Takım Elbiseli ve Yeşil Kravatlı “Kovboylar”

Kermit Roosevelt ve ajanlar ekibini bilir misiniz? Nam-ı diğer “kovboylar”! Kendilerine bu lakabı bizatihi kendileri koymuşlardı. Mütevazı oldukları kadar “özgürlük ve demokrasi” savaşçısıydılar(!)

İkinci Paylaşım Savaşı sonrası ABD’nin Orta Doğu’ya ilk saldırısı, 1948’de Siyonist Devleti’nin kurulmasıyla başlamıştı. Filistinliler tehcir ettiriliyor, ölüm kampları adeta Paylaşım Savaşları’nı andıran cinsten tekrardan dünyanın gözüne sokuluyordu. Ne için? İngiltere’nin bölge hegemonyasına ve tekel ayrıcalıklarına son vermek ve petrol için.

Hemen iki üç sene içerisinde, çok da vakit kaybetmeden ikinci bir saldırı hamlesi gündeme geldi. Muhammed Musaddık’ın Şah’a rağmen İran’a başbakan olarak atanması ardına, 1951’de İran önemli karar tasarılarını Meclis’inden geçirmişti. Petrolün emperyalizmden kurtarılması yönünde alınan karar, İran’ın İngiltere’ye bağımlılığını azaltmaya, yolsuzlukla mücadeleye ve dolayısıyla bir dizi görece demokratikleşme açılımlarına dayanıyordu.

İngilizlerin bu gelişmelere müdahalesi için elinde klasikleşmiş bir kozu vardı. Bu koz da sözümüz ona İran petrolünün Sovyetler Birliği’nin eline geçmesini önlemekti. Öyle bir Sovyet tehdidi yoktu fakat İran’a doğrudan askeri olarak müdahale edememelerinin sebebi elbette Sovyetler Birliği’ydi. İran’ın bağımsızlaşması petrolün yönetiminin elden kayması olmakla birlikte Soğuk Savaş sırasınca İran’ın kullanılamayacağı anlamına geldiği için Musaddık yönetimi devrilmeliydi.

ABD bakış açısından, bağımsızlık, eşitlik, demokrasi gibi klişe kavramların peşine takılmak oldukça tehlikeliydi. Öyle ya da böyle bu gibi kavramlar doğrudan ya da dolaylı sosyalizme hizmettir. Ne de olsa demokrasi gelecekse de o ABD eliyle gelir! İran’a da “özgürlük ve demokrasi” o dönem, darbe yoluyla, CIA ajanları kahramanlarımız “kovboylar” aracılığıyla gelmişti(!) ABD, Orta Doğu’ya “demokrasi” getirmeye başlamış ve büyük bir zafer kazanmıştı.

Musaddık yönetimi devrilmiş, Şah, Roosevelt’e övgülerini eksik etmemişti. Şah, Roosevelt’ten bahsederken, tahtımı Allah’a, halkıma ve size borçluyum der. Roosevelt ise o günleri yazarken Şah’ın bu cümlesini, Şah benden bahsederken aslında temsilcisi olduğum “ABD ve İngiltere’den bahsediyordu” diye yorumlar.

1955’te Irak’a uğrar bu “demokrasi”. 1952’deki Mısır’da gerçekleşen askeri darbe ardına Nasır’ın iktidarı alması bir pürüzdür. Topyekûn bir Orta Doğu’nun NATOlaşması hedeflenir. Gel zaman git zaman, arada epeyce “demokrasi” uğramalarını atlayarak (Suriye, Pakistan, Ürdün, Lübnan vb.), 1991’de tekrardan Irak’a uğraması gereklidir bu “demokrasi”nin. 2003’te tekrardan Irak’a. 2011’de Suriye’ye. Ve daha nice sayamadıklarımız.

Soralım o halde, bütün bu “demokrasi” şölenlerine şöyle bir geriye dönüp bakarsak ne görürüz?

Biz savaş, gerilim, katliam, kan, ölüm, tehcir, soykırım, göç, genosidi, halkların yıkımı, çürüme ve insanlığın yitimini görüyoruz. Ha bir de emperyalizm, sömürgecilik, ilksel ürünlerin sömürüsü vb. gibi sefil bir tablo görüyoruz. ABD işi “demokrasi”, Orta Doğu’yu tarih boyunca uçuruma sürmüştür. Hâlâ da sürmektedir.

1960’larda Nasır’lı Mısır ve Baas rejimli Suriye ABD’nin topyekûn bir Orta Doğu’ya egemenliğinin önünde pürüzdürler. ABD’nin sömürgeci, emperyalist tutumlarına karşı herhangi bir blokun tarafları olmasalar da Batı ile bağımlı ilişkilerini sürdürmek istememelerinin bedelini uzun seneler ödemiştirler. Suriye’nin 2011 itibariyle girdiği sürekli savaş denklemi biraz da o dönemlerle ilişkilidir.

