El Yazmaları’nın Notu: İklim krizi büyük bir hızla gezegeni felakete sürüklerken sermayenin yeşil dönüşüm adıyla başlattığı sözde karbonsuzlaşma stratejisi sürekli gündemde. Yeşil dönüşüm tartışmalarına Marksist bir bakış açısı sunan Cemil Aksu bu yazı dizisinde Türkiye sermaye sınıfının yeşil dönüşüm stratejisini inceliyor. Üç bölümde yayımlanacak olan yazıların ikincisini okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.
Sermaye Örgütlerinin Yeşil Dönüşüm Programı
Türk sermayedarları bakımından “yeşil dönüşüm” esas olarak AB Yeşil Mutabakat’ının açıklanmasından sonra ajandalarına girmiştir. Elbette küresel ekonomide yeni bir pazar yarattığı için “yeşil ekonomi” Türk şirketlerinin de ilgisini çekmiş ve bu alanda ortaklıklar, yatırımlar gerçekleştirmiştir. AB, sera gazı salımı azaltım hedeflerine ulaşmak için 2005 yılından bu yana Emisyon Ticaret Sistemini (ETS) uygulayarak üreticileri açısından sera gazı salımını ek bir maliyet unsuru haline getirmiştir. Emisyon azaltım hedefleri yükseltildikçe de karbon emisyonu yüksek, enerji-yoğun sektörlerdeki firmalar artan karbon maliyetleri ile karşılaşmış ve buna uygun yer değiştirmeler gerçekleşmiştir. ETS ile birlikte oluşan karbon piyasası hacmi büyüyen bir mali spekülasyon aracına da dönüşmüştür.
2023 yılı içerisinde Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasının (SKDM) ana mevzuat düzenlemesi tamamlanarak, pilot uygulamaya imkân verecek ikincil mevzuat çalışmaları yapılmıştır. Bu kapsamda AB SKDM Tüzüğü, 16 Mayıs 2023 tarihli AB Resmî Gazetesinde yayımlanmış ve SKDM uygulaması 1 Ekim 2023 tarihi itibariyle, raporlama yükümlülüğü ile sınırlı olan bir geçiş dönemiyle başlatılmıştır. Tüzük, SKDM’nin enerji yoğun öncelikli belirlenen kimi sektörleri daha fazla etkileyeceğine; ilgili ürünlerde AB’ye ihracatı yüksek olan ve enerji kaynakları ağırlıklı olarak fosil yakıtlara dayalı ülkelerin mekanizmadan daha fazla etkileneceğine işaret etmektedir. AB, SKDM kapsamında üretim sürecindeki gömülü emisyonların izlenmesi, raporlanması ve doğrulatılması; tedarik zinciri içinde girdilerden kaynaklanan karbon emisyonlarına dair verilerin temin edilerek raporlanması ile dolaylı emisyonların hesaplanması gibi süreçlerin üçüncü ülkelerdeki üreticilerce yerine getirilmesini şart koşuyor.[1]
Yeşil Mutabakat Eylem Planı Yıllık Faaliyet Raporu 2023’te, AB’ye yapılan ihracatın Türkiye’nin toplam ihracatındaki payının yüzde 41,5 olduğu, AB’ye ihracat payının yüksekliği ve özellikle çelik, çimento ve alüminyumda AB’nin önemli tedarikçileri arasında yer alması sebebiyle Türkiye’nin düzenlemeden en çok etkilenecek ülkeler arasında yer alacağı belirtiliyor. SKDM’nin Türkiye’ye etkilerine yönelik çalışmalar, emisyonların maliyetli olacağı koşullarda rekabetçiliği koruyacak azaltım önlemleri alınmazsa SKDM’nin malî sonuçlarının ortaya tam anlamıyla çıkacağı dönemde demir-çelik sektöründe yüzde 9’a yaklaşan, çimento sektöründe yüzde 20’yi aşabilecek ihracat daralmalarının olabileceğini göstermektedir. Demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre, elektrik ve hidrojen sektörlerindeki belirli ürünlere uygulanacak SKDM’nin, geçiş dönemi raporlama yükümlülüklerinin yerine getirilebilmesi amacıyla, AB-dışı ülkelerdeki üreticiler tarafından, SKDM ürünleri için gömülü doğrudan ve dolaylı emisyonların, Geçiş Dönemi Uygulama Tüzüğüne uygun şekilde izlenmesi ve AB’deki ithalatçılar ile paylaşılması gerekmektedir, ki Türkiye’de bu tür denetim raporlama süreçlerindeki şeffaflık her zaman şüphe uyandırmıştır.
