Vladimir V. Orlov’un Diyalektiği: “İnsan, Dünya, Dünya Görüşü”

El Yazmaları’nın Notu: Sovyet felsefe literatürüne önemli katkılar sunmuş olan Vladimir Orlov’un İnsan, Dünya, Dünya Görüşü kitabının değerlendirmesini Ekim Devrimi’nin yıldönümünde değerli okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz.

Bir Yeniden Keşif Manifestosu ve Teşekkür

Vladimir V. Orlov’un 1985 tarihli eseri Человек, Мир, Мировоззрение (İnsan, Dünya, Dünya Görüşü), yayımlandığı dönemin felsefi ve bilimsel tartışmalarına getirdiği diyalektik materyalist yorumla Sovyet felsefe literatüründe önemli bir yer edinmiştir. Bugün, küresel krizler, hızlı teknolojik değişim ve yaygın bir varoluşsal kötümserlikle karakterize edilen çağımızda, Orlov’un temel tezi olan insanın kozmik evrimin rastgele bir ürünü değil, zorunlu doruk noktası olduğu yeni ve çarpıcı bir güncellik kazanıyor.

Bu eserin, 2025 yılında Rusya’nın Perm şehrindeki Lenin Crew ekibinin Marksizm Atölyelerinde çalışan grubu tarafından titizlikle hazırlanan dijital yeniden basımı, bu felsefi mirasın yeni kuşaklara aktarılmasında kritik bir rol oynamıştır. Yeniden basımın önsözünde belirtildiği gibi, Orlov’un sunduğu “stratejik iyimserlik” tezi, günümüzün ekolojik ve dijital sorunlarına karşı entelektüel bir savunma hattı sunuyor. Eseri dijital çağa taşıyan ve bu felsefi tartışmayı yeniden alevlendiren Lenin Crew ekibine bu değerli çabaları için teşekkür etmek, bu analizin başlangıç noktasıdır.

Vladimir Orlov’un Felsefi Sisteminin Kavramsal Zemini

Vladimir Vyaçeslavoviç Orlov’un 1985 yılında yayımlanan eseri Человек, Мир, Мировоззрение (İnsan, Dünya, Dünya Görüşü), Sovyet felsefe geleneği içindeki diyalektik materyalizmin temel tezlerini, çağdaş bilimsel devrimler (özellikle fizik, biyoloji ve sibernetik) ışığında yeniden temellendirme ve genişletme misyonunu üstlenir. Perm Devlet Üniversitesi’nde profesör ve felsefe doktoru olan Orlov’un bu eseri, genç Marksistlere yönelik bilimsel-popüler bir rehber olarak düşünülse de içerik itibarıyla, diyalektik materyalizme dayanan bütünsel bir felsefi sistemin kapsamlı bir savunuculuğunu sunuyor.

Kitap, 1980’lerin küresel meydan okumalarıyla derin bir ilişki içindedir. Dijital dönüşüm, küresel ekolojik tehditler, yapay zekânın yükselişi ve uluslararası gerilimler gibi sorunlar, Orlov’un tezlerine yeni bir derinlik katıyor. Yazarın temel amacı, insanın “Nereden geliyoruz? Kimiz? Nereye gidiyoruz?”[1] şeklindeki “ebedî sorularına” Marksist-Leninist metodoloji ve güncel bilimsel veriler ışığında bilimsel olarak temellendirilmiş ve yaşama olumlu bakan yanıtlar sunuyor. Bu bağlam, eserin felsefi antropolojik sorulara verilen yanıtların, doğrudan doğruya toplumsal ilerlemenin stratejisini ve dünya barışı mücadelesini etkilediğini ortaya koyan bir stratejik zorunluluk taşıdığını gösterir. Orlov, felsefeyi yaşamdan ayırmayan, bilimsel bir dünya görüşünün inşasını zorunlu kılan bir metodolojik çerçeve çiziyor.

Orlov’un sisteminin ana tezi, insanın kozmostaki konumuna dair kökten materyalist bir tanıma dayanır. İnsan, Friedrich Engels’in ifadesiyle, maddenin “en yüksek biçimi” (высшая форма материи) ve “en yüksek rengi” (высший цвет) olup,”sonsuz, düzenli dünya gelişim sürecinin” (бесконечного, закономерного мирового процесса развития) kaçınılmaz ve zorunlu bir sonucudur.

Bu ontolojik konumlandırma, insanı, Varoluşçuluk ve dinî metafiziğin aksine, yabancı ve düşmanca bir kozmosta tesadüfî bir yabancı olmaktan çıkarır. İnsan, aksine, kendinden önceki tüm madde evriminin akümülatörü ve yoğunlaşması (аккумулят, конденсат) olarak işlev görür; sonsuz makrokozmosun yansıdığı bir mikrokozmostur. Bu, materyal dünyanın yabancı değil, “insan dünyası” (человеческий мир) olduğu anlamına gelir. Bu akrabalık sayesinde insan, sonsuzca tanıma ve dönüştürme yeteneğiyle donatılmıştır. Bu kapasite, bilimsel mantığa dayalı bir iyimserliğin temelidir: ilerleme tükenmemiştir, insan özü sonlu değildir ve sosyal gelişim sonsuz olmak zorundadır.

