Türkiye’nin sermaye birikimi modelinin daha derin sorunlarını göstermesi açısında cari açık önemli bir konudur. Türkiye’nin uyguladığı sermaye birikimi doğrudan ya da dolaylı olarak bizi bu konuya götürür.
Türkiye ekonomisinin büyüme oranının, verdiği cari açığın, ödemeler dengesinin ya da dengesizliğinin, yabancı sermaye girişi düzeyinin doğrudan emekçi sınıfların yaşam koşullarını etkilediğini biliyoruz. Uzun dönemdir uygulanan ekonomik programlar, birikmiş sorunlara yenilerini eklemekten öteye gitmiyor.
Şimşek’in sermaye yanlısı Orta Vadeli Program’ı, öncesinde uygulanan programlardan farklı değil. Burjuva iktisatta baki olan ekonomik politik hat, her seferinde halkın cebine göz diken, sermayenin çıkarlarını önceleyen programdır. Sermayenin ihtiyaçları söz konusu olduğunda aynı senaryo yeniden tedavüle sokuluyor.
Dolayısıyla sermaye ile emeğin savaşımında Şimşek emekçi halklarının boğazına çöreklenerek sermayeyi kurtarma programını bir kez daha halklara dayatıyor. Uygulanan programların halkın çıkarına olup olmayacağı tartışmalarına şu şekilde son noktayı koyabiliriz: Türkiye halkları açısından, kapitalist üretim ve sömürü ilişkilerinin aşılmasını hedeflemeyen hiçbir program halkın yoksullaşmasının önüne geçmeyecektir.
Kamuda Tasarruf Yetmedi Vergi Reformu Verelim
Mehmet Şimşek kamuda tasarruf tedbirleri ile neoliberal programı tasarruf tedbiri kapsamında yasalaştırdı. En küçük kamusal hizmetlere bile tahammül etmeyen bir strateji devreye girmiş oldu. Kamu tasarrufu paketi, OVP uygulanırken geniş halk kesimlerinden de rıza üretmek için de kullanılmak isteniyordu. Ama bu rıza üretme stratejisinin biraz geliştirilmesi gerekiyordu. Halkı deyim yerindeyse aptal yerine koyan bir uygulama söz konusu. Örneğin sarayın günlük milyonlarca liraya mal olan harcamaları ile ilgili bir düzenleme yok. Örneğin bakanların kullandıkları lüks makam araçları ile ilgili bir düzenleme yok. Örneğin “İtibardan tasarruf olmaz” ilkesi olduğu gibi işliyor. Kamu emekçilerinin kimi kazanılmış haklarının (servis gibi) tırpanlanması ve daha mühimi milyonlarca insanın yararlandığı kamu hizmetlerinin, sağlık, eğitim gibi çok önemli hizmetlerin törpülenmesi dışında bir “tasarruf” söz konusu değil.
“Tasarruf hepimiz için geçerli” algısı yaratacak bir taşla birçok hedefi vurma planına şimdi vergide reform eklendi.
Halk nezdinde vergi reformu denildiği zaman, vergi sisteminde önemli değişiklikler düşüncesini uyandırır. Ancak vergi reformunun hangi saiklerle yapıldığı açığa çıkınca sis perdesi dağılır.
Vergi paylarını değiştirmeksizin, yani kazançlar oranında vergiyi yeniden düzenlemeksizin, sadece toplam vergi yükünü ağırlaştırmak halk için vergi reformu anlamına gelmez.
Böyle bir vergi yükü artışı, sadece sermaye adına kamu ekonomisinin milli gelirdeki payını arttırmaktır. Bu, bütçe açıklarının kapatılması için açıkça vatandaşlara kesilen faturadır, servet transferidir. Halihazırda verginin önemli bir kısmı emekçi halkın omuzlarındayken, yükün daha da artması demektir.
Vergi Paket ne Getiriyor?
OVP kapsamında uygulanan politikalar çerçevesinde sermayeden 2024’te 2,2 trilyon, 2025’te 2,7 trilyon, 2026’da da alınması gereken 2,6 trilyon liralık vergi tahsil edilmekten vazgeçildi. Peki öyleyse bütçe nereden sağlanacak?