SKDM’ye uyum için açıklanan raporda, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından Dünya Bankası Karbon Piyasaları Uygulama Ortaklığı (PMI – Partnership for Market Implementation) kapsamında “Türkiye Karbon Piyasası Geliştirme Projesi”nin, ETS ve ulusal denkleştirme sistemleri kurulması çalışmalarının başlatılmış olduğunu öğreniyoruz. Bu kapsamda Ulusal Karbon Fiyatlandırma İhtisas Çalışma Grubu kurulmuş. Ayrıca İklim Kanunu ve ETS kapsamında ele alınacak ikincil mevzuat çalışmaları, uygulamaya yönelik değerlendirme, etki analizleri ve altyapı çalışmalarının gerçekleştirilmesi ve ETS’nin 2024’te pilot uygulama ile devreye alınması planlandığını öğreniyoruz. Ancak ETS pilot döneminin ulusal tahsisat ilanıyla birlikte 15 Ekim 2024 tarihinde başlayarak iki yıllık geçiş döneminin ardından ilk uygulama aşamasına 15 Ekim 2026’da başlayacağı duyuruldu.
SKDM’nin emisyon kapsamının doğrudan emisyonların yanı sıra aşamalı olarak dolaylı emisyonları da içerecek şekilde genişletilecek olmasından dolayı, üreticilerin üretimde kendi kontrollerinde olan süreçlerden kaynaklı emisyonların yanında tüketilen elektriğin üretiminde kullanılan girdilerden (ülkenin enerji yapısından) kaynaklı maliyetlere de katlanmasını beraberinde getirecektir. Raporda bu nedenle, Türkiye’de elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının artırılmasının önemine vurgu yapılıyor. Yenilenebilir enerji kurulumundaki hedefin 2035’e kadar 3 katına çıkarılmasının ardındaki ana motivasyonlardan biri SKDM’ye takılacak bu öncelikli sektörlerin elini rahatlatmak olduğu görülüyor.
SKDM’nin en çok etkileyeceği sektörler bazında yapılan çalışmalar sonucu yayımlanan raporlarda da bu sektörlerde yapılması gereken değişiklikler belirlenmektedir. Çelik Sektörü İhtisas Çalışma Grubu, bu sektörde emisyon azaltımı için tav fırınlarında doğalgaz yerine hidrojen kullanılması, hurda yerine hidrojen tabanlı doğrudan indirgenmiş demir (DRI) kullanılması, elektrikli ark ocağı tesislerinin modernizasyonu kapsamında ihtiyaç duyulan temel kritik prosesler, yüksek fırın tepe gazından ısı ve elektrik üretilmesi ile çelik üretiminde yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğinin artırılabileceğinin altını çiziyor. Yine hurdanın toplama, sınıflandırma, kalite, sertifikasyon sistemlerini içeren hurda envanteri çalışması yapılması ve metalik hurda sektörünün “stratejik sektör” kapsamına alınması gerektiği belirtiliyor.
Alüminyum Sektörü İhtisas Çalışma Grubu toplantıları kapsamında öne çıkan hususlar mevcut fırınlardan elektrikli ergitme fırınlarında yenilenebilir enerjiye geçiş, alüminyum üretim hattını daha yapıcı ve işlevsel hâle getirmek için alüminyum üretim atıklarının işlenmesi, ikincil alüminyumun hammadde kaynağı olarak kullanılması, yeşil enerji kaynaklarının kullanımının geliştirilmesi ve eski ergitme fırınlarının devre dışı bırakılması ile üretim hattının modernizasyonu olmuştur.