Diyalektik Mücadele: “Rastlantısal İnsan” Felsefelerine Eleştiri

Orlov, diyalektik materyalizmin üstünlüğünü kanıtlamak amacıyla, modern burjuva felsefelerinin insanın özüne ve bilişsel yeteneklerine dair öne sürdüğü kısıtlayıcı tezlere karşı kapsamlı bir diyalektik mücadele yürütmüştür. Orlov bunu şu sözlerle aktarıyor:

“İnsanın varoluşunun anlamı, insanın üzerinde duran bazı güçlerde (fikir, tanrı vb.) değil, insan varoluşunun kendisinde yatmaktadır. İnsanın, insanlığın en önemli genel ihtiyacı, sosyal yaşamının korunması ve çok yönlü gelişmesidir. Bu nedenle, insan varoluşunun anlamı, insan doğasının tüm yönlerinin tutarlı ve tam olarak ortaya çıkmasının önündeki tüm engelleri aşmak, insanı, insanı sömüren sosyal düzenlerin onu kısıtlayan güç ve yeteneklerinden kurtarmaktır. İnsan varoluşunun gerçek anlamı, bu nedenle, insan toplumunun tarih öncesi ile bağlantılı tarihsel biçimleriyle, yani toplumun küçük bir kısmının, toplumun büyük kısmının kısıtlanmış ve sınırlandırılmış yaşamı pahasına yaşadığı antagonistik toplumsal-ekonomik oluşumlarla çelişir. Modern çağda insan varoluşunun gerçek anlamı, sosyal kötülük, şiddet ve baskıya, savaş ve insanlığın kendini yok etme tehdidine karşı mücadeledir. Çağımızda, insan varoluşunun anlamı sorunu son derece keskin bir hâl almıştır, çünkü Hamlet’in “olmak ya da olmamak” sorusu artık tüm insanlık için trajik bir anlam kazanmıştır.”

Varoluşçuluk, insan doğasını irrasyonel bir existenz’e indirger ve insan varoluşunu, kapitalist yabancılaşmanın yansıması olarak, ilerlemeye olan inancını yitirmişliğin trajik bir durumu olarak tasvir eder. Varoluşçuluk, objektif dünyayı insana karşıt, “aptal” ve “âtıl” bir güç olarak gösterir; yaratıcılık ve anlamın yalnızca insan benliği (человеческое я) aracılığıyla kaosa getirilebileceğini iddia eder.

Bu düşünce ekolünün temelindeki “insan rastlantısaldır” tezi, Orlov tarafından mantıksal bir çelişki olarak ele alınır ve Kant’ın antinomileri gibi eleştirel felsefi düşüncenin çözülmesi gereken bir aşaması olarak kabul edilir. Orlov, bu tezin, “Yalancının Paradoksu”nun gizli bir biçimi olduğunu ileri sürer. Eğer insan sınırlı, sığ ve rastlantısal bir varlıksa, dünyayla kurduğu ilişki de sığ olacağından, kendi rastlantısallığı hakkında kesin ve güvenilir bir yargıya varma yeteneği de olamazdı. Bilişsel gücün kendini çürüten bu iddiası, tezin mantıksızlığını ortaya koyar.

Diyalektik materyalizm, bu paradoksu, sonsuz dünya ile sonlu insan arasındaki aşırı karşıtlığı ortadan kaldırarak çözer. Diyalektik, sonsuzluğun tüm sonluyu içerdiği ve sonlunun sonsuzluğa “ortak” olduğu ilkesini getirir. Bu, insanın, ontolojik konumu sayesinde, dünya hakkındaki en genel yasalar (evrenseller) hakkında güvenilir hükümler verebileceğini gösterir.

Nesnel idealizmin önde gelen akımlarından Neotomizm, gelişimin kaynağını Tanrı’dan gelen ruhsal formların âtıl maddeye somutlaşması (hilemorfizm) olarak açıklar. Pierre Teilhard de Chardin’in[2] kozmik evrim fikirleri bile, bilimsel ilerlemeyi nihayetinde Tanrı’ya (Omega Noktası) giden Hristiyan-teolojik bir yol olarak tamamlar.

Orlov, bu yaklaşımların, Gelişim Paradoksunu (yani yeni karmaşıklığın ortaya çıkışını) maddi dünyadan, mutlak olarak değişmez bir ruhsal öze (Tanrı’ya) taşıdığını belirtir. Mutlak olarak hareketsiz olan bir ilkenin, maddeyi nasıl gelişme durumuna getireceği sorusu cevapsız kalır. Bu, idealizmi kendi içinde çözülemeyen bir çelişkiyle karşı karşıya bırakır. Maddenin aksine, Tanrı ve Mutlak Fikir gibi kavramlar, Orlov’a göre, çözülemeyen çelişkileri nedeniyle “boş kavramlardır” ve akıldan yoksundur. Bu durum, erken Hristiyan ilahiyatçısı Tertullianus’un[3] dahi fark ettiği gibi, İdealizmin kendi akıl dışılığını kabul etmesidir.