8 Aralık Momenti ve Suriye

27 Kasım Lübnan’daki ateşkesin ardından hemen birkaç gün sonra 29 Kasım günü Colani liderliğindeki HTŞ’nin Halep’e saldırıları ile birlikte bölgedeki savaşın Suriye’ye kaydığını gördük. Hizbullah’ın Lübnan’ın güneyindeki mecburi konumlanması, Rusya’nın Ukrayna Savaşı’ndaki aldığı pozisyon, İran’ın yaşadığı güç kaybı olsa gerek 8 Aralık’ta Şam düşmüş, böylece altmış senelik Baas rejiminin sonu gelmiş oldu. Söylenebilecek en net şey herhalde Rusya’nın yenilgisidir.

Esad yönetiminin elbette demokrasi saçtığı söylenemez. O aynı zamanda emperyalist kavganın öznesiydi. Dünyanın politik örgütlenişinin mevcut durumunun, ABD-Batı ekseni ile Rusya-Çin eksenlerinin Orta Doğu’yu paylaşma kavgalarının ortasında kalmış ve bölge halklarına yıkımı getirmiştir. Sözümüz ona Esad diktatörlüğünün devrilmesi Suriye’ye barışı ve demokrasiyi getirecek midir?

Bir dönem Musul’un IŞİD komutanı, dünün el-Nusra’lısı, bugünün takım elbiseli HTŞ-SMO’lusu; cihadist, selefi Colani ve örgütünün elinden gelecek ABD işi “demokrasi”! Kahramanlarımız Roosevelt ve ekibi gibi, yalnız bu sefer darbeci ve ajan değil bildiğimiz dümdüz cihatçı ve selefiler. Ama biraz da ajan gibi, takım elbise ve yeşil kravatlarıyla karşımızdalar. Onlar Amerikan ve İngilizler! O halde lakaplarını biz koyalım. “Kovboylar”. Takım elbiseli ve yeşil kravatlı “kovboylar”.

Yok öyle dünya. En iyi bildikleri iş cihat yolunda kafa kesmek olanlar bugünün kahramanları değildirler. Bugün getirecekleri tek şey halklara yıkımdır. Hele Suriye gibi birçok halka ve inanca ev sahipliği yapan bir ülkede durum çok daha vahim.

Mısır, Türkiye ve Katar

Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, 4 Eylül’de Ankara’da ağırlandıktan yaklaşık bir hafta sonra, Hakan Fidan Kahire’ye Arap Birliği toplantısına on üç sene sonra ilk defa gitmişti. Suriye, Irak ve Libya’daki Türk askerlerinin varlığı da bir bakıma bölgede kontrol altında tutulmalıydı. Mısır ile Türkiye’nin Libya’da da karşı karşıya geldiği tablo devam ederken, iki tarafın çıkarlarınca düzenlenecek yeni tanımlamalara ihtiyaç duyuluyordu.

Kimi sebepleri vardı, bunlardan en önemlisi ticaret. Enerjide ortaklıklar, açılacak yeni ulaşım yolları da sebepler arasında. Mısır’ın da özel olarak Avrupa’ya açacağı ticaret yolları Türkiye’den geçiyor. Doğu Akdeniz’deki enerji yatakları meselesi de Türkiye ve Mısır normalleşmesini zorluyordu. Bu normalleşmeye iten bir diğer önemli zorlama İran’ın Filistin direnişindeki aldığı pozisyonu dengelemek üzere Mısır ve Türkiye’nin Orta Doğu’daki varlığını dengeleyici unsurlar olarak önlerinin açılmasıydı.

O dönem üç aşamalı ateşkes aylarca gündemde iken, Türkiye ve Katar arabuluculuğu da bir diğer gündem idi. Türkiye’nin ve Katar’ın Orta Doğu denklemine girişi garantör ülke olarak Filistin’deki varlıklarıyla tesis edilecekti. Zira bu durum gerçekleşmemişken savaşın seyrinin Suriye’ye kayması yeni bir fırsat olarak sunulmuş oldu.

Bir yanıyla bu süreç 2009’da açılan ve henüz kapanmamış bir defterin de devamıdır. Katar’daki doğalgaz boru hattının önce Suriye’den sonra Türkiye’den geçerek Avrupa’ya ulaşacağı bir fırsatın önü açılmıştır. Suriye’deki yeni durum her haliyle arkasında iktisadi bir denklemle birlikte işliyor.

Mısır açısından da Suriye’deki yeni durum bu üç ülkenin birlikte davranacağı bir düzlemle varlıklarının pekişeceği bir durum olarak varken bir diğer boyutuyla onlar açısından tehlikeler de barındırıyor. Doğal olarak Müslüman Kardeşler’in Suriye’deki cihadist güçlerden moral kazanacağı bir gerçekliğin ortada olması Mısır açısından oldukça tehlikelidir.

Süreç Siyonistlere Yarıyor

Siyonistlerin Golan Tepeleri’ndeki varlıkları bir yana 8 Aralık itibariyle bu varlığın yanında Şam’a 15-20 km yaklaşacak kadar işgallerinin genişlediği görülüyor. Kuneytire kırsalları işgal edilmiş olmakla birlikte SMO’da bu durumla ilgili herhangi bir müdahale görünmüyor.