Türkiye kapitalizminde sermaye birikiminin henüz yüksek teknolojili üretim düzeyinde olmaması onun ana imalat sektörünün enerji yoğun metal ve montaj sektörleri olmasına neden olmuş, bu hem şu anki “yeşil dönüşümde” ödevlerini artıran hem de doğa tahribatını katlayan bir faktör olmuştur.
Raporda, Türkiye’nin Millî Enerji ve Maden Politikası’na paralel olarak 2022 yılı içerisinde 2.766 MW’lık yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesisi devreye aldığı ve ilâve edilen kapasitenin, toplam ilâve kapasitenin yüzde 65’ine tekabül ettiği ifade ediliyor.
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı tarafından yayımlanan ve 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi esas alınarak hazırlanan Türkiye Ulusal Enerji Planı’na da değinilen raporda, 2035 yılına kadar, elektrik enerjisinin enerji tüketimindeki payının arttığı, elektrik kurulu enerji gücünde yenilenebilir enerjinin payının yüzde 64,7 seviyesine ulaştığı, batarya ve elektrolizör kapasitesinin devreye alındığı ve elektrik üretiminde güneş ve rüzgar enerjisinin payının arttığı, yeni devreye alınan nükleer enerji santralleriyle de önemli miktarda bir elektrik üretimi gerçekleştirileceği aktarılıyor.[2] Her bir COP İklim Zirvesi döneminde bu hedeflerin revize edilip piyasa gelişimine göre yukarı çekildiğini gördük son 2 senede.
Buna karşılık 2002-2013 döneminde toplamda 67 bin 786 MWm kurulu güce denk gelen 251 termik elektrik üretim lisansına karşılık, Kasım 2013’ten bugüne dek 314 termik santral projesi için elektrik üretim lisansı verildi. İlk dönem için aylık lisans sağlanan kurulu güç miktarı 513 MWm iken, Kasım 2013’ten sonraki süreçte termik santraller için her ay 723 MWm’lik elektrik üretim lisansı sağlandı.[3]
Döngüsel Ekonomi: Çöp Endüstrisi
TÜSİAD tarafından yayımlanan “Avrupa Yeşil Mutabakatı Döngüsel Ekonomi Eylem Planı Türk İş Dünyasına Neler Getirecek?” başlıklı raporda AB Yeşil Mutabakatı’nın temeli olan Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’nda aranan şartların belli başlı sektörlerde nasıl bir dönüşümü şart koştuğu ve bu temelde yapılması gereken hukuki düzenlemeler belirtilmiştir.
Yeşil Mutabakat kapsamında “geri dönüşüm” zorunluluklarının çeşitlendirilerek artması bekleniyor. Hâlihazırda bazı Avrupa ülkelerinin hayata geçirdiği plastik vergisi ile ülkelerin geri dönüştüremedikleri ambalaj başına ton üzerinden fiyatlandırmalar yapılıyor. Örneğin İspanya’da söz konusu düzenleme kapsamında belirlenen miktar ton başına 450 avro. İngiltere’de ise bu miktar ton başına 200 sterlin. Yani İngiltere’ye bir tonluk plastik ambalaj ihraç ederseniz ve ihraç ettiğiniz ton içerisinde hiç geri dönüştürülmüş ürün yoksa, ek olarak 200 sterlin ödeme yapmanız gerekiyor. Geri dönüşümü ucuzlatmak yerine birincil plastiklerin kullanımını daha pahalı hâle getirmeyi esas alıyorlar. 2025 itibariyle birçok AB ülkesinde bu tarz bir düzenleme uygulamaya geçecek.
