Neden Hep Çocuklar Asli Kusurlu?

Ben bu yazının başına oturana kadar, yazı kendi içinde uzadı durdu. Pergelin sivri ucunu saplayacağım yer değişmedi tabii ama etrafında döneceğim alan genişledikçe genişledi.

Malumumuz ülkede gündem asla bir “an” ya da “olay”da kalmıyor, her dakika hareket halinde. Hâlihazırdaki krizlerin üstüne pandemi onun üstüne yangınlar onun da üstüne… Her biri aslında üzerinde aylarca yazıp çizebileceğimiz, tartışıp ilerleyebileceğimiz mücadele alanları.

Başlıktan anladığınız üzere benim pergelin sivri ucu çocuklarda, çocuk haklarında olacak. Bir taraftan bu krizlerin içinde çocuklar nerede, ne yapıyorlar diye düşünürken diğer taraftan doğrudan çocukların hayatındaki sorunlara, krizlere bakmak istiyorum. Neyse ki Hatice Kapusuz ilk kısmı yazarak işimi kolaylaştırdı.

Suçlu Çocuklar Ülkesi

Bu hafta gündem eğitimdeki sorunlarla başlamıştı. Ama orada kalmadı. Başlı başına bir çocuk cehennemi olan ülkede üst üste kaç tane hak ihlali yaşandı, hem de neredeyse sessiz sedasız. Ve aslında yaşayabilecek, aramızda olabilecek pek çok çocuk hayatını kaybetti ya da en “iyi” ihtimalle kurtuldu ama hangi şartlara!

Şırnak’ta yaşayan Miraç, sokakta bisiklete binerken devriye gezen bir zırhlı aracın çarpması sonucu hayatını kaybetti. Bu, son yıllarda yaşanan 20. çocuk ölümüydü, aynı sebepten! Kürt illerinde yürütülen savaş politikaları nedeniyle her yıl çok sayıda insan hayatını kaybediyor ya da yaralanıyor. Miraç da onlardan sadece biriydi… Tıpkı daha öncekiler gibi, çarpan polis ilk ifadeden sonra serbest bırakıldı. Ve hazırlanan rapora göre Miraç “asli kusurlu” bulundu. 7 yaşındaki çocuk, sokakta bisiklete binerken zırhlı araç tarafından ezildiği için kusurlu sayıldı yani. Yani kendi ölümünden sorumlu tutuldu. Savcı tutuklama talep etse de mahkeme polisi serbest bıraktı. Miraç’ın annesi “keşke sorsaydım” dedi “oğluma neden bunu yaptınız?”.  

Miraç’ın üç parçaya ayrılan bisikleti bize bakıyor şimdi. Ceylan Önkol’un gözleri gibi…

Sonra Amara… Filistin asıllı, Suriyeli bir çocuk, 13 yaşında. Yaşındaydı. Urfa’da babası tarafından yakıldı. Hastanede alınan ifadesinde babasının ona işkence ettiğini söyledi ve sonra da öldü.

Amara not defterine yazmış, çizmiş, haykırmış. Yaşadığı işkenceleri, şiddeti, evlilik zorlamalarını, eve kapatılmalarını, Suriyelilere yönelik ayrımcılığı…

Amara kimsesizler mezarlığına defnedildi.

8 yaşındaki Enes ile 9 yaşındaki Tahir de Urfa’da, koyunları otlatırken sulama kanalına düşüp öldüler. Çalışırken öldüler. Antalya’da tarlada çalışırken kafasına metal isabet eden Berivan gibi. Daha birçok çocuk işçi gibi.

Bir yandan da adalet arayışları sürüyor. Afyon’da, çalıştığı iş yerinden emeğinin karşılığı 200 TL’yi almaya giden 16 yaşındaki çocuğa saatlerce şiddet uygulayan patronlara karşı sürüyor bu arayış. Hâkim, şiddet var ama “hürriyetten alıkoyma yok” demiş. Yani diyor ki çocuk orada şiddete maruz kaldı ama isteyerek de dışarı çıkmadı, istese giderdi.

