Kurtuluş Zihinsel Değil Tarihsel Bir İştir* – Kolektif

Toplumsal Özgürlük Partisi İzmir Kültür Sanat Meclisi olarak yaz döneminde verdiğimiz küçük bir molanın ardından, eylül ayında düzenlediğimiz Zamanımız ve Biz söyleşisinde “Türkiye’de Spiritüel Arayışlar” hakkında konuştuk. Bugünün kriz, baskı, savaş ortamında; yoga kamplarından mindfulness eğitimlerine, totemlerden sema dönmeye, şifacılıktan doğayla bütünleşmeye kadar tüm bu krizleri bir yana bırakarak bireylere kişisel kurtuluş vadeden spiritüel arayışların ne gibi toplumsal dinamikler içerdiğine yakından bakmak istedik. Bu yeni ve güçlü toplumsal yönelimin sebeplerini anlamak, bu eğilimlere göz kırpmamak, diğer yandan da içinde muhalif nüveler barındıran bu gruplarla temas zorunluluğu ve sorumluluğu kaçınılmaz.

Doğayı, yaşamı anlama ve anlamlandırma çabasının bir ürünü olarak ortaya çıkan metafizik inanışlar, dinler, mitler, efsaneler; farklı suretlerle, dönemin ihtiyaçları ve özelliklerini de içeren önemli çıktılardır. Birçok toplumsal dinamiği de içeren ve her dönem kendine has inanış biçimlerini ortaya çıkaran, eylemi ve pratiği, özü itibariyle diğer inanışlardan etkilenerek ya da diğerlerinde olanın tam tersini pratik ederek varlığını sürdürür.  kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelen ve her dönemin ekonomik/tarihsel koşullarıyla sentezlenmiş inanışlar insana; yaşadığı zorluklar, gündelik hayat, başkalarıyla nasıl bir ilişki kurması gerektiği gibi konularda ne yapması gerektiğini söyleyerek, psikolojik ve duygusal ihtiyaçlara yanıt vererek kişiyi rahatlatır. Gündelik hayatını düzenleyerek krizin, baskının, yalnızlığın yarattığı boşlukları doldurmasına yardımcı olur.

“Dinsel sefalet, bir yandan gerçek sefaletin dışavurumunu, öte yandan bu sefalete karşı bir protesto oluşturuyor.” **

İnsani, temel ihtiyaçlarımızı karşılamanın iyice zorlaştığı, hayatta kalma mücadelesinin daha da sertleştiği ekonomik koşullar içerisinde yaşamaya çalışıyoruz. Bir yandan da yalnızlıkla, boşluk hissiyle, anlam yitimiyle, bunalımlarla ve depresyonlarla mücadele ediyoruz. Kapitalist krizi net bir biçimde kavrayabiliyorken duygusal, psikolojik ve sosyal sorunların sistemsel olduğunu görmek kolay olmayabiliyor. Sorunlara bireyselmiş gibi yaklaşıp kurtuluş bireysel çözümlerde aranıyor. Özgürlük pınarından kana kana içtiğini zannederken çemberin aslında ne kadar daraldığı fark edilmiyor. 

Gözlemlerimiz ve bizzat tanıklıklarımız ışığında hem dünyada hem de Türkiye özelinde yeni arayışlar içeren bazı spiritüel arayışların olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu arayışların tarihsel, toplumsal yapısına ve daha da önemlisi bu arayışların öznelerinin kim olduğuna bir bakalım.

Kim bu spiritüeller?

Hande Gür, Kurtuluş Cengiz ve Önder Küçükural tarafından yazılan Türkiye’de Spiritüel Arayışlar kitabı, günümüz spiritüellik anlayışına ve hangi toplumsal kesimlerin bu inanışları benimsediğine dair bizlere oldukça belirgin bir çerçeve sunuyor. Akademik bir çalışma kapsamında yapılan görüşmeler ve gözlemler, bu kişilerin; orta, üst sınıf beyaz yakalı, eğitimli (örneğin bankacı, mühendis, doktor), ana akım dinden tamamen kopmamış fakat bunun dışında kendi öznel inanç sentezini oluşturmuş kişiler olduklarını gösteriyor. Yazarlar bu nedenle bu bireyleri  Kemalist-cumhuriyetçi ailelerin spiritüel çocukları olarak tanımlıyor. Bu grupta yer alanların çoğunluğunu kadınların oluşturması da oldukça dikkat çekici yönlerden biri. Tam da bu noktada vurgulamak gerekir ki, feminizm, kadınların kurtuluş hareketi, kadınlar üzerindeki etkisi, gücü ve dönüştürücülüğü açısından bugünün dünyasının önemli bir akımıdır. Bu özgürleşme hareketinin etkisiyle çoğunlukla kadınların, erkeklerin henüz domine etmediği bir alanda, spiritüel arayışlara yönelmesi sürpriz değil. Ataerkil sistem, baskıdan bunalan erkekler için çeşit çeşit rahatlama, eğlenme, kafayı boşaltma alanları sunarken patriyarkaya boyun eğmek istemeyen, değişime dönüşüme erkeklerden çok daha fazla açık kadınlar ve LGBTİ+’lar için spiritüalizm bir tür kendini gerçekleştirme kapısı olarak işlev görüyor. 