Raporda en başta ele alınan sektör, pil ve akümülatör sektörü. 2030 yılına kadar pil talebinin 14 kat artması beklenmektedir. Bu artışın yüzde 17’sinin AB kaynaklı olacağı tahmin edilmektedir. Pil ve akümülatörler ulaşım, enerji ve bilişim/iletişim sektörünün vazgeçilmezidir. Özellikle elektrikli araçlar nedeniyle pillerin küresel düzeyde stratejik bir noktaya gelmesi beklenmektedir. Dolayısıyla pil yapımında kullanılan hammaddelere talep de aynı oranda artacaktır. Bazı hesaplamalara göre bu talep 2020-2040 yılları arasında 700 kat artacak. Bu da tahmin edilebileceği gibi yeni bir ekstraktivizm dalgası anlamına geliyor.
AB’nin döngüselleşme çabasının arkasında özellikle kritik hammaddelerde dışa bağımlılığın azaltılması politikası bulunmaktadır. Nitekim kritik hammaddeler olarak tanımlanan kobalt, kurşun, lityum ve nikelde dışa bağımlılığın azaltılması için özellikle pillerde aranacak olan geri dönüştürülmüş içerik kriteri bu politikanın önemli bir göstergesidir. AB kritik hammaddelerde kendine yeterliliğe kaynak verimliliği, geri dönüşüm ve geri kazanım ile ulaşmak istemektedir, ancak mevcut kamu politikaları döngüsel ekonomi düşünülerek tasarlanmamış ve hedeflere uyum sağlayamamış durumdadır.
Buna bir örnek tehlikeli atıkların sınır ötesi taşınmasının ve bertarafının kontrolüne ilişkin imzalanan Basel Sözleşmesi’nde bulunabilir. Sözleşme, birçok durumda elektroniklerin, elektrikli araç pillerinin, plastiklerin ve yeniden kullanım, onarım ve üretim için gerekli diğer maddelerin ticaretini yasaklıyor. Döngüsel ekonomi ile bu atıkların ticaretinin önü açılıyor, hatta şart koşuluyor.[4]
AB Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’na göre endüstriyel, otomotiv, elektrikli araçlar ve taşınabilir piller (cep telefonu, taşınabilir bilgisayar, kablosuz güç aletleri, oyuncaklar, evlerde kullanılan alet pilleri) için “materyallerin sorumlu üretim kaynaklarından sağlanması, zararlı içeriğe sahip olmaması, minimum oranda geri dönüştürülmüş materyal içermesi gerekmektedir. Karbon ayak izi, performans, dayanıklılık ve etiketleme kurallarına uyulması, atık toplama ve geri dönüşüm hedeflerine uygunluk Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’nda aranan diğer şartlar olarak belirlenmiştir.” Bununla ilgili olarak da, “karbon ayak izi, geri kazanılmış içerik, etiketleme, QR kod, pil pasaportu, elektronik değişim sistemi, pil yönetimi ile performans ve dayanıklılık” kriterlerine yönelik olarak Atık Pil ve Akümülatörlerin Kontrolü Yönetmeliği’nde gerekli değişikliklerin yapılması gereği tespit edilmiştir.[5]
1 Ocak 2030 tarihinden itibaren endüstriyel, elektrikli araç ve dâhili depolamaya sahip kobalt, kurşun, lityum ve nikel içerikli, 2 kWh’den fazla kapasitesi olan pillerin, model ve her bir parti üretim bazında belirtilen oranlarda (%12 kobalt, %85 kurşun, %4 lityum ve %4 nikel) geri kazanılmış içeriğe sahip olunduğunu gösterir bir teknik dokümana sahip olması gerekecektir. 2035 yılından itibaren bu oranlar %20 kobalt, %85 kurşun, %10 lityum ve %12 nikel olarak uygulanacaktır.
Eğer ülkeler iklim değişikliği taahhütlerini yerine getirirse lityum talebi 10 yıl içince 7 misli artacak. Bu muazzam artış sebebiyle fiyatlar da yukarıya doğru gidecek. Birçok ülkenin kritik mineral rezervleri var ama şimdiye kadar hiç üzerinde çalışılmamış. Kanada, ABD, Avrupa, Avustralya gibi ülkeler yeni kanunlar çıkartıp, bu lityum madenlerinin ya da nikel madenlerinin hepsini çıkartmaya çalışıyor.
