Spor karşılaşmaları hele ki uluslararası düzeyde oynanan karşılaşmalar büyük oranda milliyetçiliğin yeşerdiği doğal habitatlar olagelmiştir. Bu tip karşılaşmalara tarihsel sorunlar kadar güncel siyasal çatışmalar da büyük bir coşkuyla taşınmıştır. Zamanında savaşlara ara verdiren organizasyonlar modern dünyada savaşların yoluna taş döşemekten geri durmamış hatta kimi savaşların çıkışına ev sahipliği bile yapmıştır.
Ulusun Emrinde Spor
Ulus kimliğinin inşasında sporun ve uluslararası alanda kazanılan sportif başarıların tuttuğu yerin hakkını vermek gerek. Spor kültürü ulusal kimliğin oluşturulmasına farklı biçimlerde de olsa katkılarda bulunmuştur. Sportif semboller ile ulusal duyguların oluşumu arasında etkili bağlar vardır. Güç, meydan okuma, ritüeller, biz olma durumu ve dolayısıyla karşı taraf olan rakipler vb. temelinde kurulan ilişkiler bu duyguları beslemek için idealdir. Bu ilişkilendirme içinde, örneğin futboldan çok daha önce güreş sporu sahip olduğu özelliklerle Cumhuriyet sonrası dönemin gözde sporu olmuştur.
Kimliğin inşasında ihtiyaç duyulan kahramanlık mitinde sporcular üzerlerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmiştir. Bu süreç sporcuları ulus ve devletle özdeşleştirerek “hayali cemaat”lerin birer temsilcisi yapmıştır. Bu temsiliyet ile modern dönemlerde Olimpiyatlar, Dünya Kupaları vb. organizasyonlar ulus devletlerin spor üzerinden kendilerini yeniden üretmesine destek olmuştur. Sporun bu organizasyonlarda ikinci plana düştüğü sıklıkla rastlanan bir durumdur.
Türk ulusunun inşa süreci ülkeyi, kültürden spora kadar büyük bir şantiye alanına çevirmişti. En basitinden sporu kitleselleştirmek için müfredata yerleştirilen beden eğitimi dersi, inşa sürecinin despotik yönünde disipline dayalı militarist bir rol oynayarak işleri kolaylaştırmak için üzerine düşeni yapmıştır. Bu sürecin yarattığı tahribatlardan bir başkası ise ülkede yaygın halde bulunan ve hemen hemen tüm spor dallarına yayılmış azınlık kulüplerinin ve sporcularının sistematik bir çabayla zaman içinde tasfiye edilmeleridir.
Demokratik olmayan despotik bir cumhuriyetin sporu da aynı niteliklerle yapılanırken sahaya çıkan değişik spor dallarındaki ulusal takımlar ve sporcular da gittikçe farklı kimliklere ve düşüncelere kapalı hale geldi. Bugün artık ulusal futbol takımında geçmişteki gibi Koço Kasapoğlu ve Lefter Küçükandonyadis gibi isimlerin forma giymesi hayal ötesi durumlardır. Dünyada ise farklı örneklerle karşılaşmaktayız. Bugün Türkiye Ulusal Futbol Takımı’nın (her ne kadar büyük çoğunluğu Avrupa kökenli olsa da) tekçi yapısına karşı Fransızların farklı köklerden gelen etnik zenginliği ve bu zenginliğin elde ettiği başarılar pek çok tartışmaya nokta koymuştu.
Milliyetçilik Rüzgarları
Çok yönlü krizler eşliğinde yeni bir dünya savaşının eşiğine geldiğimiz bu dönemde son düzenlenen uluslararası şampiyonalar ve bu şampiyonalarda yaşanan kimi çıkışlar futbolu tekrardan milliyetçiliğin aynasından görmemizi sağlayan bir açıya oturttu. Spor sahaları ve özellikle futbol, milliyetçi ve ırkçı gösterilere sıklıkla sahne olmuştur. Taraftarlar ve kimi sporcular çeşitli cezalara çarptırılmış ve hem ulusal hem de uluslararası federasyonlar spor sahalarında yaşanması muhtemel bu tip olayların futbol sermayesinin çıkarlarını zedelememesi için çeşitli önlemler almışlardı. Fakat tüm engellere rağmen ulusal ve uluslararası siyasi gelişmeler ışığında ne milliyetçiliğin saldırgan boyutu ne de ırkçılık spordan kopartılamamıştır.