Diyalektik materyalizmin bu mücadeledeki gücü, bazı karşıt düşünürler tarafından bile kabul edilir. Örneğin Neotomist P. Chauchard[4], diyalektik materyalizmin insanın tüm yüceliğini ortaya koyan bir teori olduğunu kabul ederken, diğer felsefeleri eleştirir.[5] Bu durum tabii bir biçimde diyalektik materyalizmin derin hümanist ve bilimsel temelinin kanıtıdır.

Madde ve Sonsuz Gelişimin Diyalektiği

Orlov’un sisteminin ontolojik çekirdeği, maddenin, içsel, tükenmez yaratıcı aktiviteye (causa sui[6]) sahip olduğu ve varoluşunun sürekli olarak alçaktan yükseğe, basitten karmaşığa ilerleyen bir hareket olduğu tezidir. Orlov bu tezi savunurken kendi sözleriyle şöyle ifade ediyor:

“Gelişimin paradoksunun çözümü, en yüksek gelişim aşamasında, daha düşük aşamalarda bulunmayan ek bir içerik, “karmaşıklığın artışı” olduğu gerçeğinin kabulüne dayanır. Sonuncusu, dünyada gelişim süreçlerinin varlığı, basit olandan karmaşık olanın ortaya çıkması; fiziksel, kimyasal, biyolojik ve sosyal sıralamasının varlığı gibi tartışılmaz gerçeklerden kaynaklanan, paradoksun çözümünün gerekli ve mutlak koşulu. Gelişimin paradoksunun çözümü iki ardışık adımdan oluşur. Bunlardan ilki, alt ve üst düzey arasındaki zıtlığı “zayıflatmak”tır. Paradoks, üstte, önceki gelişim aşamasında olmayan ve olamayacak olan bir içerik artışı keşfetmemizden kaynaklanmaktadır (cansız doğada canlılık özelliği yoktu, hayvanlar aleminde insan yoktu). Ancak, yeni içeriğin altta tamamen yabancı olmadığını, bir dereceye kadar onda da mevcut olduğunu kabul etmek gerekir. Her şeyden önce, bu içerik alt kademede olasılık olarak mevcuttur (kimyada canlıların ortaya çıkma olasılığı, canlılarda insanın ortaya çıkma olasılığı vardır). Olasılık veya potansiyel varlık, diyalektik materyalizm açısından, yeni olanın yokluğu, var olmaması değil, bir dereceye kadar onun varlığıdır.”

Madde, bilince karşıt olarak, duyumda bize verilen objektif gerçeklik olarak tanımlanır. Bu tanım, maddenin kendi kendine neden olma (causa sui) yeteneğini vurgular. Madde, kendi içsel içeriğiyle var olur ve uzay, zaman, hareket ve gelişim gibi özniteliklerini kendi içinde taşır. Maddenin gelişme yeteneği, herhangi bir daha genel yetenekten türetilemez. Bu, maddenin temel doğasının ifadesidir. Bu, idealizmin yaratıcı gücü Tanrı’ya atfetmesine karşı, maddenin içsel yaratıcılığını mutlaklaştırır. Maddenin sonsuzluğu tezi, diyalektik materyalizmi idealizmin yaratılış tezlerinden kesin olarak ayırmak için temel koşuldur; aksi halde, mutlak basit bir başlangıç, dışsal bir müdahale olmadan harekete geçemezdi.

Gelişim, hareketin (değişim) sadece bir biçimi değil, maddenin evrensel özniteliğidir. Orlov, ilerleme ile gerilemenin eşitliği tezini reddeder. Mutlak dengeyi varsayarak, gelişimin içsel motorunu (zıtların mücadelesi ve dengesizliği) ortadan kaldırır. Gerçek gelişim, gerileme ve döngü anlarını içerse de özünde alçaktan yükseğe doğru ilerleyen bütünleşik bir süreçtir (интегральный прогресс). Bu yönlülük, zorunludur ve Evrenin genişleme eğilimi ile biyolojik evrimin karmaşıklaşmaya doğru giden ana yolları gibi bilimsel verilerle desteklenir.

Gelişimin Paradoksu, yeni ve daha karmaşık içeriğin (örneğin 1014 kat bilgi artışı) alt basamaktan nasıl türeyebileceği sorunudur. İdealist felsefeler bunu dışsal yaratımla açıklarken, Orlov, diyalektik materyalizmin iki adımlı çözümünü sunar:

  1. Potansiyel Varlık: Yeni olan, alt basamakta tamamen yok değildir, ancak olanak ve zorunluluk (возможность и необходимость) biçiminde potansiyel olarak mevcuttur.
  2. Kendiliğinden Karmaşıklaşma:”Ek karmaşıklık” hiçbir dışsal ilke tarafından getirilmez. Maddenin kendi kendine karmaşıklaşma (самоусложнение) yeteneği aracılığıyla, yani gelişim sürecinin kendisi içinde doğar.