AB pazarına girecek ürünlerde “geri dönüşüm” şartı aranması, AB’den kendisine bağımlı ülkeler arasında bir “çöp bağımlılığı” yaratmayı amaçlamaktadır. “Küreselleşme”nin başlangıcında kirli sektörlerin “az gelişmiş” ya da “gelişmekte olan ülkeler”e aktarılmasının yeni biçimi çöpün yine bu ülkelerde “geri dönüşüm”e sokulması oluyor. Harvard Üniversitesi eski rektörü ve Dünya Bankası Baş Ekonomisti Lawrence Summers, 1991 yılında küresel atık ticaretini şöyle savunuyordu:
“Bence en düşük ücretli ülkeye bir sürü zehirli atık boşaltmanın ardındaki ekonomik mantık kusursuz ve bununla yüzleşmemiz gerekiyor. . . Her zaman Afrika’daki ülkelerin büyük ölçüde kirli olduğunu düşünmüşümdür; hava kaliteleri muhtemelen Los Angeles’a kıyasla çok verimsiz bir şekilde düşük. . . Aramızda kalsın, Dünya Bankası’nın kirli endüstrilerin Az Gelişmiş Ülkelere daha fazla göç etmesini teşvik etmesi gerekmez mi?”[6]
Yaklaşık yarım yüzyıldır, “küreselleşme”nin başat bir olgusu haline gelen “kirli sektörlerin” Türkiye ya da Çin gibi ülkelere kaydırılmasının “küresel Güney”de yarattığı ekolojik tahribata ve emek kırımına şahit olduk. Şimdi bu “kirli endüstri”nin ürettiği ürünlerin “geri dönüşümü” yükünü de ihraç etmek için yeni bir dizge kuruluyor. Yeşil Mutabakat ya da “karbon vergisi” uygulamaları kapsamında kendileri ile ticaret yapmak zorunda olan ülkelere çöplerini satın alma zorunluluğu getiriliyor. Yeni üründe “geri dönüştürülmüş” hammadde kullanılması için eski ürünün ayrıştırılması ve yeniden kullanılması gerekmektedir. Bu da Kuzey’den Güney’e her alanda “çöp ihracatı” demektir. Bu ilginç bir bağımlılık trafiği anlamına geliyor. Birçoğunda dışa bağımlı olduğu lityum, kobalt gibi hammaddelerle üretilmiş ürünlerin en büyük alıcılarından biri olarak AB, bu “döngü” ile ithal eden pozisyonuna geçmektedir.
“ABD, İngiltere, Almanya, Kanada, Hollanda, Belçika vb. ülkeler, kendi vatandaşlarının ürettiği çöpü ayrıştırmakta kazandıkları uzmanlığı geri dönüştürmenin mucizeviliğiyle taçlandırmak yerine çevre yasalarının daha gevşek olduğu az gelişmiş ülkelere doğru göndermektedir. 1980’lere kadar, neredeyse tüm bu “gelişmiş” ülkelerde var olan çöp depolama alanları bu ticaret ile birlikte birer birer ortadan kalkmış ve bir nevi artık sınır ötesi çöp depolama kolonilerine taşınmıştır.”[7]
Eurostat’ın verilerine göre Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye gönderilen plastik atıkların miktarı 2004’ten bu yana 155 kat arttı. Türkiye yalnızca Avrupa’dan 2021 yılında 518.080 ton plastik atık ithal etti.[8]
Türkiye otomotiv sanayi, yüzde 85’in üzerinde Avrupa’ya ihracat yapıyor. Dolayısıyla AB’nin getirdiği bu “dönüşüm”den en çok etkilenecek olan ülkelerin başında Türkiye geliyor. AB’nin elektrikli araçlara geçmesi ile yıllık 2,5 milyon araç üreten Türkiye’nin de buna mecbur kalacağını tahmin etmek zor değil. Dolayısıyla elektrikli araç üretimine geçiş hem hammadde tedariki hem de üretimin altyapısının değiştirilmesi ve ayrıca iç piyasada da elektrikli araç kullanımına uygun altyapının kurulması, geri dönüşüm sektörünün büyümesi gibi sonuçları olacaktır. 2030 yılı itibariyle yeni bir araç yapımında kullanılan plastiğin en az yüzde 25’inin geri dönüştürülmüş malzemeden üretilmiş olması, bunun da yüzde 25’inin ömrünü tamamlamış araç plastiğinin geri dönüşümden elde edilmesi öngörülmektedir.
