DEM Parti Çocuk Komisyonu: Barış Sadece Kürt Çocukları İçin Değil Türkiye’deki Tüm Çocuklar İçin Hayatî Bir Koşuldur

El Yazmaları’nın Notu: Bir yılı geride bırakıp yeni bir yıla girerken dönüp/durup çocuk haklarına bakmak adına gerçekleştirdiğimiz röportaj dizisinde bu kez DEM Parti Çocuk Komisyonu Eşsözcüleri Beritan Güneş ve İhsan Seylan ile söyleştik. Kürt sorununun demokratik çözümü yerine savaş ve asimilasyon dayatmalarının Kürt çocuklarına olan etkilerini konuştuğumuz röportajın ülkemizdeki çocuk hakları ve demokrasi, özgürlük, eşitlik, barış mücadelesine katkı sunmasını diliyoruz. İyi okumalar…

Belki biraz tersten olacak ama şöyle başlamak isteriz: Neden Kürt çocuklarını ayrıca konuşmamız gerekiyor/konuşmak zorunda kalıyoruz?

Türkiye’deki tüm çocukları yatay kesen birçok sorundan bahsedebiliriz. Bunlar yoksulluk, işçileştirilme, istismar, tekçi eğitim, cinsiyetçilik, şiddet gibi çok farklı görünümde ve çok boyutlu bir şekilde karşımıza çıkıyor. Ayrıca mültecileştirilen çocukların yaşamak zorunda kaldıkları çoklu sorun alanları mevcut. Ancak burada Kürt çocukların karşı karşıya bırakıldıkları özgül problemlerden ve onlara karşı işlenen özgül suçlardan da bahsetmek gerekiyor belirttiğiniz gibi. Çünkü Kürt çocuklar yukarıda saydığımız tüm sorunlara ve suçlara ek olarak bir de özel savaş politikalarıyla karşı karşıya bırakılıyorlar!

En temel sorun ise Kürt çocukların tıpkı Türkiye’de anadili Türkçe olmayan diğer çocuklar gibi anadilinde eğitim almasının engellenmesidir. Devlet bunu bir yandan eğitim politikalarında tekçiliği yerleşik kılarak yapıyor, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki kimi maddelerdeki şerhini kaldırmıyor, bir diğer yandan ise Kürdistan’da çok dilli eğitim kurumlarını KHK’lerle kapatarak, çok dilli eğitim vermeyi de çalışmalarının merkezine koyan belediyelerimize kayyım atayarak yapıyor. Yani devlet aslında bir süreklilik halinde 100 yıllık asimilasyon politikalarını yeni aygıtları devreye koyarak devam ettiriyor ve asimilasyona karşı mücadele araçlarını da ortadan kaldırmaya çalışıyor.

Kürt çocuklar dediğimizde özellikle savaş ve çatışma süreçlerinden etkilenen ve yaşamını kaybeden çocuklar meselesini ele almak gerekir. Kürdistan’da yıllardır devam eden savaşın en ağır yükünü taşıyan kesimlerin başında çocuklar gelmektedir. Bu gerçek, her geçen gün daha da acı bir şekilde kendini gösteriyor. Savaşın çocuklar üzerindeki etkisi yalnızca onların yaşam hakkını ellerinden almakla kalmıyor, yoksullaştırıyor, yoksun kılıyor ve aynı zamanda fiziksel, psikolojik ve sosyal travmalarını da derinleştiriyor.

Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan bu yana, en az 300 çocuk zırhlı araç çarpmaları, patlayan savaş mühimmatları ve ateşli silahlar nedeniyle yaşamını yitirdi. Çocuklar kendi yaşam alanlarında, oyun oynadıkları parklarda, evlerinde ve hatta sokaklarında dahi güvende değiller. Örneğin, 2015 sonrası süreçte Nusaybin, Cizre, Şırnak, Diyarbakır ve Kürdistan’ın diğer şehirlerindeki ablukalar sırasında Nihat Kazanhan, Mehmet Uytun ve Cemile Çağırga ve daha birçok çocuk yaşamını yitirdi. Bu çocuklar evlerinin balkonlarında, mahallelerinde, sokaklarında ya da yaşam alanlarında hayatlarını kaybettiler.