Bu, insan emeğinde somutlaşır. Emek, fiziksel korunum yasalarına tâbi olsa da toplumsal alanda sürekli artık değer (harcanandan fazla değer) yaratarak karmaşıklık üretir. Maddenin bu yeteneği, onun kendi kendinin nedeni (causa sui) olmasının ifadesidir ve gelişimi zorunlu bir süreç haline getirir.

Tek Düzenli Dünya Süreci: Yapı ve Birikim İlkesi

Orlov, maddeyi, dört ana formdan (Fiziksel, Kimyasal, Biyolojik, Sosyal) oluşan zorunlu bir hiyerarşi ile yapılandırılmış Tek Düzenli Dünya Süreci olarak sunar.

Maddenin formları arasındaki ilişkiler, gelişimin diyalektik yasalarını yansıtır. Her yüksek form (örneğin Biyolojik), kendisinden önceki alçak formları (Fiziksel ve Kimyasal) hem varoluşunun çevresi (doğal temeli) olarak korur hem de kendi yapısına dahil eder. Dahil edilen alçak formlar, kendi temel yasalarını korumasına rağmen, yüksek formun organizasyonuna tâbi olur. Örneğin, insan organizmasındaki fiziksel ve kimyasal süreçler, biyolojik süreçlerin amaçlarına (yaşamın sürdürülmesine) hizmet edecek şekilde düzenlenir. Bu biyolojik süreçler de en nihayetinde toplumsal süreçlere (emek ve düşünceye) tâbi kılınır.

Gelişimin akümülatif (birikmiş) karakteri (аккумулятивный характер развития), her bir sonraki formun, önceki formların temel içeriğini yoğunlaşmış ve entegre edilmiş bir biçimde sürekli olarak biriktirdiği anlamına gelir. Bu birikim, Hegel’in ifadesiyle, bilincin önceki tüm içeriği koruyarak “zenginleşmesi ve kendi içinde yoğunlaşması” sürecine benzer.

Bu birikim, evrenselleşmeye yol açar. İnsan emeği ve düşüncesi, bu evrenselleşmenin doruk noktasıdır. İnsan, önceki formların tüm niteliklerini özümseyerek ve birleştirerek, tüm doğayı “organik olmayan bedeni” haline getirme yeteneği kazanır. Bu yoğunlaşma sayesinde, çevremizdeki her nesne, kendi “sonsuz geçmişinin sıkıştırılmış tarihi” (свёрнутая бесконечная история) hâline gelir.

Gelişim, konverjans (yakınsak) bir karakter sergiler. Alçaktan yükseğe geçildikçe, her bir formun mekânsal yayılımı (kütlesi) azalır. Bu durum, Evrenin potansiyel olarak sonsuz gelişme olanağına sahip olmasına rağmen, mevcut doğal süreçler içinde bu olanakların büyük bir kısmının gerçekleşmeden kaldığı anlamına gelir. Maddenin bu “ölü potansiyel” formu, fiziksel sistemlerin kendi başlarına karmaşık bilgisayarlara dönüşememesi gibi bir içsel çelişkiyi yaratır. Maddenin bu potansiyel zenginliği ile onu gerçekleştirme yeteneği arasındaki çelişkiyi çözmek için, yeni bir aktivite biçimi olan insanın zorunlu olarak ortaya çıkması gerekir. İnsan, tam da bu gerçekleşmemiş olanakları dönüştürme ve realize etme kapasitesine sahip olan varlıktır.

İnsan: Maddenin En Yüksek Rengi ve Evrensel Varlık

İnsan ve insan toplumu, Tek Düzenli Dünya Süreci’nin zorunlu ve mantıksal olarak türetilebilir basamağıdır. İnsan, evrimsel sürecin kendi içsel doğasından kaynaklanan “demir bir zorunlulukla” ortaya çıkar.

İnsanın ortaya çıkışı, rastlantısal değil, maddenin kendi özünden kaynaklanan bir zorunluluktur. Bu zorunluluk, temel kaliteler ve özler düzeyinde (Biyolojinin Sosyal Forma yol açması) geçerlidir, ancak bu zorunluluk, sonsuz rastlantılar yığını aracılığıyla kendini ifade eder. Marksist determinizm, zorunluluğun sadece öz düzeyinde geçerli olduğunu savunarak fatalizmden ayrılır. Bu, insanın yaratıcı eylemi ve özgür iradesi için felsefi bir alan yaratır. Zira insanın bireysel özellikleri, Evrenin alt formlarının özü tarafından tam olarak önceden belirlenmemiştir.