AB’de ambalaj sektöründe, 2030 yılına kadar “karbonsuzlaştırma” hedefi doğrultusunda tüm ambalajların yeniden kullanılabilir ve geri dönüştürülebilir olmasını amaçlayan bir eylem planı bulunmaktadır.
Bu kapsamda tek kullanımlık plastiklerin kullanımı 3 Temmuz 2021 tarihi itibari ile yasaklandı. Yasak kapsamına girecek olan ürünler kulak temizleme çubukları, bıçak, çatal, kaşık, tabak, pipet, karıştırıcı, balon plastik saplarıdır. Bu yasak kapsamına genişletilmiş polistirenden yapılma gıda ve içecek kapları ile oxo-bozunur plastikten yapılmış tüm ürünler de girmektedir.
İlk olarak 2015 yılında Avrupa Komisyonu Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’nı kabul ettiğinde, plastik konusu önceliklendirilmiş, 2017 yılında ise 2030 yılına dek tüm plastik ambalajların geri dönüştürülebilir olacağı kabul görmüştür. Avrupa’da toplanan ve geri dönüştürülebilen plastiğin oranı yüzde 30’dan daha azdır. Toprağa gömülen plastik oranı yüzde 31, yakılan ise yüzde 39 civarındadır. Yakılan plastik ve plastik üretiminin bir yılda neden olduğu karbon emisyonu 400 milyon ton civarındadır. AB plastik atığının yüzde 59’u ambalajdan gelmektedir. Yüzde 8’i elektrik ve elektronik kaynaklı iken otomotivin, inşaat ve yıkım ile tarımın payı yüzde 5 civarındadır. Öte yandan, 5 mm’den küçük mikroplastikler denizlerde birikmekte, besin zincirine dahil olmaktadır. Mikroplastikler havada, içme suyunda, tuz ve bal gibi gıdalarda tespit edilmektedir ve insan sağlığı üzerindeki etkisi bilinmemektedir. Her yıl 75.000 ilâ 300.000 ton arası mikroplastik çevreye verilmektedir.
Bilindiği gibi bu konuda Türkiye, sadece 2019 yılında plastik poşetlerin ücretlendirilmesi için düzenleme yaptı. Bu düzenlemenin, poşet kullanımını yüzde 75 oranında azalttığı iddia ediliyor. Ancak, tek kullanımlık pipet, bardak kapakları, çatal-bıçak gibi diğer plastik ürünlere yönelik henüz bir ulusal yasak bulunmuyor. Buna karşın, plastik dahil olmak üzere çöp ithalatında Türkiye, Avrupa ülkelerinden plastik atık ithalatında son beş yıldır ilk sırada yer alıyor. Greenpeace Türkiye’nin derlediği verilere göre AB ülkeleri ve İngiltere’den Türkiye’ye 2023 yılında 456 bin 507 ton plastik atık gönderildi. Bu, günde 125 çöp kamyonuna eş değer. Türk Plastik Sanayicileri Araştırma Geliştirme ve Eğitim Vakfı (PAGEV) verilerine göre de Türkiye’nin 2023 yılında ithal ettiği plastiklerin miktarı 623 bin ton.[9]
Türkiye’deki temel sektörlerden biri olan tekstil alanı için de Avrupa Komisyonu 5 Ocak 2021’de AB Tekstil Stratejisi Yol Haritası’nı açıkladı. Komisyonun tekstile yönelik 2030 vizyonu şu şekilde açıklandı:
-2030 yılına kadar AB pazarına sunulan tekstil ürünlerinin, sağlığa zararlı maddelerden arındırılmış, büyük ölçüde geri dönüştürülmüş elyaflardan, sosyal haklara ve çevreye saygılı olarak üretilmiş, uzun ömürlü, dayanıklı ve geri dönüştürülebilir olması,
-“Hızlı modanın modası geçti” (fast fashion is out of fashion) mottosu kapsamında yeniden kullanım ve onarım hizmetlerinin yaygınlaştırılmasıyla tüketicilerin, yüksek kaliteli ve uygun fiyatlı tekstil ürünlerinden daha uzun süre faydalanmasını sağlayacak iş modellerinin geliştirilmesi,
-Üreticilerin değer zinciri boyunca ürünlerinin sorumluluğunu üstlenmesi,