Dünya genelinde de durum ne yazık ki farklı değil. İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları sonucunda son bir yıl içerisinde binlerce çocuk hayatını kaybetmiştir. Aynı şekilde Ukrayna-Rusya savaşı, en büyük zararı yine çocuklara vermiştir. Savaşın yıkıcı etkileri çocukların yaşamlarını, eğitimlerini, sağlıklı büyüme ve gelişme haklarını ellerinden alıyor. Suriye ve Rojava’da yıllardır süren savaşta da aynı trajedi yaşanmaktadır. Daha birkaç gün önce, evinde uyuyan bir anne ve çocuklarının bombardıman sonucu yaşamını yitirmesi, Kürt düşmanı politikalarını Türkiye içinde ve dışında savaş şeklinde sürdüren iktidarın çocuklara karşı işlediği suçları da çok açık bir şekilde tekrar gösterdi tüm dünyaya.

Kürt sorununun Kürtlerin inkârı ve yok oluşu üzerinden çözülmeye çalışıldığı bir coğrafyada elbette tüm düşmanlık politikalarından çocuklar da etkileniyorlar. Ceylan Önkol’dan Uğur Kaymaz’a kadar pek çok çocuğun isimleri ve yüzleri aklımızda. Ama bir de çocuklar yaşarken maruz bırakıldıkları yoğun bir hak ihlalleri sarmalı var. Geçtiğimiz bir yılı ele aldığımızda, Kürt çocuklarının yaşadığı hak ihlallerinin başında neler gelir? Elbette biliyoruz ki pek çoğu devam eden sorunlar olacaktır…

Kürt halkının kimliğinin ve varlığının inkâr edildiği bu coğrafyada, düşmanlık politikalarının bedelini çocuklar da ödemektedir. Kürt çocuklar, sistematik hak ihlalleri ve baskılarla yaşamın her alanında karşı karşıya kalmaktadır. Kürdistan’daki özel savaş politikalarının sonucunda Kürt çocukları birçok farklı açıdan politikaların hedefi haline geliyor. Ceylan Önkol’dan Uğur Kaymaz’a, Nihat Kazanhan’dan Cemile Çağırga’ya kadar kaybedilen çocukların isimleri ve yüzleri hafızalarımızda yer etmiştir.

Bu noktada Cizre Belediyemizin geçtiğimiz haftalarda iki parka “devlet dersinde katledilen” Nihat’ın ve Cemile’nin isimlerini vermesinin Kaymakamlık tarafından “uygun” bulunmadığını hatırlatmak aslında bize devletin Kürt çocuklara dönük son bir yıldaki yaklaşımının ne olduğunu ve on yıllardır hiç değişmediğini çok net bir şekilde gösteriyor. Katledilen çocukların anısına yapılan bu saygısızlıklar, aslında bu suçlarla yüzleşme gibi bir niyetin olmadığını bilakis bu suçların, Kürt çocuklara karşı işlendiğinde devlet nazarında “suç” kategorisine alınmadığının itirafı niteliğindedir.

Ancak, sadece yaşamlarını yitiren çocuklar değil, hayatta olanlar da baskıcı politikaların sürekli bir hedefi haline gelmiştir. Geçtiğimiz yıl boyunca Kürt çocuklarının maruz kaldığı hak ihlallerinin başında fiziksel ve psikolojik şiddet, eğitimden mahrum bırakılma, gözaltı ve tutuklama süreçleri gelmektedir. Anadilinde eğitim hakkının sistematik olarak yok sayılması, buna dönük taleplerinin görmezden gelinmesi bu ihlallerin en somut örneklerindendir.

Ayrıca, çocukların kolluk kuvvetlerinin sert müdahalelerine maruz kalması, protesto eylemleri esnasında ya da oyun oynarken dahi hedef alınması sıkça yaşanmaktadır. Çocuklar gözaltına alınıp uzun süreli tutukluluklarla tehdit edilmekte, çocukların korunması ile temel hak ve özgürlüklerinin ulusal, uluslararası mevzuatla garanti alınmasına rağmen çocuklara yönelik kolluk şiddeti her geçen gün karşımıza çıkmaktadır. Bakın sadece bir örnek bile kolluğun çocuklara karşı yaklaşımını bize net bir şekilde gösteriyor. Bu yıl içerisinde Nusaybin’de 15 yaşında bir çocuk, babasını gözaltına almak için evlerine baskın yapan kolluk tarafından “baban gelene kadar seni bırakmayacağız” diyerek saatlerce alıkonulmuş ve psikolojik işkenceye uğramıştır.

