avro tutarında, 5 yıl vadeli yeşil tahvil ihracı gerçekleştirdiğini açıkladı.[5]
“Yeşil Dönüşüm”ün Kara Yüzü
Bu kâğıt üzerindeki “dönüşüm” planlarına karşın, plastik atık hacimleri, atık toplama altyapısının mevcut kapasitelerinin ve hâlihazırdaki geri dönüşüm ve yeniden kullanım potansiyellerinin ötesine geçmeye devam ediyor. Ayrıca tarım faaliyetleri sonucu azot ve pestisitlerin su havzalarına yayılması su kalitesini düşürürken, et üretiminden kaynaklanan metan salımları artmayı sürdürüyor. Tekstil, hazır giyim ve ayakkabı sektöründeki sürdürülebilirlik iddiaları üzerine yakın zamanda yapılan incelemeler sonucunda, verilen bilgilerin yüzde 39’unun yanlış veya aldatıcı olduğu öne sürülmektedir.[6]
Şirketlerin iklim taahhütleri çoğaldıkça yeşil çelik, geri dönüştürülmüş alüminyum ve geri dönüştürülmüş plastik gibi geleneksel eş değerlerine göre daha düşük emisyon yoğunluğuna sahip malzemeleri tedarik etme talepleri artıyor. Örneğin, Avrupa Birliği’nin 2030’a kadar yüzde 50 emisyon azaltma hedefine göre yeşil çeliğe olan talep yılda 45 ilâ 50 milyon tona kadar yükselebilir. Çelik üreticilerinin söylediği gibi on yılın sonunda Avrupa’da kıtanın yassı çelik üretim kapasitesinin yaklaşık üçte birini sağlamaya yetecek düzeyde bir düzineden fazla yeşil çelik fabrikası kurulacak olsa bile 2030’da 10 milyon tondan fazla arz açığı olabilir. Avrupa’da arz sıkıntısı çeken tek düşük emisyonlu kaynak çelik değil. Araştırmalar, geri dönüştürülmüş alüminyum ve geri dönüştürülmüş plastik için de arz ve talep arasında geniş boşluklar olabileceğini gösteriyor.[7] Artan bu talebi karşılamak için tüm dünyada yeni bir ekstraktivizm dalgası yaşanıyor. “Yeşil dönüşüm”, ekonominin fosil kaynaklara olan bağımlılığını azaltırken, yerine metal ve mineral madenciliğine olan bağımlılığını artırıyor.
“Bir başka deyişle, yeşil dönüşüm projesinin iktisadî, siyasal ve ekolojik anlamı, artan mineral madenciliği, yoğunlaşan özütlemeciliktir. Örneğin, bir hesaba göre, 2 MW’lik bir rüzgâr elektrik santralinde temel güçlendirmesinde 150 ton, rotor göbeği ve motor bölümü için 250 ton, kule için 500 ton çelik harcanır. Kullanılan bakır miktarı da 7,2 tondur. Kaldı ki RES için sağlanan çelik, fosil bir yakıt olan kömür yakılarak üretilir. (…) Bir rüzgâr elektrik santrali, doğalgazlı elektrik santralinden dokuz kat fazla minerale gereksinim duyar. Elektrikli bir otomobil geleneksel otomobile görece altı kat daha fazla mineral maddeyle üretilir.”[8]
Bu dalganın yaşandığı ülkelerden biri Türkiye. Türkiye’de 24 il bazında yapılan bir çalışmaya göre, bu illerin yüzde 63’ü maden sahası olarak ruhsatlandırılmış durumda. Tek tek illerin yüz ölçümlerinin yarısından fazlasına maden ruhsatları verilmiş. Bu illerde bulunan ormanların ortalama yüzde 60’ı, tarım alanlarının ortalama yüzde 57’si, meraların ortalama yüzde 55’i, korunan alanların ortalama yüzde 57’si, potansiyel koruma alanı olması gereken alanların ortalama yüzde 63’ü madenlere ruhsatlı.[9]
Bu madencilik furyasının bir ayağı da siyanürlü altın madenciliği. Polen Ekoloji Enstitüsü’nün yayımladığı rapora göre, Türkiye’de mevcut 22 olan siyanürlü altın madeni işletmesinin, 126’ya çıkarılması hedefleniyor. Raporda, hükümetin açıkladığı 12. Kalkınma Planı’nda 2022 yılında 4,6 milyon dolar olan maden ihracat gelirinin 2028’de 10 milyon dolara çıkarılması yer alıyor. Madencilik faaliyetleri için izin süreçlerinde bürokrasinin azaltılacağı, yatırım güvencesinin artırılacağı belirtiliyor. Ayrıca yeni bir maden kanununun hazırlanacağının, maden arama faaliyetlerinin ‘kamu yararına faaliyet’ olarak tanımlanacağının, orman, su maden gibi tabii kaynak alanlarında izin süreçlerinin tek elden yönetilebilmesi ve bürokratik süreçlerin azaltılması için üst düzeyde kurumsal mekanizma oluşturulacağının hedeflendiğini göstermektedir.[10]
