Türkiye’nin Düzeni – Hikmet Kıvılcımlı

El Yazmaları’nın Notu: Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın ölümünün 51. yıl dönümü vesilesiyle, Kıvılcımlı’nın Türk Solu dergisinin 4. sayısında yayınlanan “Türkiye’nin Düzeni” başlıklı yazısını siz değerli okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz. 8 Aralık 1967 tarihinde yayınlanan bu yazıda Kıvılcımlı, Doğan Avcıoğlu’nun “Türkiye’nin Düzeni” isimli kitabını eleştirmekle birlikte Türkiye’de sermayenin gelişim tarihini de ortaya koymaktadır.

 

Aldanılarak “DOĞU” denilen, bilimsel adıyla “Prekapitalizm” çağırılacak toplum tipi, temelde TEFECİ-BEZİRGÂN sermaye ekonomisidir. Tefeci-Bezirgân üretim yordamının tabanı üzerine kök salmış antika medeniyetler serisi bizim köprümüz üstünden geçmiştir. Yedi bin yıl “tekerrür” etmişçesine, bata çıka yürüye gelmiştir. Her tekrarlanışında spiral (helezon) çizen salyangoz kımıltılarıyla dünyamıza yayılmıştır. Bu sümüklü böceğin en son ve aslında en uygun evi Türkiye’dir.

Aldanılarak “BATI” denilen, bilimsel adıyla “KAPİTALİZM” diye çağrılan toplum tipi, temelinde KAPİTALİST sermaye ekonomisidir. Kapitalist üretim yordamının tabanı üzerine kök salmış modern medeniyet, İngiltere’den Fransa’ya, Almanya’dan Balkanlara doğru inerek üstümüze gelmiştir. Kapitalizm bizim prekapitalist sümüklü böceğimizi yedikçe: “Oh! Ne güzel Batılılaşıyoruz” diye sevinmişiz. Kapitalizmi sümüklü böceğin kabuğu içine yerleştirdikçe modernleştiğimizle öğünmüşüz. Hele sümüklü böceğin boynuzları üstüne şapkayı geçirince, en son sistem beyinde düşünüp davrandığımıza inanarak kabımıza sığmamışız.

Şimdiki gerçek durumumuz bu. Bu duruma göre, Türkiye’nin tarihsel kaçınılmazlığı ekonomik ve sosyal yapısını etkilemiştir: Tefeci-Bezirgân kanburu üstüne, getirmiş Kapitalist kanburu eklemiştir.

Türkiye’de Tarihin İşi Ne?

“Canım şimdi, Türkiye’nin binbir pratik çıkmazı önümüzde yatıp dururken, öyle yedi bin yıllık tarihten genellemelere saplanmanın sırası mı?” denilecek. Bu düşünüş, bizde “teori” adlı gücün en iyi dileklerle dahi, ne ağlanacak yoksulluklara uğratıldığını bir yol daha ispatlamaktan başka anlam taşımaz.

İngiltere’yi, Fransa’yı, İtalya’yı, Almanya’yı bırakalım. Dünkü Osmanlı topluluğundan kopuşmuş Yunanistan’ı, Romanya’yı, Yugoslavya’yı, Bulgaristan’ı da bir dem unutalım. Niçin Uzakdoğu’nun tavanına tünemiş Japonya 20 yılda en ileri kapitalist ülke oluverdi de, bizim Yakın Doğu ve Akdeniz medeniyetlerinin zorlu mirasçısı Türkiye 250 yıldır her “Batılılaşmak” istedikçe habire battı? 44 yıldır şapkasına dek “Avrupalılaşma” örneğini ülküleştiren Cumhuriyet çağında, her gün en “İLERİ” geçinen Siyaset Partileri ve Liderleri Antika çağın kalıntılarına dört elle saldırmadıkça ayakta duramayacaklarına kanmışlar?

Çünkü Türkiye Bâbil çağından beri, yıkıla dikile hep o yediveren Tefeci-Bezirgân ekonomi ve toplumunun “adanmış toprağı” olmuştur. Dün ve bugün Türkiyemizin hangi özel konusundan yola çıkarsak çıkalım, az derinliğine araştırmaya girdik miydi, kaçınılmazca elimize geçecek en şaşmaz gördüğüm Marx’ın işaret ettiği o ekonomi ve toplum kuralına bağlı kalır. İster “sağ” olalım, ister “sol”: ne ekonomik, ne sosyal, ne politik, bilimci, ahlakçıl, ne filozofçul, dincil, güzel sanatçıl hiç bir konumuz yoktur ve olamaz ki, bir çıkmaza varır varmaz, o kuralla baştankara toslaşmayabilsin.