İnsan bilinci, maddenin evrensel yansıma yeteneğinin en yüksek formudur. Bilişsel yeteneğin gelişimi, basit yapıların karmaşık nitelikleri (Ashby yasası[7] analojisi) yansıtma yetersizliğinden kaynaklanır. Psişe, dışsal nesnelerin niteliklerinin, yaşayan substratın özelliklerinden ayrılarak ideal bir formda ifade edilmesiyle ortaya çıkar. Orlov insanı ve emeği şöyle tarif ediyor:

“Emeğin en önemli özsel özelliği — insanın en yüksek madde formu olarak evrenselliği nedeniyle doğanın güçlerini birleştirme yeteneği, kendi gerçekleştirme düzeyinden başka hiçbir şeyle sınırlandırılamaz, ki bu düzey sürekli olarak aşılır ve aşılır. Emek, kendi sınırlarını aşmadan sonsuza kadar gelişebilen dünyadaki tek maddi faaliyettir. Herhangi bir maddi süreç sonlu bir nitelik taşır ve er ya da geç sona erer, başka bir süreçle yer değiştirirse, evrenselliği sayesinde emek, nesnelerin her türlü özelliğini özümser, işler. “Emek ateşi”nde (K. Marx) maddi dünyanın herhangi bir niteliksel olarak spesifik nesnesi ve olgusu yeniden eritilir, değişime uğrar. Emek, gelişiminde kendi gelişim düzeyinden başka hiçbir şeyle sınırlı değildir.”

Kısaca Orlov’un tanımladığı insan, önceki tüm formların akümülatörü olduğu için, tüm madde formlarının niteliklerini yansıtabilen evrensel bir substrata sahiptir. Bu sayede insan, Evren hakkında sınırsız bilgi edinme kapasitesi kazanır. Karl Marx’ın tanımıyla, ideal olan, “maddi olanın insan beynine nakledilmesinden ve orada dönüştürülmesinden başka bir şey değildir”. Bu dönüşüm, beynin evrensel bir maddi substrat olarak, sonsuz dünyanın herhangi bir niteliğini “yerine koyucu” olarak yansıtma yeteneğinden kaynaklanır.

İnsanın özü, tabiatta hazır bulunmayan koşulları yaratmak suretiyle kendi yaşamını üretmekte yatar. Emek (труд), bu varoluşun temelidir; maddenin en yüksek ve evrensel maddi aktivite biçimidir. Emek, fiziksel olarak sınırlı olan insan gücünü, sınırsız doğal güçleri (nükleer enerji gibi) kendine katma yeteneğiyle çarpar. Bu evrensel içerik, insanın, doğanın nesnelerini “her türün ölçüsüne ve mantığına göre”[8] dönüştürmesini mümkün kılar.

İnsan, aynı zamanda, “toplumsal ilişkilerin salt bir toplamı” (совокупность всех общественных отношений) değil, nesnel (субстанциальное) bir varlıktır; emeğin, bilincin ve ilişkilerin öznesidir. Bireysellik (личность), toplumsal içeriğin bireyde birikimi sayesinde oluşur ve komünist toplumun temel amacı olan insanın maksimum gelişimi için bir ölçüdür. Biyolojik yapımız (Homo Sapiens), sosyal yaşama (emek ve düşünceye) hizmet edecek şekilde yeniden geliştirilmiş ve ona tâbi kılınmıştır. İnsanın ortaya çıkışı, doğanın ilerlemesinin devamı için zorunlu bir faktördür, zira doğa, insan olmadan ilerleyeceği maksimum karmaşıklık sınırına ulaşmıştır.

Epistemolojik Zorunluluk: Bilimsel Dünya Görüşü ve Bilinebilirlik

Bilimsel dünya görüşünün (научное мировоззрение) mümkünlüğü, insanın sonsuz dünyayı bilişsel olarak kavrama yeteneğine dayanır. Kantçı agnostisizmin (noumena’nın bilinemezliği) aksine, diyalektik materyalizm, insanın maddenin en yüksek biçimi ve evrimin akümülatörü olması nedeniyle, Evrenin özünü kavrayabileceğini savunur.

Bu, Evrenin gelişiminin, temel içeriği en yüksek basamaklarda yoğunlaştırması sayesinde mümkündür. İnsan, bu yoğunlaşmış içeriğe sahip en karmaşık varlık olarak, altındaki sonsuz hiyerarşik seviyeleri çözme kapasitesine sahiptir. Biliş, global ölçekte, karmaşıktan (Sosyal Form) basite (Fiziksel, alt-fiziksel) doğru ilerler. Bu, insanın alt madde formlarını dönüştürme yeteneğinin (pratik) bilişsel faaliyetin yönünü de belirlemesi anlamına gelir.

Marksist felsefe, bilim ve toplumsal pratiğin ilerlemesiyle sürekli gelişmek zorundadır. Ancak bu gelişim, konseptüel derinleşme (концептуальное углубление) yoluyla gerçekleşir. Yeni konseptlerle eski konseptlerin tamamen değiştirilmesi (konseptüel değişim) şeklinde değil.