İşte kalem kalem yeni vergi reformu başlıkları:
Çok uluslu şirketlerin kurumlar vergisine tabi tutulmasına dair öneri: Türkiye’nin vergi cennetti olduğunun itirafıdır. Kanun; küresel cirosu 750 milyon Euro ve üzerinde olan şirketlerin faaliyet gösterdikleri ülkelerde vergi oranı ne olursa olsun yüzde 15 kurumlar vergisi ödemesini öngörüyor. Neden şimdiye kadar alınmadı sorusu ilk akla gelen.
Asgari kurumlar vergisi uygulaması: Halihazırda kurumlar vergisi oranı yüzde 25 olmasına rağmen beyan edilen matrah ile ödenen vergi tutarını gösteren “efektif vergi oranı” yüzde 13-15 bandına gerilemiş durumda. Şu anda kurumlar vergisi kanununda yaklaşık 30 adet istisna kalemi bulunuyor. Bunlar patronların k3arları için vazgeçilen vergi indirimlerini ifade ediyor. 2023 yılında 786 milyar 314 milyon lira kurumlar vergisi tahsil edilirken, vazgeçilen tutar 446 milyar 827 milyon lira. Vergi harcaması ile tahsilatı oranlarsak yüzde 56,8 gibi rekor bir düzey çıkıyor.
Halihazırda firmalar devasa kârlar açıklarken gerçekte ödedikleri efektif kurumlar vergisi oranı teklif edilen oranla örtüşüyor. Açıkça Şimşek bizimle dalga geçiyor. Halktan alınan vergileri bir kez daha gözlerimizi boyayarak patronlara sunuyor. Neden indirimlerden arındırılmış artan oranda kurumlar vergisi önerilmiyor?
Servet vergisi ve borsa kazançlarının vergilendirilmesi: Taslakta olmasına rağmen ilk elden vazgeçilen kalemleri ifade ediyor. Yine sermaye kazançlarının vergilendirilmesi söz konusu değil. Borsada işlem vergisinden geri adım atıldı ama yerine kazanç vergisi açısından bir düzenleme de yok. Ama yurt dışı harcına dair bir düzenleme var. Gerçekten sorun bütçe yaratmak mı yoksa bütçenin yeniden dağıtılması mıdır?
Buraya kadarki düzenleme önerileri bile paketin emekçi sınıfların derdine derman olacak hiçbir şey
sunmadığını gösteriyor.Vergi düzenlemesinde emekçi sınıflar lehine bir şey olmadığını anlaatmaya devam edeceğiz ama önce dolaylı ve doğrudan verginin ne anlama geldiğini açıklayalım. Hükümet, kamu giderlerini karşılamak amacıyla bütçelerini halktan toplanan vergilerden oluşturur. Vergilerin kaynağı ise doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki şekilde sağlanır. Dolaylı vergiler, mal veya hizmetin satış fiyatı üzerine konur. Mal ve hizmetin tüketim amacıyla elden çıkarılması durumunda bu alışverişten alınan vergilere dolaylı vergiler diyoruz. Dolaylı vergiler bizim günlük yaşamda yaptığımız tüm harcamalarda vardır: KDV, ÖTV, ÖİV (Özel İletişim Vergisi) gibi.
Dolaysız vergilere gelince… Kaynağı servet ve/veya gelir olan vergilere de dolaysız vergiler diyoruz. Gelir vergisine örnek olarak emlak vergisini, kurumlar vergisini, motorlu taşıtlar vergisini verebiliriz. Bu vergi türü genellikle sermaye ve servet sahiplerinin ödediği vergilerdir.
