OVP, AKP’ye Can Simidi Olabilir mi?

31 Mart seçim yenilgisinin kesinleştiği saatlerde Erdoğan’ın İstanbul’dan Ankara’ya giderek bir balkon konuşması yapacağı duyuruldu. Devletin tüm olanaklarıyla girilmesine ve haksızlığın hukuksuzluğun her boyutunun denenmesine rağmen hezimete uğrayan bir otokratın yapacağı balkon konuşmasında neler söyleyeceği, merak uyandırdı haliyle. Zira toplumsal desteğini uzun zaman önce kaybeden; yalanlarla, baskı ve şiddetle yarattığı korku ortamında iktidara tutunmaya çalışan saray rejiminin halka söyleyeceği yalanlar artık tükenmiş, inanılırlığı ise tümden kaybolmuştu. Seçim yenilgisiyle korku perdesinin yırtıldığı da anlaşılıyordu. Yalanlarla ve şiddetle yaratılan illüzyon da kaybolunca geriye halka söyleyecek ne kalmış olabilirdi?  

AKP’yi 2002 yılında iktidara taşıyan ve yıllarca orada kalmasını sağlayan, “neoliberal politikaların yol açtığı sosyal sorunları -inanç temelli sosyal yardım düzeneği içinde- toplumu ürkütmeden, tepkisini çekmeden, tepki gösterenleri ise -devletin bekâ sorunu olarak tanımlayıp- ezerek yaşama geçirebilme meziyeti”ydi. 31 Mart seçimleri, 22 yıldır “başarıyla” uygulanan bu “meziyet”in vadesinin artık dolduğunu ilan etti; bugüne kadar AKP’nin oy tabanını oluşturan emekçi, yoksul halk kesimlerin desteğini çektiği aşikârdı.

Bu durumda, AKP’nin iktidarını koruması için tek yolu kalıyordu: İktidarın ardındaki gerçek aktörlerin güvenini diri tutmak! Erdoğan da 31 Mart gecesi yaptığı balkon konuşmasında bunun gereğini yaptı: Seçimde saray saltanatını istemediğini beyan eden halkın ihtiyaçlarını, beklentilerini bir tarafa bırakarak iktidarını dayandırdığı “gerçek aktörleri” muhatap aldı. Erdoğan konuşması boyunca -seçim yenilgisine rağmen iktidarının sürdüğünü ispatlamak istercesine-, bir taraftan iktidarın en büyük destekçisi olan uluslararası kapitalist kurumlara ve sermaye çevrelerine Orta Vadeli Program (OVP)’dan vazgeçilmeyeceği -yani ekonomiyi çıkmaza sürükleyen, halkı yoksullaştıran ekonomi programının süreceği- taahhüdünde bulunurken; diğer taraftan Kürtlere yönelik yeni operasyonlara işaret ederek milliyetçi, şoven kesime de savaş politikalarının sürdürüleceğinin güvencesini verdi.

Erdoğan’ın bu konuşmasının ardından 2023’te yayınlanan OVP’nin mimarı Mehmet Şimşek’ten de bir açıklama geldi. Seçim sonrasında sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Şimşek, “OVP’yi güçlendirerek kararlılıkla uygulayacaklarını belirterek OVP’de açıklanan takvime uygun olarak yapısal reformlarla ekonomide dönüşümü gerçekleştirerek verimlilik ve rekabet gücünde artışı sağlamakta kararlı oldukları” mesajını verdi. Nisan ortalarında ABD’ye giden Şimşek’in katıldığı IMF, Dünya Bankası ve G20 toplantılarının ardından yaptığı açıklama ise şöyleydi: “Yatırımcılara OVP’nin uygulamasını, elde edilen kazanımları ve bundan sonraki gidişatı hakkında kapsamlı sunumlar yaptık. Dezenflasyonla, yapısal reformlarla, mali disiplinle makroekonomik temelleri güçlendiriyoruz ve bu yatırımcıların çok ilgisini çekiyor.”

