30 Yıl 3 Ay 6 Gün…-Ali Özgür

Twitter’da, kullanılmayan adıyla X’te, gezinirken çıktı karşıma: VE TAHLİYE… yazıyordu büyük harflerle. Önceki gün, 25 Kasım eylemlerinde gözaltına alınan kadınlarla ilgili olduğunu düşündüm önce. Hayır değildi, İlhan Sami Çomak diyordu hemen altında.

İlhan Sami Çomak,

30 yıl

3 ay

6 gün

sonra

ÖZGÜR !

30 yıl 3 ay 6 gün… O kadar vurucuydu ki! Sürenin uzunluğu muydu beni duraksatan yoksa tek tek alt alta yazılmış olması mıydı? Devamında Kürtçesi yazılıydı:

İlhan Sami Çomak,

piştî

30 sal

3 meh

6 roj

AZADE !

Altında da hapishanede çekildiği belli olan bir fotoğraf vardı. Ağarmış saçları ve kare gözlüğüyle çok tanıdık bir yüz. Yıllarca tutsak kalmış devrimcilere özgü mağrur, yıpranmış ama yıkılmamış, gülümsemesi utangaç kalmış bir ifadesi vardı İlhan Sami Çomak’ın. Fotoğraf tanıdıktı ama -benim eksikliğim- onu hiç tanımamış, hikayesini hiç duymamıştım, hemen araştırmaya başladım. İlhan Çomak hapishanede onlarca kitap yazmış bir şair ve yazardı. 1994 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Coğrafya okurken gözaltına alınmış ve o dönemin amansız celladı Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanıp idam cezasına çarptırılmıştı, daha sonra “iyi hal”den ağırlaştırılmış müebbet cezasına çevrildi idam kararı. Hakkındaki kanıtlar itirafçıların iddialarından ve mahkumların işkence altındaki ifadelerinden oluşuyordu. Suçu devletin hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemlerde bulunmak idi. 2007 yılında AİHM yargılamanın adil olmadığına ve Çomak’ın yeniden yargılanmasına karar verdi ancak yeniden yargılama 2013 yılında başlayabilmişti. 2016 yılında doğru düzgün bir yargılama yapılmadan önceki karar onandı. 21 yaşında içeri giren İlhan Çomak ancak 30 yıl 3 ay 6 gün sonra 51 yaşında çıkabilmişti kendi deyimiyle “üretilmiş karanlık”tan. Tutsaklarımızı genelde akşam saati bırakırlar, özgürlüğün o ilk dokunuşuyla yüzlerine yerleşen mutluluk kameralara yansımasın diye belki de. İlhan Sami Çomak dışarı çıkışının gündüz olacağını hayal etmişti ama yine de memnundu “gerçek karanlığa” erişmekten.

27 Ağustos 1994’te aldılar İlhan Abi’yi. O gün bir arkadaşıyla buluşmuştu, önce İstiklal Caddesi’nde yürüdüler bir yemek yiyip Gezi Parkı’na geçtiler.[1] Biraz oturup Dolmabahçe’ye indiler, hafif bir yaz yağmuruyla ıslandıktan sonra vapurla Üsküdar’a geçtiler, yağmur sonrası yakmayan ama okşayan bir güneş kuruladı ikisini. Böyle güzel bir günün akşamını işkenceyle geçiriyor İlhan Abi. Öyle uzun öyle zalim işkenceler ki işkence bitip de koğuşa girdiğinde seviniyor.

30 yıl 3 ay 6 gün… Düşünebiliyor musun sevgili okur? Başından beri bu kadar uzun kalacağını düşünmemiş İlhan Çomak. Dante’nin cehennemi gibi bütün umutları kapıda bırakmamızı istediler ama bırakmadım diyor. AİHM kararları, yeniden yargılamalar bu umudu ara ara diriltip öldürmüş olsa gerek. Hapishanede en zorlandığı kısım uzun uzun yürüyememek olmuş İlhan abinin. Uzun gece yürüyüşleri, duvar olmadan yürüyebilmek dışarıya dair kurduğu en büyük hayallerden. Anlattığına göre rüyalarında önce tahliye oluyor sonra hakkında tekrar tutuklanma kararı çıkıyordu, “olamaz, olmamalı!” diye dağa koşarken kan ter içinde uyanıyordu. 30 yıl 3 ay 6 gün… bir ömrün neredeyse yarısı olduğunu biliyorsun ama ne kadar uzun bir süre olduğunu yine de tam anlamıyla tahayyül edemiyorsun. Mesela sondaki 6 günle başlayalım ve bir anlığına sizi 6 gün tutsak ettiklerini hayal edelim. Birinci gün alışma günü, nelerden mahrum olduğunuzu anladığınız gün. İkinci gün oturup şöyle internette gezinmeyi özlediğiniz gün, ne akıllı telefonunuz var elinizde ne de bilgisayarınız. Üçüncü gün kendi keyfinize göre müzik dinleyemediğinizi fark ettiniz, radyoda ne çalıyorsa onu dinleyebilirsiniz. Dördüncü gün bir dostla oturup bira içmek, dertleşmek istediniz. Beşinci gün güneşin şöyle teninize dokunup sizi ısıtmasını özlediniz. Altıncı gün sevdiklerinize dokunamadığınızı fark ettiniz oysa ne büyük ihtiyaçmış. İşte bu 6 günden 5 kere daha yaşarsanız bir ayınız geçmiş oluyor hapiste, tebrikler 30 yıl 2 ay 6 gününüz kaldı…