Son dönemde art arda yaşanan olaylar dünya ölçeğinde meydana gelen ve gezegeni üçüncü büyük savaşa doğru sürükleyen krizin spor üzerinden de kendini ürettiğini göstermesi açısından önemlidir. Burada ayırt edici nokta, yaşanan olayların tribün olaylarından ziyade milyarlarca insanın gözü önünde futbolcular tarafından gerçekleştiriliyor oluşu ve bu oyuncuların yaptıkları işleri meşru gören ruh halleridir.
Avrupa Futbol Şampiyonası’nın futbol adına bir iki ismin konuşulabileceği bir turnuva olmaktan öteye geçebildiğini söylemek oldukça iddialı olacaktır. Oynanan oyunun kalitesinin artık her turnuvada belli bir standardın altında kalmasının futbol endüstrisindeki ismi “kaybedecek şeylerin bir maçtan çok daha fazlası olması”dır. Benzer şekilde Avrupa ile eş zamanlı oynanan Kupa Amerika’da da konuşulan konular futboldan farklı olaylardır. Artık maçlar gittikçe keçiboynuzu kıvamındadır. Bir gram tat almak için uzun süre çiğneme yapmanız gerekmekte.
Bozkurt ve Diğerleri
Avrupa Şampiyonası maçında takımının çeyrek finale çıkmasını sağlayan Merih Demiral, attığı iki gol ile değil yaptığı faşist hareket ile gündeme otururken günlerce süren “Kurt işareti” tartışması ulusun yeniden dizayn çalışmalarında önemli bir yere oturuyordu. Faşizmin inşa sürecinde tarih ve kültür dünyası ile siyaseti harmanlayarak ırkçı/milliyetçi sembolleri yeni düzenin normlarından biri haline getirme çabasının bir ürünü olan bu tartışma şimdilik açılmakla kaldı. Açıldığı yerin popülerliği ve üzerine bastığı başarı ile meşruluk alanının genişleme olasılığı dönemin pragmatist karakterine oldukça uygun bir durum. Tartışmanın ilerlemesi ise ülkedeki siyasi dengelerle doğrudan ilintili. Karşı itirazlara rağmen böylesi önemli ve uluslararası bir olayda Gazze gibi bir sorun dururken Merih’in iç siyasete yönelme refleksi kesinlikle sorgulanmayı hak etmektedir.
Avrupa Şampiyonası’nda Arnavut futbolcu Daku’nun Hırvatistan maçı sonrası tribünlerle Sırp karşıtı sloganlar atması, İspanya ulusal takımının şampiyonluk kutlamalarında Cebelitarık’ın İspanya toprakları olduğuna dair marşlar söylemesi, Kupa Amerika şampiyonu Arjantin takımın otobüste Fransa ulusal takımının Afrika kökenli futbolcuları üzerine ırkçı bir tezahüratı yapması sıradan olaylar değildir.
Bu düzeydeki turnuvalarda genelde yaşanmaktan kaçınılan bu tür hareketler, dünya çapındaki gerilimin ne boyutlarda olduğunu göstermesi açısından önemli örneklerdir. Artık irili ufaklı gerilimler üst düzey futbolcular tarafından kitleleri coşturmak için rahatlıkla bir malzeme olarak dışa vuruluyorsa futbolun ırkçılığa ve milliyetçiliğe yenik düştüğünü söylemeye engel bir durum yoktur.
UEFA, FIFA gibi kuruluşların ABD-AB blokuyla paralel siyasal tutumları böylesi ırkçı, faşist hareketlerin gelişmesi için uygun ortamlar yaratmakta ön açıcı olmaktadır. Ukrayna-Rusya savaşı sonrası Rusya’ya karşı gerçekleştirilen sportif yaptırımların İsrail’den esirgenmesi bu kurumların “tarafsızlık” maskesini bir kez daha düşürmüştür. Ve yukarda söylenen milliyetçi-ırkçı çıkışların federasyonlar eliyle engellenememe durumunu da daha anlaşılır kılmıştır.
Dünyada sular hızla ısınırken yükselen milliyetçi ve ırkçı dalga eş zamanlı düzenlenen iki turnuvayı da önüne katıp sürüklemiş gözüküyor. Bu dalga Avrupa Şampiyonası boyunca yelpazenin bir ucunda sosyal medyada ilgi uyandıran ülke yiyecekleri üzerinden gerçekleşen atışma ve diğer uçta ise futbolcuların gerçekleştirdiği milliyetçi-ırkçı hareketler ile sıradanlaştırılıyor. Böylece kolektif niteliğiyle öne çıkması gereken oyun, sermayenin hizmetinde dönemin krizlerine uygun bir biçimde yeniden kuruluyor.