Bakın bugün Türkiye’deki hapishanelerde 759’u 0-6 yaş arasında anneleriyle beraber kalanlar olmak üzere en az 3 bin 690 çocuk bulunuyor. Çocukları hapsetmenin hele ki 0-6 yaş arasındaki çocukların hapsedilmesinin kabul edilebilir bir yanının olmadığını unutsak dahi hapishanelerde tutulan çocukların, fiziksel ve psikolojik baskıların yanı sıra temel ihtiyaçlarına dahi erişim sağlayamaması, ihlallerin çok boyutlu oluşunu gösteriyor.

Bütün bunlar, genelde çocukların özelde ise Kürt çocuklarının yaşadığı sorunların sadece birkaçını temsil etmektedir. Çoğu zaman görünmez kılınan ya da inkâr edilen bu hak ihlalleri, Kürt meselesinin çözümsüzlüğe itilmesinin, Türkiye’de demokratik eğilimlerin değil devletçi/tahakkümcü eğilimlerin tercih edilmesinin doğrudan bir sonucudur. Çocukların maruz bırakıldığı bu yoğun baskı ve hak ihlalleri sarmalı, sistemin Kürt halkını ve kimliğini hedef alan politikalarının bir parçası olarak devam etmektedir.

Bugün yoksulluk, çocuk hak ihlallerinin arkasındaki en net sebeplerden biri. Eğitimden kopuşlar, ihmal, istismar, işçilik, bodurluk… Son veriler Türkiye’de çocuk yoksulluğunun yoğunlaştığı yerler olarak Kürt illerini gösteriyor. Bu bilinçli bir politika mıdır, neler söylersiniz?

Aslında bu soruya daha geniş çerçevede bir cevap vermek mümkün olabilir. Yoksulluk iktidar tarafından neredeyse tüm topluma dayatılan bir durum haline gelmiştir. AKP-MHP iktidarları boyunca, yanlış kategorisine alınamayacak ve bilinçli bir şekilde uygulanan ekonomi politikaları sonucu yoksulluk, büyük bir toplumsal ve politik kriz olarak karşımızda durmaktayken iktidar tarafından ise yoksulluğun varlığı dahi inkâr edilmeye devam ediyor. Bunu son açıklanan asgari ücrette de çok net görüyoruz. Oysa baktığımızda sosyal yardıma muhtaç hane sayısı 4 milyonu geçmiş, 15 milyona yakın kişi yani her 3 çocuktan 1’i sosyal yardımlarla hayatta kalmak zorunda bırakılmıştır. Aktarılan bu yoksulluk en çok çocukları etkiliyor. Türkiye’de çocuklar, bu ekonomi ekonomi-politik tercihlerin ve yoksulluğun neticesinde daha da yetersiz besleniyor, sağlıkları bozuluyor, eğitim hakkını kullanamıyor kullansa dahi MESEM’lerde sömürülerek işçileştiriliyor, şiddete, istismara uğruyor ve yaşam hakkı ihlal ediliyor. Geçen eğitim öğretim yılından bu yana 12 çocuk MESEM’lerde hayatını kaybetti. Sadece ekonomi politikalarında da değil eğitimden hukuka tüm alanlarda uygulanan adaletsiz politikalar neticesinde günümüzde ciddi bir toplum sağlığı sorunu yaşanıyor ve bu kriz iktidar tarafından görmezden geliniyor. Son verileri incelediğimizde çocuk yoksulluğunun en fazla yaşandığı yerlerin daha çok Kürdistan kentleri olduğu görünüyor ve evet bu çok açıktır ki bir tesadüf değildir. Bir iktidar politikası ve savaş pratiği olarak Kürdistan’daki uygulamaların niteliği, sosyal politikaların yok denecek kadar az olması ve doğrudan sonuç olarak çocuk yoksunluğunun/yoksulluğunun Türkiye’nin diğer bölgelerine nazaran alarm seviyelerinde olması bunun bilinçli ve sistematik olduğunu bize gösteriyor.

Tabii bir de güncel -sürekli bir güncellik diyebiliriz artık- kayyım hamleleri var. Hem daha önceki hem de günceldeki kayyım darbelerinin buralardaki belediyelerin çocuk politikalarına olan etkileri neler?