Vergi sistemindeki adaletsizlik burada yatıyor. Örneğin holding sahibi bir sermayedar ile bir işçi/ bir emekçi ya da 12 bin lira maaşla geçinmeye çalışan bir emekli dolaylı vergi uygulamasında aynı koşullara sahipmiş gibi değerlendiriliyor. Vergi yükü milyonlarca emekçinin, emeklinin sırtına böyle biniyor. Bu adaletsizliğin giderilmesi elzemdir. Yoksulların, emekçilerin ödediği dolaylı vergilerin oranı düşürülmeli, sermayedarların ödedikleri (ya da ödemedikleri desek daha doğru olur) doğrudan/dolaysız vergilerin ise arttırılması gerekmektedir. Sermayedarlara tanınan muafiyetler, vergi afları, servetlerine bir türlü uygulanmayan servet vergileri ülkeyi sermaye sınıfı adına vergi cennetine çeviriyor.
Düzenlemeye geri dönecek olursak… Ne asgari ücretin artırılması ne emekli maaşlarının düzenlenmesi ne de devlet bütçesinde yüzde 68 olan dolaylı vergi oranlarından vazgeçilmesi söz konusu değil. Görüldüğü gibi vergiyi tabana yayma strateji tıkır tıkır tıkır işliyor. Şimşek’in dediği gibi kötü günler geride kaldığı falan yok emekçiler için dahada kötü günler bizi bekliyor.
Şirketlerin artan kârları ve emekçiden kesilen vergi: Evrensel ’in yakın dönemde yayınladığı şirket kârları ve ücretler arasındaki ilişkiye ışık tutan yazı dizisini hatırlamakta fayda var. Birkaç örnek:
Ülkenin en büyük 500 sanayi kuruluşu arasında yer alan tekstil firması Menderes’in 2023 yılı son çeyreğinde bildirdiği kâr 254 milyon lira olurken 2024 yılında 2 bin işçiye 1 ayda verilen ücret 40 milyon lira oldu. Deniz Tekstil’deki asgari ücretli işçilerin karşısında şirket olimpiyatlara ürün ihraç ederek büyümesini katladı. Fabrikaya yeni makinelerin alındığı Altınbaşak’ta açlık sınırındaki işçiye önceki günden kalan yemekler öğün diye verildi. Dardanel’de işçiler asgari ücret alırken firmanın sadece 2023 yılında teşvik ve vergi indirimi adı altında aldığı devlet kaynağı 53 bin işçiye verilen asgari ücret kadardı. Türkiye’nin en büyük 8. şirketi olan Koç’un Arçelik’inde çalışan 20 yıllık işçi asgari ücretin ancak üç katını alırken şirket yılı 8,4 milyar TL net kâr (yüzde 20 artış) ile tamamladı. Üstüne brüt kârdan 13,8 milyar lira yatırıma ayrıldı, yeni fabrikalar açıldı. Türkiye’nin en büyük 9. şirketi Renault ise 2023’te ihracatını yüzde 50,8 büyüttü. Prysmian Kablo’da ayda bir işçiden patronun kasasına kalan net kâr 145 bin 500 lira oldu. Sabancıların Temsa’sında 15 milyar konsolide net kâr elde edilirken tüm işçilerin ücreti yıllık 360 milyon lira etti.
İşçiler şirketlerden 1,93 kat daha fazla vergi ödedi. Şirketlerin ödediği vergi tutarı 1 trilyon 275 milyar lira olurken, ücret ve maaşlıların ödediği vergi toplamı 2 trilyon 464 milyar lira oldu.
Ücret ve maaşlılardan alınan vergi, 2023 yılı mayıs ayında bütçenin yüzde 7’sini oluştururken, bu oran 2024 yılının mayıs ayında yüzde 9,5’e yükseldi.
Gelir Adaletsizliğindeki Ayrıntı “Hırsızlık”
Kapitalist üretim ilişkileri çok basit bir ilkeye, “hırsızlık” ilkesine dayanır. Bunu en açık olarak Artı değerin bölüşüm (kar, rant, faiz) ilişkilerinden anlayabiliriz.
Bölüşüm ilişkileri açısından baktığımızda, emek ve sermayenin milli gelirden aldığı pay arasındaki farkın belirgin bir biçimde sermaye lehine giderek açıldığını görüyoruz.