Tefeci-Bezirgânlık ile Kapitalizmin Uyuşmazlığı

Prekapitalist ekonomik ve toplum ilişkileri de, Kapitalist ekonomi ve Toplum ilişkileri de hep “KAPİTAL” (SERMAYE) sözcüğüne bağlı görünürlerse de, tarihin akışına bakılırsa bu iki sistem, biri önden, ötekisi arkadan gelerek birbirini izlemiş olmakla kalmazlar, birbirleriyle kıyasıya güreşmiş, birbirlerini alt etmiş, yerinde yok etmiş iki insan düzenidirler.

Yeryüzünün tüm haritası üzerinde, insanlık tarihinin bütünü ile akışını göz önüne getirebilirsek, o iki düzenin karşılıklı gelişimini ve savaşını daha iyi ve açıkça kavrarız. Kapital eserinin III. cildinde Karl Marx’ın birkaç sözle belirttiği bir ekonomi kuralı vardır: Nerede (Hangi ülkede, ne zaman Tefeci-Bezirgân prekapitalist ekonomi AŞIRI gelişime uğramışsa, orada modern adını alabilecek kapitalist ekonomi imkansız kalmıştır.

Ekonomide: “Sağlam para, çürük parayı kovar” denir. Toplum tarihinde bunun tersi de çok olmuştur. Kapitalizm elbet Tefeci-Bezirgânlıktan daha sağlam bir üretim yordamıdır. Öyleyken, hemen hemen 7 bin yıl, çürük Tefeci-Bezirgân düzeni, Kapitalizmin yaşamasına değil, doğmasına dahi yer verdirtmemiştir.[1] Her çağda ölüp ölüp dirilen tarih ortadadır. Tüm Yakın ve Uzak Doğu bölgeleri en aşırı Tefeci-Bezirgân ekonomi temeline dayanmış medeniyetlere sahne oldukları için, kapitalizme ulaşamadılar. Tefeci-Bezirgân ekonomi temeline dayanmış medeniyetler en az verimli tarla olduğu için, İngiltere, yeryüzünün ilk kapitalist ülkesi olabildi.

20’inci yüzyıla gelinceye değin, Tarih içinde Tefeci-Bezirgânlığın aşırıca geliştiği her yerde Kapitalizmin bir türlü gelişmediği kadar canlı bir olayı Marx-Engels’ten başka hemen hemen herkes atladı. Ama, bu gerçeği çürütmeye “doğru saygısı” besleyen hiç kimse kalkışmaz. “DOĞU” adıyla anılan “Yarı-Sömürge” evrenleri (Osmanlı, Acem, Çin kıtaları): en büyük Tefeci-Bezirgan medeniyet artıkları idiler. Genel olarak Yakın ve Uzakdoğu ülkelerinin özel olarak Türkiyemizin kapitalizme bunca genç kalışları, yukarıda belirtilen ekonomi ve toplum kuralının hem en “şahane” hem en “iğrenç” belgesini verdi. Bu topraklarda, – bütün öteki etkenler bir yana – Tefeci – Bezirgân ekonominin azgınlığı, kesin olarak kapitalizme yer bırakmadı.

Türkiye’nin “Mucizesi”: Çelişkileri Uzlaştırma

20’inci yüzyıl Türkiyesi, hiç bir “mucize” göstermediyse bile, Prekapitalizm ile Kapitalizm arasındaki o yaman tarihsel uzlaşmazlığı uzlaştırmak “Mucize”sini ne yazık ki gösterdi. Ve bir milleti, bütün evrensel siyaset, iktisat bunalımları ve altüstlükleri ortasında iliklerine dek dondurup uyuşturmayı becerdi. Öylesine ki, Sivas Kongresinde topla tüfekle kovaladığımız Emperyalizmi davul zurnayla, düğün bayram ederek memlekete sokabildik.

Bu kabuğu kaldıralım. Altında yatan sebepler: “Türkiye’de Teşkilatçı yok”, “Fikir adamı yok” ve ilh. gibi en pisipisine küçükburjuva ukalalıklarının ciddi pozlarla yapıldığı maskaralık “ideolojisi” ile mi açıklanabilir? Hayır.

Türkiye’de Cumhuriyet ilanından 6 yıl önce, Mustafa Kemal Paşa, Veliaht Mehmet Vahdettin Efendinin “Yâver hassı” gibi yanında Almanya gezisine çıktığı yıllarda (1333 yılı[2]) “Murabaha Kanunu” ilan edilmişti. Bu kanuna göre en yüksek faiz yüzde 9’u geçmeyecekti. Tam 50 yıl Cumhuriyetin ilanından 44 yıl sonra ne görüyoruz?