Diyalektik materyalizmin özü (maddesellik, gelişim, yansıma ilkeleri) korunur, ancak bu öz, her yeni keşif ve toplumsal pratikle (özellikle gelişmiş sosyalizmin yeni ekonomik ve sosyal formları) sürekli olarak zenginleştirilir ve daha derin bir içerikle doldurulur. Diyalektik materyalizm, doğru kavramsal temele sahip olduğu için, kendisini nihai bilimsel felsefe olarak kurar ve gelecekteki felsefi yaklaşımların (örneğin sibernetik felsefe) sadece bu özü derinleştirebileceğini, ancak onu temelden aşamayacağını varsayar.

Orlov, sibernetik ve bilgi teorisinin sunduğu açıklama potansiyelini kabul etmekle birlikte, fiziksel makinenin (ЭВМ[9]) insan bilincine ulaşamayacağını felsefi olarak temellendirir.

Modern bilgisayarlar, fiziksel sistemlerdir ve birimleri elektrik impulsudur. İnsan ise, onlardan üç evrimsel düzey (Kimyasal, Biyolojik ve Sosyal) daha üstün olan, Sosyal Formdur. İnsan beyninin üstünlüğü, nesnelerin niteliklerinin elektriksel impulslarda prensip olarak bulunamayan, ideal formda yansıtılmasında yatar. İdeal olana sahip olmayan fiziksel makine, insanın evrensel substrat olma yeteneğinden yoksundur ve daima bir araç olarak kalacaktır. Bu, makine ve insan arasındaki köklü niteliksel farkı vurgular.

Sonsuz Sosyal İlerleme ve Kozmik Misyonun Başlangıcı

Modern çağın krizleri, kaynak tükenmesi (21. yüzyılın ortalarında kaçınılmaz ekolojik kriz tahminleri) ve savaş tehdidi gibi faktörler, burjuva düşünürlerini insanlığın kaçınılmaz sonuna (örneğin, 6500 yıllık medeniyet ömrü tahmini) inanmaya iter. Orlov, bu “küresel kötümserliğe” karşı, bilimsel mantığa dayalı bir stratejik iyimserlik sunar. Bu sonsuz ilerleme yeteneği, insanın nihaî kadere (yok oluşa) mahkûm olduğu yönündeki burjuva ve dinî karamsarlığa karşıt bir argüman oluşturur:

“Marksist felsefe, modern doğa bilimlerinin sağlam temellerine dayanarak, idealizm ve dinin küresel pesimizmine, insanın, genel, özel ve tekil, sonsuz ve sonlu olanın birliği olarak, genelleştirilmiş ve kısaltılmış bir biçimde, evrensel, özel ve tekil, sonsuz ve sonlu olanın birliği olarak maddi dünyanın sonsuz zenginliğini taşıyan en yüksek madde formu olarak insan kavramını karşılaştırır. Bu kavram, insanlık tarihinin kaçınılmaz sonu sonucunu tamamen ortadan kaldırır. Sonsuzluğu içinde taşıyan insan, sonsuz ilerlemeye muktedirdir.”

Sosyal ilerlemenin kaynağı, emeğin akümülatif doğasında ve sürekli olarak harcanandan daha fazla değer üretme yeteneğinde yatar. Komünizm, sınıfsal antagonizmayı ortadan kaldırarak ve insanın tam potansiyelini gerçekleştirmeyi amaç edinerek, sosyal gelişimin önündeki tüm içsel sınırları kaldırır. Komünizm, Orlov’a göre, sosyal gelişimin sonsuz olması gerektiği anlamına gelir.

Komünizm, bu anlamda “insanlığın en yüksek ve son düzeni”dir[10]. Toplumsal üretim ve toplumsal mülkiyet, toplumsal zenginliğin “herkesin yeteneklerine göre, herkese ihtiyaçlarına göre” dağıtılması ilkesine dayanan komünizm, temel ve doğrudan amacı olarak insan bireylerin özgürce gelişmesini, tüm yeteneklerinin gelişmesini ve ihtiyaçlarının sürekli olarak karşılanmasını belirler. “Eski burjuva toplumu, sınıfları ve sınıf karşıtlıkları ile yerini, herkesin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birlikteliğe bırakır” diye yazmışlardır K. Marx ve F. Engels, “Komünist Parti Manifestosu”nda.[11]

Komünizmde insan faaliyeti, “insanın yaratıcı yeteneklerinin mutlak bir tezahürü haline gelir, önceden belirlenmiş herhangi bir ölçekten bağımsız olarak, tüm insan güçlerinin gelişiminin bütünlüğünü, yani bu bütünlüğü kendi amacı haline getiren önceki tarihsel gelişmeden başka hiçbir önkoşul olmaksızın. Burada insan kendini tek bir belirleyicilikle yeniden üretmez, tüm bütünlüğüyle üretir, kesin olarak yerleşmiş bir şey olarak kalmaya çalışmaz, mutlak bir oluşum hareketindedir”[12].