-Geri dönüşüm için Ar-Ge çalışmalarının arttırılmasıyla tekstil ürünlerinin yakılması ve çöpe atılmasının minimum düzeye indirilmesi olarak belirlendi.[10]
Avrupa Komisyonu 2019 yılında tekstil sektörünü döngüsel ekonomi için öncelikli sektör olarak tanımlamıştır. Ancak tekstil sektöründe hammadde kaynaklarının yüzde 85’i, su kullanımının yüzde 92’si, karasal alan kullanımının yüzde 93’ü Avrupa ülkelerinde değil, tekstil üretiminin yapıldığı ülkelerde gerçekleşmekte ve sera gazı emisyonlarının yüzde 76’sı yine bu üretim yapılan ülkelerde oluşmaktadır. Dünya çapında tekstil ürünlerinin yüzde 1’inden daha azı geri dönüştürülmektedir. Türkiye’de Tekstil Sektöründe Entegre Kirlilik Önleme ve Kontrol Tebliği 14 Aralık 2011 tarihli ve 28142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş, 2015 yılında bir kez güncellenmiştir. Türk tekstil sanayisinde 1 ton tekstil kumaşı için 20 ilâ 230 m3 arasında su tüketilmektedir. Yüksek su tüketiminin yanı sıra, tekstil endüstrisi yüksek kimyasal madde (yardımcı kimyasal, boya, vb.) kullanımı ile de dikkat çekmektedir. Ön terbiye, boyama ve diğer proseslerden kaynaklanan yüksek kimyasal yük, tekstil fabrikalarında kullanılan proseslere göre değişkenlik göstermekte ve tekstilde kullanılan toplam kimyasal miktarı üretilen tekstil ürünün ağırlık bazında yüzde 10 ilâ 100’ü arasında değişkenlik gösterebilmektedir.
Tebliğde tekstil sektöründe faaliyet gösteren tesislerin, kendilerine uygun Mevcut En İyi Teknikleri (MET) içeren Temiz Üretim Planı’nı (TÜP) hazırlamaları beklenmektedir. Söz konusu mevzuat çevre kirliliğini sözde önlemeye yönelik olup tekstil sektöründe döngüsel ekonomiye geçişi sağlayacak hükümlere sahip değildir. 2022 yılının ilk yarısı itibariyle yüzde 4,75 olan atık su yeniden kullanım oranının, 2023 yılı sonu itibariyle yüzde 5’e, 2030 yılında ise yüzde 15’e çıkarılması hedeflenmektedir.
AB Döngüsel Ekonomi Eylem Planı çerçevesinde ele alınan gıda, su ve besin maddeleri başlığı altında yer alan gıda atığının azaltılması konusunda ise atık suların tekrar kullanıma sokulması, kimyasal gübre yerine daha fazla geri dönüştürülmüş hayvan gübresi ile daha fazla organik besin maddesi ve kompost gübre kullanma, düzenli depolama konusunda kota uygulaması getirilerek, toprağa gömülen atık miktarı artanlar için kademeli tarife artışının uygulanması, ikincil piyasaların yaratılması için kaliteli geri dönüştürülmüş hammaddeleri üretebilmenin yanı sıra yapılacak düzenlemelerle özellikle hafif hasarlı elektrikli ve elektronik aletlerin satışının mümkün olması için yasal düzenlemelerin yapılması gibi hedeflerden söz edilmektedir.[11]
“Türkiye’nin Döngüsel Ekonomiye Geçiş Potansiyelinin Değerlendirilmesi için Teknik Destek Projesi (DEEP)” isimli IPA II Dönemi projesi kapsamında Ulusal Döngüsel Ekonomi Eylem Planı hazırlanması çalışmaları başlattı. Proje kapsamında, AB Döngüsel Ekonomi Modeli doğrultusunda Türkiye’nin döngüsel ekonomiye geçişte kurumsal ve teknik kapasitesinin güçlendirilmesi için Türkiye genelinde daha verimli kaynak ve atık yönetimine katkıda bulunan döngüsel ekonomiye geçişi teşvik edecek bir Ulusal Strateji ve Eylem Planı’nın hazırlanması amaçlanmaktadır.
Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı içerisinde, atık oluşumunun önlenmesi ve oluşan atıkların miktarının döngüsel ekonomi ilkeleri çerçevesinde azaltılması; 2035’e kadar kentsel atıkların geri kazanım oranının yüzde 60’a yükseltilmesi, biyobozunur atıklardan metan gazının geri kazanım oranının artırılması, düzenli atık sahalarında depolanan atık yüzdesinin, 2053’e kadar ön işlemsiz sıfır kentsel atık depolama hedefine ulaşılacak biçimde azaltılması; kentsel atıktan ATY (atıktan türetilmiş yakıt) üretiminin artırılması; atık su arıtma tesislerinin biyo rafineri tesislerine dönüştürülmesi, yeniden kullanım yüzdesinin artırılması ve arıtılmış atık suların kullanım alanlarının genişletilmesi hedefleri yer almaktadır. Öte yandan, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından sıfır atık yönetim sisteminin kurulması, uygulanması ve yaygınlaştırılması ile Ulusal Atık Yönetimi ve Eylem Planı’nın (UAYP) (2016-2023) revize edilmesi çalışmaları başlatılmış olup, Ulusal Atık Yönetim Planı (2023-2035) hazırlanması çalışmaları yürütülmektedir. Çevre Bakanlığı’nın açıklamalarına göre Proje başlangıcından bu yana 29,3 milyon ton kâğıt-karton, 7,8 milyon ton plastik, 2,9 milyon ton cam, 3,7 milyon ton metal ve 16,2 milyon ton organik ve diğer geri dönüştürülebilir atıklar olmak üzere toplamda yaklaşık 59,9 milyon ton geri kazanılabilir atık, lisans almış işletmelerce işlenerek ekonomiye kazandırılmıştır.[12]
[1] Ticaret Bakanlığı, Yeşil Mutabakat Çalışma Grubu Yıllık Faaliyet Raporu, 2023. https://ticaret.gov.tr/data/667a91b813b87625f00bf578/Ye%C5%9Fil%20Mutabakat%20%C3%87al%C4%B1%C5%9Fma%20Grubu%20Y%C4%B1ll%C4%B1k%20Faaliyet%20Raporu%20-%202023..pdf
[2] https://www.isoyesilblog.com/yesil-mutabakat-eylem-plani-faaliyet-raporu-2022-yayimlandi/
[3] https://www.birgun.net/haber/akp-nin-14-yilinda-santrallar-919-hes-565-termik-107864
[4] https://www.isoyesilblog.com/dongusel-ekonominin-potansiyelleri/
[5] TÜSİAD (2021) Age. s.8-10
[6] https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCresel_at%C4%B1k_ticareti
[7] https://www.k24kitap.org/plastik-cop-ticareti-degerin-cope-donusumu-2250
[8] https://imza.greenpeace.org/turkiye-copluk-olmasin
[9] BBC Türkçe, “Türkiye’nin atık plastik ithalatı neden arttı, çözüm ne olabilir?”
[10] https://environment.ec.europa.eu/strategy/textiles-strategy_en
[11] TÜSİAD (2021), s.13
[12] https://cygm.csb.gov.tr/sifir-atik-ile-geri-kazanim-orani-35e-ulasti.-haber-286897