İlhan Abi içeri düştüğünden beri güneşin etrafında 30 kere döndü dünya. İçeri girdiğinde daha ikiz kuleler yıkılmamıştı, Afganistan işgal edilmemişti, Filistin’de her şey yine kötüydü ama barışa dair daha fazla umut ve çaba vardı. Değil akıllı telefon daha cep telefonu bile yoktu ortada. Felaket henüz iktidar olmamıştı, üçüncü köprü yoktu ve yeni havalimanı için binlerce hektarlık orman katledilmemişti. 30 yıl öncenin İstanbul’u o kadar farklıydı ki! Metrobüse bir kere binse şimdiki haline dair az çok fikir edinir gerçi. Çamlıca kulesi isimli ucube yapıyı görünce ne düşünecek acaba İlhan Abi? Marmaray’ı o da bizim gibi mi hayal etmişti: şeffaf bir kapsülün içinden geçerken boğazın balıklarını görebileceğimiz bir ulaşım aracı?

30 yıl 3 ay 6 gün boyunca nelerden mahrum kaldı İlhan abi. 90’ların parasız eğitim gündemli YÖK karşıtı öğrenci eylemlerini kaçırdı, 2010 Taksim 1 Mayıs’ını kaçırdı, en önemlisi Gezi’de ciğerlerine biber gazı çekme fırsatını kaçırdı.[2] Doya doya sarılamadı annesine, kardeşlerine, yeğenlerine. Soğuğu bile hakiki, doğrudan hissedemedi iliklerinde; hapishane soğuğu beton soğuğuydu, yapay bir soğuktu söylediğine göre. Şiirinde dediği gibi: Kışı geçirdik sıra yaşamadığımız baharlarda. Bu kez böyle olsun.

İşte bu korku, 30 yıl boyunca çok şeyden mahrum kalacağımız korkusu kitlelere istemediği şeyleri yaptıran. Siyasi hayattan çekilenler, yurtdışına çıkanlar, rotasını yeniden oluşturanlar… Yarı-zorunlu göçle oluşturulan Alman diasporamızın önde gelenlerinden Ezhel ne diyor yeni çıkan albümünde:

Soğuk oluyormuş gurbet

İnsan suratları gudubet

Ezhel’im haline şükret

Hapiste olmak vardı bir müddet

Yanlış anlaşılmasın ne Ezhel’i ne Can Dündar’ı ne de Erk Acarer’i göçlerinden dolayı yargılamaya niyetim de haddim de yok. Ama şurası açık ki mücadelemiz belli aşamalara geldiğinde belli bedeller ödüyoruz, dört duvar arasındaki bedelleri ödememek için de başka bedeller ödüyoruz. Buna dair de sözü var İlhan Çomak’ın: Elbette cezaevinde olmak tercih edilir bir şey olamaz ama kötülük seni sardığında yapılacak şey bunu kabullenmek değil, bunu asla kabullenmedim. Yıllar önce söylediği bu sözlerden bir adım geri atmadı İlhan abi, çıktığında “bu bir sınavdı ve ben geçtim” diyecekti.

Zihnime bir avuç çivi gibi teker teker çakılan o 30 yıl 3 ay 6 gün beni baştan ayağı bir sorgulamaya itti. Dört duvarın arasında bir zerre paslanmayan, geri durmayan, üreterek var olan Selahattin Demirtaş gibi Figen Yüksekdağ gibi İlhan Çomak gibi biz dışarıdaki tutsakların da paslanmama, geri durmama, üreterek var olma görevlerimiz var. İçeridekilerin 30 yıl sonra bile umutsuz olmak geçmiyorsa akıllarının ucundan bizim de umutsuz olmaya hakkımız yok çünkü “bu bir sınav” ve bizim bu sınavı geçmemiz gerekiyor. Dört yanımızı saran yoksulluktan, şiddetten, katliamlardan ve geleceksizlikten kalemimizi sivrilterek çıkmamız gerekiyor.

Dipnotlar:

[1] Çomak’ın hayatına dair bazı bilgileri “Gönderen: İlhan Sami Çomak” isimli belgeselden edindim. Belgeselin linki: https://youtu.be/8y28eaQOh-w?si=sz1ba1AoU_n2ClnU

[2] Evrensel Gazetesi’ne verdiği röportajda İlhan Sami Çomak, kaçırdığına en üzüldüğü eylemin Gezi olduğunu söylüyor: https://x.com/ilhan_comak/status/1862218939989713111

Scroll to Top