Gerçekten insanî ilkelere dayalı bir toplumda sosyal ilerlemenin temel yönü ve anlamı, “insan doğasının zenginliğinin kendi başına bir amaç olarak gelişmesidir”[13]. Komünist toplum, bu şekilde, insanın sınırsız gelişimi için olanak sağlar ve sosyal ilerlemeye hiçbir sınır koymaz. Ama belki de bu sınırlar, bizi çevreleyen dünyanın doğasında yatmaktadır?

İnsan faaliyetlerinin artan ölçeği (insanlık, jeolojik bir faktör haline gelmiştir), kaynakların tükenmesi ve gezegenin toplam kirlenmesi tehlikesini doğurur. Kurtuluş, sadece Dünya’nın ötesine geçilmesiyle ve uzayın sınırsız genişlemesiyle mümkündür. Orlov, Konstantin Eduardoviç Tsiolkovskiy’in[14] (1883) fikirlerini temel alır. Tsiolkovskiy, insanlığın Dünya’nın doğal yok oluşundan kaçınarak uzaya yayılması gerektiğini ve bu ilerlemenin ebedî olduğunu savunmuştur. Bu, insanlığın gerçek kozmik misyonunun başlangıcıdır.[15]

Sonsuz sosyal ilerlemeyi garantileme stratejisi, “yukarıya çıkan merdivenden aşağıya doğru koşmak” felsefesini gerektirir. İnsanlık, sosyal evrimde ilerlerken, maddenin alt seviyelerini (alt-fiziksel formları) dönüştürerek ve kontrol altına alarak Evrenin daha geniş zaman ölçeklerini kendi varoluş zamanına katmak zorundadır. Maddenin bu şekilde dönüştürülmesi, Evrenin termodinamik çöküşü veya ısı ölümü gibi senaryoları (Evrenin izole sistem olarak ele alındığı modeller) engelleyebilir.

İnsan, maddenin evrensel formu olduğu için, kendisinden sonra gelen, kendisini niteliksel olarak aşan bir “süper-sosyal” formun (örneğin, robot medeniyetinin) ortaya çıkmasına gerek yoktur. Sonsuz gelişim, insan özünün (emek ve biliş yeteneğinin) sürekli derinleşmesi ve Evreni dönüştürme kapasitesinin artmasıyla, insan formunun kalıcılığı içinde gerçekleşir. İnsan, yaratıcılık ve biliş yeteneklerini koruyarak, sonsuza dek “kendisi olarak kalma” yeteneğini sürdüren yegâne varlıktır.

Sonuç: Dünya Görüşünün Anlamı ve Orlov’un Mirası

Orlov’un eseri, diyalektik materyalizmi, insanın “İnsanî Dünyada İnsan” («человек в человеческом мире») olarak konumlandığı, tutarlı, bilimsel ve etik açıdan üstün bir felsefi sistem olarak sentezler.

İnsan varoluşunun anlamı, dışsal tanrısal güçlerde değil, emek, biliş ve yaratıcılık yoluyla insanın kendi doğasının tüm potansiyelini gerçekleştirdiği süreçte yatar. Sınıflı toplumlarda bu öz, sömürü ve savaş yoluyla deforme olmuş ve parçalanmıştır. Bu nedenle, bireysel varoluşun en yüksek anlamı, toplumsal ilerleme ve dünya barışı için mücadele etmekte somutlaşır. Nükleer savaşı önleme mücadelesi, sadece siyasî bir zorunluluk değil, insanlığın ebedî varoluşu için verilen kozmik bir mücadeledir.

Bireysel yaşamın sonluluğunun (ölüm) bilinci, yaşamı maksimal dolulukta yaşama ve mücadele etme cesaretini doğurur. İnsanın yaratıcı doğası ve sonsuz ilerleme yeteneği, dinî fantezilerde sıklıkla sunulan, Mihail Bulgakov’un Usta ve Margarita romanındaki Usta’ya verilen “ebedî huzurun” (вечный покой) aksine, sürekli mücadele, yaratım ve aktivite gerektirir. Orlov’a göre, sonsuzluk, durağan bir dinlenme hâli değil, bitmek bilmeyen yaratıcılığın ta kendisidir.

Orlov’un eseri, diyalektik materyalizmin, küresel zorluklar karşısında sadece teorik değil, aynı zamanda pratik ve metodolojik bir rehber olarak kalıcılığını vurgular. Diyalektik materyalizmin kavramsal derinleşme yeteneği, bilimsel bilgi arttıkça felsefenin de sürekli zenginleşeceğini gösterir. Aynı zamanda, Orlov’un Marksist antropolojisi sanata, insanın evrensel, kozmik doğasını yansıtan derin bir felsefi boyut katar. İnsanın, Evreni kendi amaçlarına göre dönüştürme yeteneği, sosyalist realizmin, insanın sınırsız yaratıcılığını ve ilerleme yeteneğini yansıtan yeni sanatsal formlar geliştirmesi gerektiğini ima eder. İnsanlığın kozmik misyonu, yalnızca bilgi arayışı değil, aynı zamanda sonsuz, tükenmez dünyayı dönüştürerek kendini ebedileştirme eylemidir.