Bırakalım Anadolu körfezini. İstanbul’un göbeğinde, Milletvekillerinin dokunulmazlıkları şöyle dursun; Genelkurmay Başkanlarının, Başbakanların, Cumhurbaşkanlarının yanbakılmazlığından kat kat üstün (ve kitapta değil basbayağı hayatta) değinilmez dokunulmazlıklar taşıyan bir “Banka Müdürleri kliki” biçiminde inanılmaz bir finans-kapital konspirasyonu egemendir. O sayede, faiz derler, derler oğlu derler, Bankalar verdikleri para için, sırasında yüzde 40, 60, 100 ve ilh. a dek yükselen kâr sağlarlar. Tefeciliğin daniskasını doğrudan veya “Emlakçı” kanalıyla rahat rahat yapabilirler. Kitabına uydururlar. Ve kitap, Tefeciliği “şiddetle yasak” eden 1333 (1917) kanunu aynı rahatlıkla rafta uyur. Köylünün, esnafın tefeciye ödediği faiz 100’den aşağıya, Allah göstermesin, inmez, yüzde 1000’den yukarıya her zaman çıkar.

Ve sonra herkes şaşakalır: Neden Türkiye Batılı genliğe kavuşamamıştır? Neden Başbakan Sovyetlerle alışveriş yapmaya gidince Adana’ya 5000 Amerikan askeri indirilmek kabalığı gösterilir? Neden 12 Amerikan üssü ile 22 Amerikan şirketi toprağımızı babasının evi sayar, evinde yapamadığı sömürü ile çiğner? Neden Kapitalist Fransa’sında bir De Gaulle, memleketindeki NATO kuvvetlerine pılıyı pırtıyı toplatırken, Türkiye’de siyasilere işkenceciliğiyle ün yaparak polislikten bakanlığa yükselen bir kişi, Türkiye gazetelerinde her şeyi yalanlarken, Amerikan Gazeteleri, özellikle o bakanın hudutlarımıza füzesavar perde gerilmesi için teklif yaptığını yazar?

Türkiye’de tefeciliğin yüksek faiz vurması ile, Milli Savunma Bakanı’nın Türkiye’yi büsbütün çıkılmaz, tehlikeli üs durumun gönüllüce sokması arasında ne ilişki vardır?.. Sırası geldikçe bu ilişkinin binbir telini göz önüne getirebiliriz. Şimdilik, yalnız basit tarihsel gerçeği alalım.

Bildiğimiz Antika Tarihte, Tefeci-Bezirgân sermayenin kurulduğu medeniyetlerin hepsi de, anadan doğma (modern deyimi ile) Kozmopolit’tirler: ne sınırları, ne ulusları bellidir. Kapitalist Medeniyeti ise, nerede doğdu ise orada, hemen, ekonomi top ateşinin ulaştığı yerlere dek uzanan toprakları kesince sınırlandırır ve o sınır içindeki yığınlarını (ırk, dil, din ve ilh farklarına bakmaksızın) kapitalist sömürünün millet potasında eritmeye bakar. Onun için, kapitalizm, anadan doğma Milliyetçi ve Vatancı (Yurtsever) bir düzendir.

Tefeci-Bezirgân için, başında iktidar olarak Firavun veya Johnson, Hitler veya Mahatma Gandi olmuş, bunun zerrece önemi yoktur. Yeter ki vurguna dokunanları varolan iktidar yola getirsin… Yola getirmezse, Tefeci için karada ölüm yoktur. Sermayesini yüklediği gibi, kendisi yola düşer. En yüksek vurgun bulduğu yeri “Vatan” sayar. Türkiye’deki kapıkullarına “Hangi Partiden” oldukları sorulunca, büyük bir marifet işlerce “Ekmek Partisindenim” karşılığını verirler. Bu, o eski Tefeci-Bezirgân eğiliminin beyinsizlik alışkanlığıdır.

Kapitalist, ileri bir üretim sağladığı toprağa ve insanlarına göbekbağı ile bağlıdır. Vatan içindeki Milletin sosyal, politik, kültürel ilişkileri üzerine dayanıp yaşamak zorundadır. Kapitalist Ekonomisi nasıl Piyasa ve Borsa kanunları ile işlerse, ülkenin üstyapı ilişkileri de (hiç değilse serbest rekabet çağında) burjuva demokrasisi ve hürriyeti düzeniyle yürütülmelidir. Kapitalist, kızınca, kervanını kaldırıp diyar diyar gezmeyi kolayca göze alamaz. Yurt sınırları içinde bağlandığı millete, kendisi de dilediği yönü verebilmek için bağımlı kalmak zorundadır.