Kayyımların ilk icraatı, öncelikle belediyelerde çocuklara yönelik dil ve kültür boyutunda faaliyet gösteren kurumları işlevsizleştirmek ve son kertede kapatmak oldu. Belediyelerde var olan çocuk politikası, kayyımla yüz yıllık asimilasyoncu politikaya evrildi. Zarokistan olarak adlandırılan kreşlerde Kürtçe eğitimin önüne geçildi. Zarokistan ismine yasak geldi. Peki ne demek Zarokistan? Zarok çocuk demek, -istan eki ise yurt, ülke ve yaşanılan coğrafya anlamına gelir. Yani kendi dilinde ve kültüründe tanımlanan bir oluşumda bulunamazsınız demek istendi bu yasaklamayla Kürtlere ve Kürt çocuklara. Zarokistan’dan “klasik kreşlere” geçilerek haliyle içerik ve müfredat bağlamında Millî Eğitim Bakanlığı’nın tam da istediği “çocukluk ideolojisine” uygunluk içeren mekanlar oluşturuldu. Çünkü çocuğun gelişiminde eğitim, kültür ve sanatın başat rolü iktidar tarafından da bilinen bir durumdu. Belediyelerimizin çocuk politikasında kültür ve sanat aracılığıyla kolektif belleğin aktarımı söz konusuydu.

Bugün çocuklar, özellikle Kürt çocuklar, Alevi çocuklar okullarda maalesef resmî ideolojinin perspektifiyle oluşturulan bir eğitim almak zorunda kalmaktadır. Bu resmî ideolojinin amacı ise erkek egemen bir anlayışla çocuğu tarihsizleştirmek, kimliksizleştirmek ve geleceksizleştirmek üzerine kuruludur. Bu hem çocuğun ve çocukluğun coşkusunu kıran, yaşam enerjisini sönümlendiren bir şey hem de iktidarın yaratmak istediği çocukluğa giden yolun adımlarıdır. Bizim belediyelerimizin çocuklar için esas politikası ise bu coşkuyu yeniden yaratacak, dilin ve kültürün aracılığıyla var olan asimilasyoncu yaklaşımın etkilerini kıran çocuk politikaları üretmektir. Şimdi belediyelerimizi geri aldığımız gibi ilk yapılan işlerden birisi de yeni bir çocuk politikasıyla çocuklar için özgür yaşamın kapılarını aralayan, tahakkümcü ve cinsiyetçi olmayan bir anlayışla kayyımlarca yasaklanan çocuk kurumlarının tekrardan hayata geçirilmesi oldu/oluyor ve olacak.

Bir yandan kayyımlar var bir yandan da adına henüz kimsenin “barış süreci” diyemediği, iktidar koalisyonunun kendi hamlelerini içeren hesapları var. Ama biliyoruz ki Kürt halkının demokrasi ve barış talebi bu oyunları aşar; barışın toplumsallaşması da bugünün görevlerinden… Barış aynı zamanda bir çocuk hakkı ve en çok da onların ihtiyacı. Bu konuya dair sizin de değerlendirmelerinizle bitirmek isteriz.

Aslında barış hepimizin hakkı ve elbette toplumsal özneler olan çocukların da… Varoluş için olmazsa olmaz bir şey ve Komisyonumuzun sloganında yer verdiğimiz bir fenomen. Ne diyoruz sloganımızda? “Çocuk, barış, özgürlük!” Yani çocuğu ve çocukluğu barış olmadan, barışı talep etmeden ele alamayız. Bu sadece Kürt çocukları için değil Türkiye’deki tüm çocuklar için hayatî bir koşuldur. Türkiye’deki toplumsal, siyasal ve iktisadî her gelişmenin ve gelişmemenin/sorunun temelinde Kürt meselesi ve devletin yaydığı, sürdürdüğü bir savaş ve şiddet politikası söz konusu. Bu durum toplumsal eşitsizliği besliyor, körüklüyor, bütçenin çocuklara aktarılması yerine silaha ve savaşa ayrılmasına neden oluyor. Erkek egemen eril kültür besleniyor, savaşın beslediği şiddet hali tüm topluma sirayet edip yaygınlık gösteriyor ve nihayetinde çocuklar hedef haline getiriliyor. Roboski Katliamı’nda tam 19 Kürt çocuk öldürüldü. Bunu ifade etmek bile bu kadar ağırken ya yaşamak nasıl bir şey? O çocuklar Kürt meselesinin ve devletin çözümsüzlük politikasının sonucu olarak “sınır ticaretinde” yer alıyorlardı ve F-16 uçaklarıyla öldürüldüler.

Sonuç olarak barış olmazsa olmazımız, bunu talep etmek, sağlamak ve arayıcısı olmak yitirdiğimiz çocuklara verdiğimiz sözümüzdür. Barış ile birlikte yeni yaşamın kapıları bize aralanacak ve çocuklarla birlikte inşa edilecek.

Scroll to Top