Satış Sözleşmelerinden Protestocu Söyleme, Belediye Grevleri

Geçtiğimiz günlerde İstanbul ve İzmir’de gerçekleşen toplu sözleşme süreçleri ve grevler belediye işçilerinin yoksulluğa öfkesinin hayal kırıklığına dönüşmesiyle sonuçlandı. Sözleşmeler işçilere rağmen art arda imzalandı.

Tek Tip Sözleşmeler

İstanbul’daki 13 belediyenin sözleşmesi AKP’li belediye şirketlerinin üye olduğu MİKSEN ile Hizmet-İş sendikası arasında 8 Kasım’da imzalandı. Hizmet-İş 3 yıllık sözleşmelere imza atarken yevmiyeler brüt 1150-1200 bandında kaldı. En yüksek ücretle imzalanan TİS, henüz yeni CHP’ye geçtiği için işçilerin hala Hizmet-İş’e üye olduğu, Üsküdar Belediyesi’nde brüt yevmiye 1460 oldu.

CHP’li belediyelerin bağlı olduğu işveren sendikası SODEMSEN’in tüm belediyelerde izlediği yöntem işçilerin ücretlerini baskılamak oldu. Ücret hesaplamalarına ikramiyeler ve yol-yemek paraları eklenerek kamuoyuna açıklandı. Ek olarak, işçilerin geriye dönük alacakları da ileri bir tarihe ertelendi.

CHP’li Belediye başkanları görüşmelerde yer almadı ve işverenin temsilciliğini ülke genelinde SODEMSEN yaptı. CHP genel başkanı “Asgari ücret en az 30 bin olmalı” açıklaması yaparken işçiler CHP’li belediyelerde ücret zammı için greve çıkıyor ve gece yarısı CHP tarafından yönlendirilen Genel-İş genel merkeziyle imzalanan sözleşmelerle iradeleri eziliyordu. 

Sendika Bürokratlığından Siyaset Bürokratlığına

Genel-İş genel merkezi ve özellikle de Başkan Remzi Çalışkan, işveren CHP ile ortaklığını gizleme ihtiyacı bile duymadan, açıktan işçi sınıfına ihanet etti. Genel-İş genel merkezinin tutumu “Sendikalizm” olarak bile değerlendirilmeyecek bir düzeyde. İşçinin ücret mücadelesini dahi yürütmeyerek, işverenlerle onların çıkarlarını esas alan bir suç ortaklığı içindeler. 

Genel-İş’in CHP’nin çıkarlarını gözetme ‘hassasiyetinin’ kaynaklarından birisi, AKP’den CHP’ye geçen belediyelerde çalışan işçileri kendi sendikalarına üye yapma isteğidir. Onbinlerce işçinin ayda bir günlük yevmiyesini ‘aidat’ olarak alan Genel-İş genel merkezi sanki bir şirket gibi sermaye birikimi oluşturuyor. Zaten sendika yöneticileri de hiç saklamadan lüks içinde yaşıyor. Zenginleşmeyle de kendilerini sınırlamayan sendika bürokratları siyaset bürokratlığına doğru basamakları tırmanıyor. Şube yönetimlerin çoğu da bu parazit kastla uyumlanıyor, söylem düzeyinde itiraz içinde olsalar da alternatif bir mücadele biçimi geliştiremiyor.

Fiili Grev Hazırlığı Yoktu

Grev süreçleri boyunca öne çıkan temel zaaf, alternatif olma iddiasındaki kimi şube yönetimlerinin genel merkezin “arka odalarda” imza atmasının önüne geçebilecek bir ön hazırlık yapmamış olmasıydı.

Anadolu Yakası’nda bulunan 4 belediyenin bağlı olduğu Kartal, Ataşehir, Maltepe ve Kadıköy şube yönetimleri bir koordinasyon oluşturmuştu. Fakat oluşturulan koordinasyon esas yerleşmesi gereken yere yani işyerindeki birimlere, işçilere yayılmamış, yöneticilerle sınırlı kalmıştı. İşveren örgütü SODEMSEN, belediye yönetimi ve Genel-İş genel merkezi ise, sımsıkı ortaklaşarak işçileri kuşatacak tarzda davranıyordu. Bu güçlü kuşatmayı yarabilecek bir hazırlık yapılmamıştı.

Genel-İş genel merkezinin toplu sözleşmeyi işçilerin iradesi dışında imzalayacağı tahmin ediliyordu. Kartal ile başlayan grevde kırılma oluşursa diğer belediyelerde de benzer süreçler olacaktı, belliydi.