Emeğin gelirden aldığı paya bakacak olursak 2018 yılında aldığı pay yüzde 33’tü. Bu oran 2020’de yüzde 32, 2021’de yüzde 31, 2023’te yüzde 26 oldu. Bir yandan servet sahipleri servetleri arttırırken bir yandan milyonlarca işçinin gelirden aldığı pay düşüyor. Asıl ayrıntının kârın kaynağında, sömürü ilişkisinde, yani mutlak artı değeri açığa çıkaracak çalışma rejiminin kalıcılaşmasında olduğunu unutmayalım. Özel kesimde ücretli ve yevmiyeli olarak çalışan birim emekçinin birim saat çalışma karşılığında 2023’e göre neredeyse hiçbir kazanım yokken; emekçi 2021’e göre çıktıdan yüzde 19,04 daha az pay alıyor. Daha fazla emekçi, daha uzun süre çalışıp gelirden daha az pay alıyor. Emeğin yoğunluğu artarken ücretler sabit kalıyor. Temmuz ayında ücret artışı olmadığı takdirde bu makas daha da açılacak.
Gıdada Enflasyon Artıyor
Disk-Ar’ın yayınlamış olduğu gelir durumuna göre gıda enflasyon raporunda; resmi gıda enflasyonu yüzde 68,5, dar gelirlinin gıda enflasyonu yüzde 107,6 olarak açıkladı.
Raporda; düşük gelirli grupların gıda ve alkolsüz içecekler gelir grubuna bütçelerinden ayırdıkları pay yüksek gelir gruplarının göre oldukça yüksek.
Türkiye ortalamasında yüzde 20,6’lık tüketim payına sahip gıda ve alkolsüz içecekler harcama grubunun en düşük gelirli yüzde 20’lik gruptaki payı yüzde 36,6’ya yükselirken, en yüksek gelirli yüzde 20’lik grupta yüzde 14,5’e geriliyor. Başka bir deyişle, en yoksul gelir grubu her 100 TL’sinin 37 TL’sini, en zengin yüzde 20’lik gelir grubu ise her 100 TL’sinin 15 TL’sini gıdaya ayırıyor. Böylece gıda harcamalarına en yoksul gelir grubu, en zengin gelir grubunun 2,5 katı kadar pay ayırıyor. Sabit ücretlilerin enflasyon karşısında alım güçlerinin her geçen gün eridiğinin açık göstergesidir bu. Enflasyonun yükünü tüm boyutlarıyla çeken yine emekçi sınıflar oluyor. Temel geçim araçlarına ulaşmanın her geçen gün daha da zorlandığı bir süreç bizi bekliyor.
Açlık ve Yoksulluk Artıyor
BİSAM beslenme kalıbı üzerinden yapılan hesaplamaya göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı Nisan 2024 için 17 bin 756 liradır. Bu harcama tutarı sadece gıda için yapılması gereken minimum tutardır. Açlık sınırı üzerinden hane halkı tüketim harcamaları esas alınarak yapılan hesaplama sonuçlarına göre ise yoksulluk sınırı 61 bin 418 lira olarak gerçekleşti. Ücretlerin arttırma veya arttırmama mücadelesi ekonomik olduğu kadar aynı zamanda yaşamsaldır.
Emek Cephesini Kuralım
Sermaye emek arasındaki savaşım sertleşiyor. Şimdi bu savaşın cephesini genişletecek en geniş hattı kuracak bir yan yana gelişe ve alternatif ekonomik programa ihtiyaç vardır. İlk elden bu program asgari ücretin arttırılması, verginin tabana değil tavana yayılması, kazanç oranında servet vergisi uygulanması, temel geçim araçlarının ücretsiz sağlanması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve örgütlenme hakkının sağlanması gibi bir dizi taleplerin etrafında toparlayacak mücadele hattı kaçınılmaz olarak karşımızda duruyor. Dolayısıyla sosyalistlerin, sendikaların emekten yana tüm güçlerin değeri yaratan emekçileri açlığa mahkûm eden bu programa sözü olduğu kadar eylemi de olmalıdır. Marx’a atıfla “Maddi güç ancak maddi güçle yenilebilir.”