İmdi, Türkiye’nin ekonomi ve politikasına Tefeci ve Bezirgân Hacıağalar egemen olunca, onların antika havalarıyla, seçim meçim deyip, “sandıktan çıkardıkları” sözcüleri ister istemez, kendileri gibi “Kaalü bela!”den beri KOZMOPOLİT olacaklardır. Modern Kapitalizm çağında yaşadıklarını hesaplayarak, sözde ve görünüşte herkesten çok milliyetçilik ve yurtseverlik uğruna kelle uçuracaklardır; işte ve içte: fitili Amerikalının sigarasını bekleyen atom bombası üzerine tümüyle Türk milletini ve Türkiye’yi oturtmakta, ne milliyetçiliğe, ne vatanperverliğe aykırı bir yan görmeyecektir. Hatta örneğin, Batıda az çok dürüst bir kapitalizmin yetiştirmesi olan De Gaulle, Amerikan üslerini Fransa dışı edince ağızları açık kalacaktır.

Ey Türkiye’nin Türkleri ve Solların Sağları ve Solları!… Yukarıda söylenenleri ne Doğunun ne Batının kitapçıklarında okumadığınız için kınamayın, “Kendi omuzlarımız üstündeki” kafacıklarımızı kullanmaktan korkmayalım.

Belirtilen ana çelişki ile sonuçları: filan Bakan, Kabine veya Partiden önce ülkenin SOSYAL YAPISINA bağlıdır. Böyle bir Sosyal Yapı içinde kıvrandığımız, “Ortanın Solu”ca da artık istenen yapı değişikliğinden dahi iyi anlaşılıyor. Sosyal yapı değişikliği isteyen insanlar, harekete üç beş ısmarlama klişe “solluk”larla yetinemezler. Cihan ve insanlık gelişiminde belirli ilişkisi bakımından, kendi toplumumuzun biçimi ve özü işlenmedikçe “Teori”den konuşulamaz.

“Devrimci Teorisiz, Devrimci Hareket olamaz” gerçeğini, bizde de hecelemeyen kalmadı. Ama, ne teorinin hareketi, ne hareketin teorisi üzerinde henüz kimse çalma çırpma tekerlemelerle saklambaç oyunu oynamaktan başka türlüsüne katlanamıyor. “Sosyalizm Bilimi” deyince: Bilimsel Sosyalizmin ana kitapları dışında (mutlak Türk olmaması şartıyla) her sosyalistten çevrili düşünceler yetmez. “Türkiye’nin kendi öz koşulları” deyince: kırk yıldır yapılanları değil, basılmış yazılanları bile sansür ederek unutturmaktan başka “Üstad” geçinmenin yolu kalmamış sayılamaz.

Türkiye’de 2 TİP kurt teori düşmanlığı uluyor. Eski Kurtlar (kendi demagojilerini var etmek için): “Teori adamı yok” (Fikir adamı yok) diyorlar. Yeni Kurtlar: (Kendi yokluklarını maskelemek için): “Teori yok” (Düşünceyi biz yapacağız) diyorlar. İkisi de aynı kapıya çıkıyor: HAREKETİ köksüzleştirmek. Hiç değilse, dünü bilmeyen yeni kuşakları Kerâmetin kendilerinde olduğuna inandıracaklarını umuyorlar. Aldanıyorlar. Türkiye’de Teorinin kendisi de, adamı da vardır. Hareketin kökü, gövdesi ve meyvası da…

Bütün Türkiye’nin solcuları birleşiniz!

Dipnotlar

[1] Bu olayın ayrıntılı gelişmelerini “Tarih-Devrim-Sosyalizm” ve “İlkel Sosyalizmden Kapitalizme, Birinci Geçiş: İngiltere” adlı kitaplarda teorik bakımdan özetlemeye çalıştık. Aldıran olmadı. Yalnız bir kaç “yetkili – Solcu”nun, konuyu kötülemek için arkadan ve “karda gezip izini belli etmeksizin” kaşkarika fısıltısı kulaklara çalınmakla kaldı. Bu bizde teori yoksulluğunu azdıran pratik tabansızlığın onulmaz belgesiydi.

Ne var ki, bütün “Yetkililerin” aldırmadığı olay azıcık sıkıştırılsalar hepsinin; “Onda bilmeyecek ne var?” deyiverecekleri kertede üstünden atlanılmaz bir sosyal gerçekliktir. [Hikmet Kıvılcımlı’nın dipnotu]

[2] Miladi Takvime göre 1917 yılı.