Beklenen oldu! 

Kartal’da genel merkezin şubeyi tanımadan TİS’i imzalaması sonucunda, dış temizlik biriminde çalışan işçiler fiili ücret zammı talebiyle greve geçti. Kartal’da başlayan fiili greve destek amaçlı Maltepe Belediyesi işçileri de bir günlük iş bıraktı. 2. günün öğle saatlerinde 200 işçiye belediye yönetimi tarafından işten çıkarılma mesajı atıldı. Bunun üzerine talepler kabul edilmezse ve işçiler işten çıkarılırsa, sonraki gün Kadıköy, Ataşehir ve Maltepe şubelerinin de iş bırakması kararı alındı.

Fakat 2. günün gecesinde belediye başkan yardımcısının ocak ayında ek protokol imzalanacağı ‘sözüyle’ Kartal’daki fiili grev sonlandırıldı. 

Merkezin satış sözleşmesine alternatif olma iddiasında bulunan kimi şube yöneticileri ve temsilciler ise, sorumluluğu işçilerin sırtına attı. Fiili grev, yasallık tartışmasına sıkıştırılıp boğuldu. Evet, belki şube yöneticilerinin kimisinin satış sözleşmesinde imzası yoktu ama işçileri seçeneksiz bırakmışlardı. Grev alanlarıyla temas halinde olan sosyalist ekiplerin ise önermeleri güzel söylemlerle ve protestoculukla sınırlıydı.

İşçilerin sırtına binen vergiler, zamlar ve bunun yarattığı geçinme krizi TİS sürecinde işçilerin öfkesinin ve grev kararlılığın temel gerekçesiydi. Fakat aynı gerekçeler, işçilerde işten atılma kaygısını da büyütüyordu.

Şube yöneticilerinin farklılıkları olmakla birlikte hepsinin ortaklaştığı yer, işte tam bu anda işçinin ihtiyaç duyduğu bir güven zemini yaratamayarak genel merkeze teslim olmaları oldu. 

Belediye işçilerinin sırtına yüklenen bir diğer gerilim ise, sistem içi muhalefete mecbur edilme hali, yani CHP’nin grevlerle AKP karşısında ‘yıpratılacağı’ söylemiydi!

Grevler devam ederken işçilerin sürekli zorlandığı bir diğer mesele “CHP’yi yıpratmayın” uyarısı oldu. Bir yanda emek çalıştayı yapan CHP öteki yanda işçiyi işten atma tehdidiyle sefalete mahkûm edecek, ama işçiler her koşulda sözde demokrasi kurtarıcısı CHP’ye sahip çıkacaktı!

İşçilere ve grev süreçlerine dayatılıp an an yoğunlaşan bu gerilimleri aşacak bir güç alanı oluşturulamadı.

Kartal’ın imza atması Ataşehir’i ve Maltepe’yi, Maltepe de diğer belediye grevlerini bir döngü şeklinde belirledi. Türkiye geneli fiili bir greve dönüşecek süreç başlatılamadı. 

Maltepe Belediyesi’nde, grevin 2. günü şube yönetimi en başından yükselttiği itirazlarda geri adım attı ve işçilere rağmen toplu sözleşmeyi imzaladı.

Şube yönetimi, devamlı olarak işçilerin iddiasını yükselten konuşma ve tartışmalar yapmıştı. Fakat o yüksek iddiaları harekete geçirecek olan işçinin bir ön hazırlıkla süreci bilincine çıkarması ve sorumluluğunu üstlenmesi gerçekleştirilmemişti. Diğer belediyelerden farklı olarak Maltepe’de SODEMSEN’in yerine belediye başkanının masaya oturması sağlansa da şube yönetimi sürecin akışında inisiyatifini kaybetti. Ve işçinin şube yönetimine duyduğu güven çatırdadı, işverenin sorumluluğu görünmez oldu. Şube yönetimi, grev öncesinde işçilerinde parçası olduğu ortak kabul ve kuralları işler kılamadığı halde işçiyi suçlayan bir pozisyona savruldu. 