Çocuk Hak İhlallerinde Cezasızlık

Bunlarla bitse keşke ülkedeki çocukların yaşadıkları, öldükleri…

Hepsi aynı değil tabii, farklı dinamikleri var bütün bu olayların. Mesela Kürt illerindeki çocukların ölümünü apayrı ele almamız lazım. Ülkenin başka bir yerinde bir çocuk sıradan bir trafik kazasında hayatını kaybetse bazen günlerce konuşuluyor ama ölen çocuk Şırnak’ta olunca ortalık derin bir sessizliğe kesiliyor. Zihinlerde aynı “resmi” geçitler: Ya teröristse, zaten o bölgenin kaderi bu, o da çıkmasaymış dışarı, ne yapsın polisler de görevini yapıyorlar… Devlet aklına, diline belenmiş zihinler. Çocukluğundan önce Kürtlüğü gelen çocuklar. Bu yüzden çoğu zaman ölünce de “kurtulamayan”, suçlanan, kusuru aranan çocuklar bunlar. Çoğunlukla da kolayca icat ediliyor suçları. Hem edilmese de bir şey olmuyor, ölümden sorumlu polisler, askerler anında devlet korumasına alınıyorlar ve hiç yoksa tazminat vererek yırtıyorlar. Çocuklar da öldükleri ve üstüne bir de kusurlu olduklarıyla kalıyorlar. Ortalık yine sus pus…

Çocuğu kusurlu sayma tutumu ülkenin doğusunda bir başka sebepten işletilirken, pek çok olayda da yine egemenlerin, patronların ve nihayetinde yetişkinlerin çıkarına işletiliyor. Bakınız Afyon’daki dava. Neredeyse parasını istemeye gitti, işkenceye maruz kalırken kaçamadı diye suçlu olacak çocuk. Tıpkı, çikolata paketinin kapağının boğazına kaçmasıyla ölen ve asli kusurlu bulunan 7 yaşındaki Mert gibi. Çikolatayı üretenler, kantinde satanlar, okul idaresinin suçu yok, çocuk dikkatli yeseymiş, annesi baksaymış…

Aynı kusurları Enes’te, Tahir’de ve Amara’da da bulabilirler. Çünkü egemen yetişkin yargı sistemi böyle işliyor. Olan olmuş, çocuk ölmüş ya da kurtulmuş, unutulur gider, şimdi koca insanı bunun için hapse mi atalım?

Çocuk hak ihlallerinde cezasızlık öyle yaygın ki, çoğu gündeme bile gelemiyor. Söz konusu çocuklar olunca onun yararını, her koşulda onun çıkarını düşünen ve uygulayan bir yargı sistemi yok. Öyle bir toplumsal algı da yok. Çocuktur, yapmıştır kesin bir şey denilip geçilmesi eğilimi baskın oluyor. Adli süreçler de bu eğilimin izinden gidip yetişkin, egemen, patron çıkarına kararlar veriyor.

Bu ülkede çocuğun üstün yararının gözetilmesi ilkesinden bahsetmenin dahi mümkün olmadığı bir haftayı daha geçirdik. Çocuklar bisiklete binerken öldürüldü, çalışırken öldü, babası tarafından öldürüldü, patronu tarafından şiddet gördü. Ama yazı böyle bitsin istemiyorum, çünkü ülkede yıllardır süren bir çocuk hakları hareketi de var. Giderek güçlenen, büyüyen, yayılan bir hareket. Bunca krizin ortasında “durun, çocuklar da var”, “o çocukların hakları var” diyen, bunu sürekli hatırlatan, pergelin sivri ucunu çocukların yararına koyan bir hareket.

Miraç’ın gözlerine bakacağız, bisikletinin parçalarına da. Ve Amara’nın not defterine düştüğü şu notu hatırlayacağız: “Kötü durumdayım, içim buruk, ama umudumu kaybetmedim, elbet bir gün kanadım kırık olsa bile uçacağım, hiç kimse karşımda duramayacak”.