Geleneksel ikili cinsiyet sistemi anlayışına karşı özellikle kuir teoriyle daha çok perçinlenen cinsiyetin bir spektrum olduğu anlayışı, spiritüalizm için de geçerli. Diğer yandan bu akımın, geleneksel toplumsal cinsiyet normlarına dayalı, “eril ve dişil anlatılar”a sırtını yaslayan ve bunu yeniden üreten güçlü bir yanı da var. Tanrıça bilgeliği ile rahim bilgeliği arasında köprü kurup “duyusal ve sezgisel” olanın dişi olduğu safsatasını kadim bir bilgi gibi sunuyor. Yani aslında geleneksel eril ve dişil rolleri mitolojik anlatılarla bezeyip kadınlara yeniden servis ediyor. Cinsiyet rollerinden kurtulmaya çalışan kadınlar, bu anlatılarla kendilerini yeniden cinsiyet rollerine hapsedilmiş olarak buluyor.

Farklı inançları ve ritüelleri birleştirme esnekliği tanıması herhalde spiritüelliğin en rahatlatıcı yönlerinden. Akşamları düzenli reiki yaparken öncesinde fatiha okuyan; kendini hem Budist hem Müslüman olarak tanımlayabilen; bir yandan bilime inanırken diğer yandan nazara, kötü ruhlara vs. inanan insanlar söz konusu. Dolayısıyla, bu tür hareketlerin bağdaştırmacılıkla (senkretizm) farklı inanışları kaynaştırabilmesi, geleneksel dinlerin kişi üzerindeki baskısını hafifleterek  bireyleri belirli bir inanca tâbi tutmaması hem onlara hem de katılımcılara büyük kolaylık sağlıyor. 

Dünyanın içinde bulunduğu hakim düzenden rahatsız olup etik ya da politik tavır alan ve bu yolda bir araya gelen veganlar, LGBTİ+’lar, temiz gıda hareketleri, çevre ve hayvan hakları savunuculuğu gibi bir tür karşı duruş içeren hareketlerin de spiritüel arayışlarla aynı dalga boyunda olduğunu söyleyebiliyoruz. (Elbette hak savunucularının spiritüel inanışları olduğunu değil, bu krizler ortamında bir muhaliflik içerdiği tespitini yapıyoruz.) Spiritüellik ve adı geçen akımların aktivizmle sınırlı kimi pratikleri düzene yeni adaptasyonlar üretmekten başka bir anlama gelmeyerek ortak düzlemde buluşuyor. 

Tartışmalarımızın odağını Kemalist ailelerin spiritüel çocukları oluştursa da özellikle son on yıllık süreçte muhafazakâr ailelerin seküler çocuklarında da belirgin bir ana akım din dışına çıkma eğilimi olduğunu biliyoruz. Deizmin yaygınlaşması, din baskısından kurtulma girişimi olarak ortaya çıkıyor.

Arayışların Nedenleri

Spiritüel arayışların mikro nedenlerini eşeleyince bu kişilerin orta sınıf yalnızlığı ve izolasyonu içerisinde bir çıkış aradığını söylemek mümkün. Günümüz spiritüelleri, ülkenin kaymak tabakasını oluşturmanın verdiği bolluk ve refahla kendini politik bir grup içerisinde var etme ihtiyacı duymuyor. Ekonomik krizlerin ya da antidemokratik uygulamaların kendilerinde yarattığı can sıkıntıları, bu kişileri politikleştirmediği için gündelik yaşamda duyduğu yalnızlığını, duygusal açlığını dindirmek için bireysel arayışların peşine düşüyor. Plazalarda göremediği şefkati yoga kamplarında bulan kişiler, karşılıksız bir kabul görme ortamında buluyor kendini. Yolunda gitmeyen şeylerle mücadele etmek için, örneğin ailedeki ağır bir hastalık veya kötü giden bir evliliğin getirdiği travmayla baş etmek için kendini bu grupların güvenli kollarına bırakıyor.