Kadıköy’de yaşanan süreç ise, işçilerin kendi seçeneğine odaklanmak zorunda oluşunun en güçlü görüldüğü yer oldu. 00.00’da henüz grev pankartının ipleri bağlanıyorken, neredeyse aynı anda/00.01’de işçiler işverenin mesajıyla satıştan haberdar oldu. Kadıköy’de işverenle ortaklaşan Genel-İş genel merkezi, bilinçli bir biçimde işçiyi hiçe saymış, tam da Grev pankartının asıldığı saatte işverenle “anlaşarak” işçinin burnunu yere sürtüp onurunu kırmayı, kişiliğini ezmeyi amaçlamıştır. İşveren ve Genel-İş’in ortak yaptığı bu hamle karşısında fiili greve geçilebilecek bir hazırlık olmadığı için şube yönetiminin ve kimi işçilerin istifasıyla yetinilmiş oldu. 

Genel-İş merkezinin başından itibaren CHP ile el ele olduğu sürecin sonunda geriye kalan işçilerin öfkesi ve çıkış arayışı oldu. 

İşçiler öfke ve arayışlarının sonucu olarak iş kolunda yetkili 3 sendikadan biri olan Genel-İş’ten istifayı tartışıyor. Öte yandan işçiler TİS’ten faydalanabilmek için dayanışma aidatı ödemeye devam etmek zorundalar. Dolayısıyla, istifalar onurlu bir duruşu temsil etmekle birlikte, sendika ağalarının yarattığı mali çarkları kıramıyor.

Başta Remzi Çalışkan olmak üzere sendika gangsterlerinin koltuklarında rahat rahat oturmalarının karşısında, sınıfın öz çıkarlarını kendine omurga yapan bir sınıf iradesi işçiler tarafından örgütlenmelidir. 

Esas Mücadele Teşkilatlanmadan Geçiyor 

İşveren, sendikanın ve işçinin dayanma gücünü analiz eder ve taktiklerini ona göre belirler. Belediye grevlerinde de öyle oldu. Hem belediye yöneticileri ve meclis üyeleri hem de işveren sendikasının temsilcileri oldukça kararlı ve soğukkanlı bir biçimde işçilerin içindeki çelişkilere oynadı. İşçilere yoğun bir siyasi basınç ve işten atma tehdidiyle yüklendiler.

En kritik meselelerden biri olan işçi eğitimlerinin yapılmaması, işçiler arasındaki çelişkilerin hızla açığa çıkmasına yol açtı ve moral üstünlük işverene geçti.

İşçi hareketindeki sendikalar faciasının aşılmasına dair geliştireceğimiz çıkış yöntemi; İsmet Demir’in, Necmettin Giritlioğlu’nun, Çetin Uygur’un ve Kenan Budak’ın pratiğinde saklı. Facia günümüzde derinleşmiş olmakla birlikte yeni değil ve çözüm de bilinmez değil. 

İşçilerin günlük taleplerinin bile karşılamaktan uzak sendikal çürümeye müdahalenin yöntemi işyerlerinde işçinin karar ve sorumluluk sahibi olmasını sağlamaktan geçiyor. Sosyalist hareketler ise, kapitalizmin dayattığı çürümenin karşısında yeni bir yaşamın mümkün olduğunun işçilerin bilincine kazanılmasına öncülük yapmalıdır. 

Nedir o çözüm? 

En önemlisi; İsmet abinin değerlendirmesiyle “işçilerin teşkilatlandırılmasıdır”. Her direnişte hatırlattığı üzere, “işçiler arasında çelişkiler vardır” ve işveren bu çelişkilere oynar. Çelişki, işin niteliğinden kaynaklanan farklılıklar olabilir, işçinin kimliği, memleketi ve siyasi görüşünden kaynaklanan farklılıklar olabilir. 

Teşkilatlanmak, şu yahut bu sendikaya üyelikten öte, işçiler arasındaki birlik ve güven ortamının inşasıdır. 

Bir diğeri, işçinin kazanımı nasıl elde edeceğini bilince çıkarmasını ve mücadelede sorumluluk üstlenmesini sağlamaktır. İşçi dışarıdan göreceği desteğe fazla anlam yükler ve beklentiye girer -ünlü sanatçı, sosyal medya, x ya da y kurumun başkanı-. Yine İsmet abi bu konuya Aliağa örgütlenmesinden örnek verir; “gençliğin sendika ile birlikte olduğu ve işçilerin davasına kesin çözüm getireceği işçiler arasında yayıldı. İşçiler, siz yapın biz kazanalım havasına girdi.” 