[1] Kitabın girişinde Paul Gauguin’den alıntılanmıştır.

[2] Pierre Teilhard de Chardin (1881–1955), Fransız Cizvit rahibi, paleontolog, jeolog ve filozoftur. Bilim insanı kimliğiyle din adamı kimliğini birleştirmeye çalışmış ve özellikle evrim ile Katolik inancını uzlaştıran bir felsefe geliştirmiştir. Çin’deki kapsamlı arkeolojik keşif gezilerinde görev almış (örneğin Pekin Adamı’nın bulunmasına katkıda bulunmuştur) ve akademik çalışmalar yapmıştır. Felsefesinde, evrenin madde, yaşam, bilinç ve sonunda “Omega Noktası” adını verdiği nihai ruhsal birlik ve bilinçlilik hedefine doğru ilerleyen bütüncül ve ruhani bir kozmik evrim görüşü sunmuştur. Başlıca eseri olan İnsan Fenomeni (Le Phénomène Humain), ölümünden sonra yayımlanmıştır.

[3] Tertullianus, MS 160-225 yılları arasında yaşamış olan önemli bir Kilise Babası, yazar, filozof ve teologdur. Gnostisizm gibi sapkın akımlara karşı mücadele eden polemik ve apolojetik (inanç savunusu) eserler yazmıştır. En önemli eserlerinden biri beş ciltlik “Markion’a Karşı” adlı eseridir.

[4] Paul Chauchard (1912–2005), Fransız nörofizyolog ve tıp doktorudur. Çalışmaları, bilimsel keşifler (özellikle sinir sistemi ve beyin üzerine) ile Hristiyan inancını uzlaştırmaya odaklanmıştır. Felsefi ve teolojik düşüncesinde, Thomas Aquinas’ın öğretilerini modern bilgiyle birleştirmeyi amaçlayan Neotomizm akımının etkisinde kalmış ve bu çerçevede inanç ve akıl arasındaki uyumu savunmuştur.

[5] Chauchard P. (1956). Les mécanismes cérébraux de la prise de conscience; neuropsychologie, psychanalyse et psychologie animale, Paris, Masson et Cie, s.7 (Fransızca)

[6] Causa sui (Latince: “kendi kendisinin nedeni”), bir varlığın kendi varoluşunun nedeni olduğu felsefi bir kavramdır. Bu terim, genellikle mutlak, sınırsız ve zorunlu varlığı ifade etmek için kullanılır.

[7] Ashby Yasası (Gereken Çeşitlilik Yasası / Law of Requisite Variety): Sibernetik bilimci W. Ross Ashby tarafından formüle edilen bu temel ilke, bir kontrol sisteminin başarılı olabilmesi için, karşılaştığı sistemin veya çevrenin karmaşıklığı (çeşitliliği) ile başa çıkabilme yeteneğinin, kendi içindeki çeşitliliğe bağlı olduğunu belirtir.

[8] Marx K., Engels F. Tüm Eserleri 20. cilt s.357 (Rusça)

[9] Электронная вычислительная машина: 1980’li yıllardaki bilgisayarlar genel anlamda hesaplama işlerinde (compute) kullanıldığından Rusça’da bu araçlara “elektronik hesaplama makinesi” adı verilip EVM diye kısaltılmıştır.

[10] Marx K., Engels F. Tüm Eserleri 7. cilt s.551 (Rusça)

[11] Marx K., Engels F. Tüm Eserleri 4. cilt s.447 (Rusça) – Marx K, Engels F. (2016) Komünist Parti Manifestosu, Yordam Kitap, çev.: Nail Satlıgan, s.69 [Kitapta Rusça kaynaktan alıntılanan eserin Türkçe kaynaktaki karşılığı olarak sunulmuştur. Aynı atıftır. y.n.]

[12] Marx K., Engels F. Tüm Eserleri 46. cilt 1. kısım s.476 (Rusça)

[13] Marx K., Engels F. Tüm Eserleri 26. cilt 2. kısım s.123 (Rusça)

[14] Kozmonotiğin teorik konularını geliştiren, uzay araştırmalarının felsefi sorunlarıyla ilgilenen ezoterik bir düşünür olan Rus ve Sovyet otodidakt bir bilim insanı, bilgin ve kâşiftir. Sovyet Roket biliminin kurucusu olarak kabul edilmektedir. https://tinyurl.com/3sh54vwk

[15] Циолковский К. Э. (1962). Исследование мировых пространств реактивными приборами. Избр. труды. М., с. 207—208. (Tsiolkovskiy K. E. (1962). Reaktif cihazlarla dünya uzayının araştırılması. Seçilmiş eserler. Moskova, s. 207—208.)

Scroll to Top