Bu noktada akla hemen şu soru geliyor: Ülkenin en iyi işlerinde çalışıp en iyi maaşlarını alan orta sınıf mensupları neden yalnız? İşçi sınıfı ve Kürtler gibi alt sınıf olarak gördüğü toplumsal kesimleri baskı ve sömürüyle kontrol altında tutan iktidar; toplumsal dokuyu farklı kollardan besleyen araçları da elbette yok etmekten geri durmuyor. 80’lerden itibaren meslek odalarının işlevsizleştirilmesi, profesyonel meslekleri icra eden geçmişin ayrıcalıklı “orta sınıfının” (doktorlar, mühendisler, avukatlar vb.) artık ücretli işçiye dönüşmesi, yanı sıra sendikaların, baroların iktidar partilerinin uydusu gibi hareket etmesi sonucunda kişiler, icra ettikleri mesleğin toplumsal ve insani yönünden uzaklaştı. Etik bilmeyen doktorlardan, ekonomi politik bilmeyen mühendislere, siyaset bilmeyen hukukçulara değin kendine, mesleğine, yaşadığı topluma, yaşamın kendisine yabancılaşmış bir profesyonel meslek erbabı oluştu. Bunların bir kısmı hâlen orta sınıfa mensupken bir kısmı da değindiğimiz gibi ücretliler kesimine dâhil oldular. Siyasal İslamcılar, her ne kadar baskı ortamı oluştursa da tarikatler aracılığıyla bu yalnızlığın üstesinden gelebilirken seküler Kemalistler, tek yönlü eğitimin bir çıktısı olarak yaşamla derin, felsefi bir bağ kurmak yerine koşulsuz kabul görecekleri spiritüel gruplara dâhil olmayı tercih ediyorlar. Burada bir sosyal yönelişten bahsedebileceğimiz gibi bilinçli bir tercihin olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor.

Spiritüel arayışların makro nedenlerini görmek için spiritüel inanışlara biraz geriden bakınca karşımıza modernleşme, sekülerleşme, neoliberalizm ve postmodernizm ve faşizm gibi olgular çıkıyor. 

Geleneksel din pratikleri, modern yaşamın oldukça uzağına düşüyor; gündelik yaşamın gerisinde kalıyor. Genç kadınlar okumak, kendi ayakları üzerinde durmak istiyor. Modernleşme, dinden daha çok kabul görüyor ve benimseniyor. 

19. yüzyıldaki kolonyal faaliyetleri içerisinde Hindistan’a gidip eski Hint ve Çin dinleri ve ritüelleriyle karşılaşan Avrupalılar, burada gördüklerini ülkelerine taşıyorlar. Halihazırdaki dini pratiklerle harmanlanan ritüeller yeni biçimleriyle yayılmaya başlıyor. Buradan Osmanlı topraklarına gelen bu inanışlar, burada tasavvufla karşılaşıp yeni formlara dönüşüyor.  Örneğin bir çeşit geleneksel dini inanç ve pratik olan yoga, dini anlamından soyutlanarak seküler yaşam tarzıyla yeniden yorumlanıp floresan ışıklı spor salonlarında, kafa boşaltma ya da bedene esneklik kazandırma pratiğine dönüşüyor.

Neoliberalizm her şeyi bireye ve paraya indirgeyen bir aklı örgütlemenin ismidir, bu da kurtuluşun da bireysel olması gerektiğini düşündürten spiritüel inanışlarla kesişiyor. Tarihsel bir denk düşme ile ikisi de birbirini besliyor.

Hakikatin ve gerçeğin statüsünün belirsizleştiğine, ayrıcalıklı bir hakikat pozisyonunun olmadığına, gerçeği hiçbir zaman bilemeyeceğimize bize ikna etmeye çalışan postmodernizm ise kişilere kendi gerçekliklerini belirleme imkânı sunuyor. Derrida’nın ifadesiyle “Hayatta yaşadığımız şeyler sonsuz farklılıkların bir oyunudur.” Spiritüel arayışlar, büyük anlatıların yerini kişinin kendi deneyimlerinin gerçekliğine bıraktığı bir dönemin çıktısı olarak beliriyor.

Spiritüalizmin günümüzdeki yükseliş nedenlerinden birisi de şüphesiz yükselmekte olan faşizmdir. Yöntemsel açıdan pozitivizm/olguculuk saplantısı dünyanın gidişatına dair gerçek teşhisler kurmaktan uzaklaşsa da son tahlilde pozitif bilgi bilimsel bilgidir. Yükselişte olan faşist ve/veya faşizan, sağ popülist hareketler, yükselişleri esnasında pozitivizmi de tahribata uğratırlar. Kitleler üzerinde hegemonyasını büyüttükçe faşizm, pozitif bilimin altını oyar, yerine yer yer mistik, yer yer ezoterik düşünceler koyar. Kriz anlarında yaşanan çöküşlerin, toplumsal bunalımların, iktisadi temelli çürümenin nedenleri artık kendi iç mantıklarında aranmaya başlanır. Neden sonuç ilişkisi arayışlarında bilimsel yaklaşımlar terk edilir, artık kendinden menkul kişiler, olaylar, doğa üstü güçler, enerjiler çöküşün ve çürümenin müsebbibi olurlar. Faşizmin yükselişiyle birlikte, sosyalist hareketin hegemonya krizi de bu olguyu besler. Kitleler inanacak modern dinler, anlatılar, mitler arayışına girerler. Spiritüalizm bu boşluğu doldurur.