8 Aralık’tan bugüne siyonistler Suriye’nin bütün askeri varlıklarını yok ettiler. Bununla kalmayıp tapu dairelerinden tutalım birçok devlet kurumlarını da yok ettiler. SMO’nun eski Suriye Arap Ordusu’nun mühimmatlarına erişememeleri için de büyük bir efor sarf ettiler.

Colani’ye kalırsa öylesi bir Siyonist devleti tehdidi Suriye açısından söz konusu değil. Onlar için asıl tehdit İran ve Hizbullahmış. Gelinen aşamada bu tehditler ortadan kaldırıldığına göre ortada problem yokmuş. Elbette bu yorumu Colani’nin, karşısına yeni bir cephe açılmaması yönündeki temkinli davranışı olarak okuyabiliriz. Fakat Şam’ın düşmesi öyle ya da böyle Siyonistlere yaramaktadır.

Kürtler Tasfiye Edilmek İsteniyor

8 Aralık’tan sonra, Fırat’ın batısı ile sınırlı kalacağı konuşulan bir dizi müdahaleler, bugünün gelinen aşamada kapsamını epeyce genişletti. Tel Rıfat ve Şehpa’dan yüz seksen bin sivilin tehciri ile başlayan sürecin ardı arkası kesilmedi. Menbiç, Deyrizor, Rakka, Tabka ve Kobani ateş altına alındı.

13-16 Aralık Kürtler ve diğer güçler arasında bir ateşkes devrede idi, 18 Aralığa kadar da uzatılmıştı. Bugün gelinen noktada çatışma hali devam etmektedir. Bu çatışmalar Türkiye’nin Kobani müdahalesi dahil olmakla birlikte, SMO’nun Menbiç ve Deyrizor’da müdahalelerine bakılınca çatışma halinin Fırat’ın doğusuna da genişlediği görülüyor.

Senelerdir gündemde olan Türkiye’nin güvenlik koridoru kurma istenci devam ediyor. BM Güvenlik Konseyi’nin kararları gerekçelendiriliyor. Bu olasılığın gerçekleşmesi için somut adımlar atıldığında çok daha kanlı bir ortamın oluşabileceğini tahmin etmek zor değil. Kobani ve Kamışlı bölgeleri Kürtler için önemli bölgelerdir.

Diğer yandan Türkiye’nin iç cephesinde yaşanan gelişmeler bir yönüyle Suriye’deki Kürtler ve Türkiye ilişkileri ile de ilgilidir. Fidan’ın konuşmalarına da bakılırsa Türkiye, Kürtleri orada parçalayarak zayıflatma peşindedir. Rojava yönetimi bir diğer taraftan SMO’nun bölgedeki Sünni Kürtlere çağrılarıyla zorlanmaktadır. Bütün bu tablo önümüzdeki süreçte oranın bir hayli hareketli olacağına işaret ediyor.

Azınlıklar Tehlikededir

Şam’ın düşmesinin ardından ara ara azınlıklara yapılan saldırılar 25 Aralık günü itibariyle epey hız kazandı. Önce Hıristiyanların ve seküler Sünni Müslümanların ardından Arap Alevilerin, yapılan katliamlara yönelik gerçekleştirdikleri kitlesel protestoları üzerlerine ateş açılarak cevaplandı. Hemen ardından sokağa çıkma yasakları devreye sokuldu ve yaşadıkları bölgelerde bir dizi katliamlar ile bu süreç devam etti.

Suriye tarih boyunca birçok halka ve inanca ev sahipliği yaptı. Hâlâ durum böyle. Örneğin Sveydâ Dürzilerin yaşadığı bir bölgedir. Hama, Humus, Tartus ve Lazkiye’de Arap Aleviler yaşar. Şam, Halep, Lazkiye ve Humus’ta Hıristiyanlar yaşar. Fırat’ın doğusu yoğunlukta olmak üzere Fırat’ın batısında birkaç bölgeyle beraber Kürtlere ev sahipliği yapmıştır. Şimdiki mevcut durum ve yeni Şam yönetimi ile birlikte bu halkların başta canları olmakla beraber otokton kimlikleri de tehlikededir.

Sonuç

Suriye’deki yeni tablo bir hayli istikrarsızdır ve bu haliyle kalması oldukça zor bir düzlemdedir. İran ve Rusya Suriye’de kaybetmiştir. Şimdiki Yemen’in ateş altında oluşunu da göz önünde bulundurursak önümüzdeki dönemde İran ve Irak’ın yeni hedefler olacağını görmek zor değildir.

Suriye’deki yeni Şam yönetimini, onların tarihleri ve karakterlerini düşündüğümüzde, halkların canının tehlikede olduğunu görmemiz lazım. Fakat elbette ki halkların direnişleri eksik olmayacak, süreç epeyce inişler ve çıkışlarla birlikte yaşanacaktır. Orta Doğu’da eli güçlenen ve önümüzdeki süreçte çok daha fazla konuşacağımız ülkeler Türkiye, Mısır ve Katar’dır. Artık İran’ın dengelenmesinden çok İran’ın parçalanması hedeflenecektir.

Scroll to Top