Dünyada da benzer bir tablo söz konusudur. Yenilenebilir enerji üretiminde gerekli maddeler için madenciliğin biyolojik çeşitliliğe büyük bir tehdit oluşturduğu görülüyor. Dünyada madenciliğin etkilediği alanların yüzde 82’si, yenilenebilir enerji üretimi için gerekli maddeleri içerir. Bu yüzde 82’lik bölgenin yüzde 12’si korunan alanlarla, yüzde 7’si önemli biyoçeşitlilik alanlarıyla ve yüzde 14’ü yabanıl alanlarla örtüşen yerlerdir. Araştırmada, yenilenebilir enerji üretiminin, madenciliğin biyoçeşitlilik üzerindeki var olan yıkıcı etkisini şiddetlendirdiği sonucuna ulaşılmıştır. Öyle ki, bazı yerlerde yenilenebilir enerji için mineral madenciliği, yenilenebilir enerjiye geçişin engelleyeceği iklim değişikliğinden çok daha yoğun bir biçimde doğaya zarar verebilir.[11]
Enerjinin yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilmesi ve “geri dönüşüm”e dayalı “döngüsel ekonomi” ile sağlanacağı vazedilen “Yeşil Dönüşüm” yeni bir ekolojik yıkım hamlesi olmaktan öteye geçemiyor, geçemez. Bu siyasilerin ve CEO’ların beceriksizliği veya teknolojinin yetersizliği ya da bireylerin rasyonel olmayan tüketim alışkanlıkları ile ilgili değildir. Bu bizzat üretimin kapitalist mantığının bir sonucudur. Günün sonunda kasasına giren kârdan başka hiçbir şeyi gözü görmeyen sermaye, binlerce şirketin kıyasıya rekabet ettiği pazarda ha bire üretmek, daha çok üretmek, sürekli yenilik yapmak ve bunları satmak için reklam ve pazarlama teknolojileri geliştirmek zorundadır. Bu şekilde plansız, kaotik tarzda gerçekleşen dünya üzerindeki üretimin ihtiyaç duyduğu enerjiyi karşılamak için yeryüzünü GES’lerle, RES’lerle kaplamak, okyanus derinliklerinden uzay boşluğundaki meteorlara kadar mineral maden ocakları açmak zorunda “yeşil dönüşüm”.
[1] Aykut Çoban, “İklim Krizinde Sermayenin Kaldıracı Olarak Yeşil Dönüşüm,” H. Yurdanur (Der.) Siyasi Ekoloji, Ankara, İmge, 2022, s.217-252.
[2] https://webrazzi.com/2023/11/15/yesil-donusum-projelerini-destekleyecek-turkiye-yesil-fonu-kuruluyor/
[3] https://www.tskb.com.tr/hakkimizda/bizi-taniyin/haberler/tskb-turkiye-yesil-fonu-icin-dunya-bankasi-ile-155-milyon-abd-dolari-tutarinda-anlasma-imzaladi
[4] https://yesilhaber.net/dunya-bankasindan-turkiyeye-28-milyar-dolarlik-enerji-iletim-altyapisi-destegi/
[5] https://www.arcelikglobal.com/surdurulebilirlik/intouch/areas/yesil-finansman/
[6] “Tekstilde Atıkların Kaynağında Tasnifi ve İzlenebilirliği” https://www.tmo.org.tr/images/editorimages/KASIM%20ARALIK%202023%20SAYI%2022.pdf
[7] https://www.isoyesilblog.com/yesil-malzemede-tedarik-sikintisi-kapida/
[8] Aykut Çoban, “İklim Krizinde Sermayenin Kaldıracı Olarak Yeşil Dönüşüm,” H. Yurdanur (Der.) Siyasi Ekoloji, Ankara, İmge, 2022, s.217-252.
[9] https://www.tema.org.tr/basin-odasi/basin-bultenleri/turkiye-maden-ruhsatlarinin-tehdidi-altinda
[10] https://ekolojienstitu.org/altin-madenleri-kapatilsin/
[11] Aykut Çoban, “İklim Krizinde Sermayenin Kaldıracı Olarak Yeşil Dönüşüm,” H. Yurdanur (Der.) Siyasi Ekoloji, Ankara, İmge, 2022, s.217-252.