OVP Sermayeye Kaynak Aktarılmasıdır

Şimşek’in ABD’de yatırımcıların ilgisini çekmek için sunduğu OVP, ilk olarak 2006-2008 yıllarını kapsamak üzere 2005 yılında hazırlanmıştı; sonrasında da üçer yıllık dönemler için OVP’ler yenilendi. Amacı, IMF ile yapılan stand-by anlaşmalarının yerine ulusal ve uluslararası sermaye için Türkiye’yi yatırıma cazip hale getirecek bir “istikrar programı” hazırlamak olan OVP’lerde, esas olarak bütçe açığının kapatılması için “mali disiplin” ve “küresel rekabete uyum” hedefleniyordu. Bütçe gelirlerini artırıp, giderlerini azaltarak mali disiplini sağlamayı amaçlayan OVP’ler, -daha önce stand-by anlaşmalarında yer aldığı gibi- toplumdan alınan dolaylı vergilerin (ÖTV, KDV vb.) artırılması, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, kamu arazilerinin satılması vb. yollarla bütçe gelirlerini arttırırken; personel giderleri (personel sayısı azaltılarak ve ücretler baskılanarak) ile başta eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik olmak üzere kamu harcamaları kısılarak bütçe giderlerinin azaltılmasını öngörmüştür. OVP’lerde “küresel rekabete uyum”a yönelik hedefler ise esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılması, eğitim sisteminin sermayenin taleplerine göre yeniden düzenlenmesi, teşvik adı atında sermayeye kaynak aktarılması gibi uygulamalardan ibarettir.

Eylül 2023’te açıklanan ve Erdoğan’ın ve Mehmet Şimşek’in seçim yenilgisi sonrasında iktidarın devamı için dört elle sarıldığı 2024-2026 dönemini kapsayacak olan OVP’de belirlenen hedefler de öncekiler gibi neoliberalizmin güncel versiyonuna göre belirlenmiştir. Bu bağlamda AKP/Saray iktidarı tarafından bugüne kadar sadakatle uygulanan ve sonuç olarak enflasyon, işsizlik, bütçe açığı, dış borç gibi tüm ekonomik göstergelerde ortaya çıkan kriz halinin tüm bedeli yine sermaye dışında kalan -emekçiler başta olmak üzere- toplum kesimlerinin sırtına yüklenmektedir.

OVP Emekçilerin Mücadelesiyle Engellenebilir

Önceki OVP’lerden farklı olarak “sosyal güvenlik ve emeklilik sistemi üzerindeki hedefler” özellikle dikkat çekicidir. Fiyat istikrarı ve finansal istikrar başlığı altında Bireysel Emeklilik Sigortası (BES)’in cazibesinin arttırılması, Otomatik Katılım Sistemi (OKS)’yle “tamamlayıcı emeklilik sistemi”nin kurulması ve “Tamamlayıcı Uzun Süreli Bakım Sigortası” ihsas edilmesine de OVP’de yer verilmiştir. Kamu maliyesi başlığında “Sosyal güvenlik sisteminin mali sürdürülebilirliğinin güçlendirilmesi” alt başlığında ise yine esnek çalışma biçimlerinin, evde sağlık hizmetlerinin, aile temelli sosyal yardımlaşmanın ve sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılmasının teşvik edileceği belirtilmektedir. Tüm bunlar AKP’nin kamusal sağlık ve emeklilik sistemini tamamen tasfiye ederek sermayeye kâr alanı haline getirme niyetinin somut göstergeleridir.

Neoliberalizm, yaklaşık 50 yıldır uyguladığı, emekçilerin sosyal kazanımlarını önce işlevsiz hale getirip, ardından da tasfiye etme stratejisine uygun olarak; emekli maaşları açlık sınırının nedeyse yarısına kadar düşürülerek, esnek ve güvencesiz çalışma yaygınlaştırılarak sosyal güvenlik hakkı da anlamsız hale getirilmekte, emekçilerin bu haklardan -herhangi bir tepki göstermeden- kendiliklerinden vazgeçmesi sağlanmaya çalışılmaktadır.

OVP, emekçi ve yoksul kesimleri daha da yoksullaştıracak, sömürüyü arttıracak koşulları normalleştirmeyi/meşrulaştırmayı taahhüt eden bir belgedir. Bu taahhüdün -demokrasinin asgari düzeyde uygulandığı koşullarda dahi- yaşama geçirilmesi mümkün değildir! Dolayısıyla AKP/Saray iktidarı, sermaye çevrelerine OVP’yi uygulama taahhüdü verirken -kimi çevrelerin “yumuşama” beklentilerinin aksine- otoriter rejimin daha da sertleşeceğini göstermektedir.

Otoriter düzenin eşliğinde sosyal çöküntüyü derinleştirecek olan OVP’nin yaşama ne ölçüde uygulanabileceğini, dolayısıyla AKP/Saray rejiminin akıbetini belirleyecek olan, “işçi sınıfının ve ezilen, sömürülen, yoksullaşan diğer toplum kesimlerinin vereceği tepki”dir. 31 Mart seçim sonuçlarının bir anlam kazanabilmesi ve otokratik rejime son verilerek, OVP ile biçimlenen saldırının püskürtülebilmesi, ancak bu kesimlerin sınıf perspektifiyle yürüteceği örgütlü bir mücadeleyle mümkün olabilir.

Scroll to Top