İsmet abinin bir diğer uyarısı ve bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey ise mevzilenmek, güçlenmek. Eylem anlarıyla sınırlı bir müdahale işçilerin örgütlenmesi ve kazanımı için yeterli değil. Sermayenin kuşatması işçilerin 7/24 tüm yaşamına yayılmış durumda ve böylesi güçlü bir kuşatma ancak en az onun kadar güçlü ve yaygın bir karşı kuşatmayla yarılabilir.

Son olarak toplarken yeniden ve özellikle vurgulayalım, iki yıl sonraki belediye işçilerinin toplu sözleşme süreçlerinin şimdi yaşananlardan farklılaşmasının yöntemi, şimdi yaşananların benzerinin yine işçiye dayatılacağını baştan kabul etmek ve bu kabul üzerinden işçilerin karar ve yetki sorumluluğunu eline alabileceği işyeri komitelerinin hemen kurulmasından geçiyor. Sözleşmeleri beklemeye gerek yok, her gün mücadele günüdür.

Satış sözleşmelerinin yarattığı bu fırtına dindiğinde başlayacak asıl iş , belediyelerin en kritik birimi olan dış temizlikten başlayarak komiteler kurma, belediyelerin farklı birimlerindeki bu komitelerin birbiriyle koordinasyonunu sağlama ve diğer belediyelerdeki işçi iradeleriyle bütünlüklü bir eylem hattı oluşturmaktır.

Tarihimizde saklı deneyimleri bugünle buluşturabiliriz.

Kenan yoldaşın öncülüğündeki Zeytinburnu semti ve Kazlıçeşme deri işçilerinin pratiğinde açığa çıkan, işçilerin yaşam alanları olan mahallelerdeki dayanışma komiteleri ile işyeri komitelerinin bir arada olacağı direniş cephesini yaratmak bugün temel görevimiz. Kenan’ın örgütlenme deneyimi, Kazlıçeşme deri ve tekstil atölyelerinden Zeytinburnu semtinin Şabanağa ve Çırpıcı mahallelerinin kahvelerine, kahvelerden evlerine yayılan ve işçinin yaşamının tüm sorumluluğunu üstlenen bir proleter sosyalist duruşun inşasıydı.

Sendikal çürümenin aşılmasının yöntemi günümüzde de işçinin yaşamının her alanına yayılacak örgütlenmeden geçiyor.

Proleter sosyalist duruşun bir diğer temsilcisi Necmettin Giritlioğlu da makam, mevki, ayrıcalık peşinde koşmaz, Ankara Yapı İşçileri Sendikası bölge temsilciliği yaparken Aliağa şantiyesi işçilerini örgütlemek için İzmir’e geçer. Ve daha 26 yaşında grevin ilk günü patronun yönlendirdiği bir grev kırıcı tarafından öldürülür. 

İşçi önderleri Kenan Budak ve Çetin Uygur bir yandan yaşamlarını ortaya koyarak 12 Eylül’ün karanlık günlerinde faşizm koşullarında işçileri örgütlerken diğer yandan faşizme karşı direniş cephesi inşa etmeye çalışır. 

12 Eylül’ün hemen öncesinde yapılan DİSK 7. Genel Kurulu’nda Çetin abinin ve Kenan’ın öncülerinden olduğu 7 sendika, Devrimci Demokrat Platform olarak yayınladıkları ortak bildiride, CHP eğilimli yöneticiler tarafından ‘işçilerin DİSK’te biriken direniş azminin yok edilmesine’ itiraz ediyordu. Nitekim o Genel Kurul’dan 2,5 ay sonra gelen 12 Eylül faşizmi işçi sınıfının kazanımlarını paramparça etti.

Bugün DİSK’te benzeri bir süreç işliyor. AKP-MHP ittifakının faşist ilerleyişi karşısında, işçi sınıfının mücadele azmi Genel-İş’in başını çektiği klikle CHP’ye içerilip çürütülmeye çalışılıyor.

Belediye grevleriyle bir kez daha açığa çıkan, devrimci-demokratik bir ittifak alanın kurulması zorunluluğudur. Ülkenin içinde bulunduğu çoklu krizler, işçilerin ücret mücadelesinin siyasi mücadeleyle birleştirmenin imkanlarını açığa çıkarmış durumda. Herkesin imkân ve riskleri gördüğü yerde aslolan imkânın gerçeğe dönüşmesini sağlayacak yoğun emeği göze alma ama aynı anda neyi ne zaman kazanacağını hesaplayabilen ustalıkta yatıyor.

Scroll to Top