Spiritüalizme karşı materyalizm

Bireyin, düşüncelerinin bir ürünü olduğu, düşüncelerinin değişmesi yolu ile kendini ve dünyayı değiştirebileceği felsefi anlayışının karşısında birey, yaşadığı çevreden ve toplumdan ve bunların etkisinden bağımsız düşünemez, düşünce dünyası bunlarla şekillenir çatışması, idealizm-materyalizm karşıtlığının temelidir.  Sistem; kişileri kendi küçük veya büyük dünyalarına hapsedip iyi şeyler düşünürlerse iyi bir hayat yaşayacaklarını ve yanı başımızda bombalar patlarken, kadınlar, çocuklar öldürülürken, depremde binlerce kişi yaşamını yitirirken, çocuklar MESEM’lerde işçileşirken, işçiler açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edilirken iç huzuru bulamamasının sebebini kişi kendinde aramalıdır diyor. Aslında ne isterse o olabileceği, deneyim şelalesinden kana kana içebileceği illüzyonu ile sorunların düzenli meditasyon ve egzersizler ile çözülebileceğine inananlar, temiz ve sağlıklı gıdadan yana olmak, hayvan sömürüsüne karşı olmak, daha yavaş ve sakin bir hayat yaşamak gibi temel insani taleplerleri de var. Fakat kapitalist hegemonyanın bu grupları da hızlıca içinde eritip etkisizleştirdiği gerçeğini küçümseyemeyiz. Sorunun yapıda değil bireyde olduğuna işaret eden spiritüalizm, aslında müritlerinin de mustarip olduğu toplumsal yalnızlaşmayı bireysel deneyimlere indirgeyip aşmayı hedefliyor. Kapitalizmin kişinin kendisini dahi bir meta haline getirdiği bugünün çetin koşullarında, evrenin tüm güzelliklerine biraz içsel çabayla erişilebilir olduğu hayali, sosyalistler için anlayışla karşılanabilir bir yerde durmuyor. Günde 10 saat çalışıp kendine, emeğine, içinde bulunduğu topluma yabancılaşan, bu koşullar altında insanca yaşam mücadelesi veren bir işçi sınıfı gerçekliğinin hemen yanı başında “Her şey titreşimden ibarettir.” cümlesi elbette sinir uçlarımızla oynuyor. Dünyanın vahşetine, sömürüsüne yüz çevirenlerin yalnızlığıyla ilgilenmek, şımarık bir çocuğu avutmaya benziyor. Fakat sosyolojik bir olgu olarak karşımızda duran dinin, yeni dinlerin ve mensuplarının azımsanmayacak bir kalabalığı oluşturduğunu, bireysel de olsa bir arayış içinde oldukları, kendilerine bir çıkış aradıkları gerçeğine dikkat etmemiz gerekiyor. 

Bizler için büyük bir ilham kaynağı olan Doktor Hikmet Kıvılcımlı ünlü Eyüp Sultan Konuşması’nda***; emek, demokrasi gibi kavramların İslâm dinindeki yerine ve önemine işaret ediyor. İslamî referanslarla yoksulluğu, yolsuzluğu anlatıyor. İnsanların anlam dünyasında örtülü kalan yanları, sınıf mücadelesiyle kesiştiriyor. Güçlü bir hak anlayışını, her dinin içinden çıktığı sisteme bir başkaldırı olduğunu bilerek ortaya koyuyor. Buradan esinle; sistem karşıtı, yaşamdan ve şiddetsizlikten yana olan bu grupları içermek, kapsamak zorunda kalmadan onlarla kesişmek, bu kişilere temas etmek, ekoloji, hayvan hakları, çevre hareketleri gibi mücadele alanlarını beraber güçlendirmek; sömürüsüz, eşit bir dünya hayalinde ortaklaşmak ve birlikte mücadele zeminleri yaratmak biz örgütlü mücadeleye inananların sorumluluğu. Çünkü biz biliyoruz ki “Kurtuluş zihinsel değil, tarihsel bir iştir.”

*  Karl Marx, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], Sol Yayınları, çev. Sevim Belli, 1992, S.45.

** Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Sol Yayınları, çev. Kenan Somer, 2009, s.253.

*** Hikmet Kıvılcımlı, Eyüp Sultan Konuşması, Sosyal İnsan Yay, 2011

 

Scroll to Top