El Yazmaları’nın Notu: Yayın kurulu üyemiz ve yazarımız Efecan Özcan tarafından yazılan, 22 Nisan’da Cammu Keşmir’de yaşanan patlama sonrasında Hindistan – Pakistan arasında gelişen savaş durumunu tarihsel bağlamıyla ele alan bu makaleyi üç bölüm halinde sunmayı uygun gördük. Yazının ilk bölümünde iki ülke ilişkilerinin emperyalizm ile tarihsel bağları ve Keşmir özelinde ulusal sorun incelenmektedir. Yazının ikinci bölümünde ise milliyetçilik ve dincilik üzerinden şekillenen ideolojilerin ve nükleer silah sahipliğinin sınıf üzerine etkileri incelenmektedir. Üçüncü ve son bölümde şiddetlenecek yeni ve dördüncü bir savaştan nasıl dönüldüğüne ve küresel emperyalist hegemonya mücadelesine karşın halkların sınırları aşan devrimci pratiklerinin önemine ilişkin bir perspektif geliştirilmektedir.
Füzelerden Ateşkese: 2025 Çatışması Uçurumun Kıyısından Nasıl Döndü?
Nisan ayında Hindistan yönetimindeki Keşmir’de gerçekleşen ve 26 kişinin ölümüne yol açan militan saldırısına misilleme olarak Hindistan 7 Mayıs günü erken saatlerde Pakistan’a ilk kez füze fırlattığında, ABD olaya müdahil olmaya pek ilgi göstermedi. ABD, Keşmir saldırısının ardından Hindistan’ın “kendini savunma hakkına sahip olduğunu” söylemişti ve Hindistan, Pakistan’a yönelik saldırılarını, herhangi bir sivil veya askeri hedeften ziyade, yalnızca ulusal güvenliğini tehdit eden “terörist kamplarını” vurmak olarak çerçevelemişti.
Ancak 9 Mayıs gecesi geç saatlerde, her iki taraf da çatışmayı tırmandırdıkça, Trump yönetimine iki nükleer silahlı ülkeyi kendi hallerine bırakmanın sadece bölge için değil, dünya için de bir tehlike oluşturduğu ve her iki taraf için de kabul edilebilir tek üçüncü taraf arabulucunun ABD olduğu açıkça belirtildi, tıpkı on yıllardır tarihsel olarak olduğu gibi. Özellikle ABD, nükleer bir tehdide doğru tırmanışın çok gerçek bir olasılık haline geldiğinden korkmaya başladı.
Bu tehdit, Hindistan’ın 10 Mayıs sabahı erken saatlerde Rawalpindi şehrindeki Nur Khan hava üssü de dahil olmak üzere üç kritik Pakistan hava üssüne saldırı başlatmasının ardından daha da tırmandı. Pakistan’ın muhtemel bir saldırısını önleme girişimi olduğu söylenen bir saldırı olarak bildirildi. Pakistan’ın nükleer silahlarını koruyan ordu ve askerî kanadın karargâhı Rawalpindi’de bulunuyor ve ordu şefi ile başbakan Şehbaz Şerif o kadar endişeliydi ki Başbakan, Pakistan’ın nükleer yeteneklerini kontrol eden kurum olan Ulusal Komuta Otoritesi’nin (NCA) bir toplantı yapmasını istedi.
ABD’nin arabuluculuğunda sekiz saat süren müzakerelerin başlangıcı, Hindistan ve Pakistan arasında nihayet 10 Mayıs günü öğle saatlerinde kırılgan bir ateşkesi güvence altına aldı. Anlaşma ilk olarak Donald Trump tarafından Truth Social platformunda kamuoyuna duyuruldu, ancak Pakistan, ABD başkanının müzakereler sırasında kendi taraflarına hiçbir zaman kişisel olarak herhangi bir çağrı yapmadığını söyledi.
“Bu noktada, herkesin korkusu iki ezeli rakip arasında bir nükleer savaş çıkmasıydı” dedi bir Pakistan güvenlik yetkilisi. Trump da 12 Mayıs günü Truth Social adlı sosyal medya ağında iki ülke arasında “kötü bir nükleer savaşı” önlediğini övünerek açıkladığında buna atıfta bulundu. Trump, Rubio’yu Pakistan tarafını ikna etmekle görevlendirirken, Vance ise doğrudan Hindistan ve başbakanı Narendra Modi ile ilgilenen kişiydi. Rubio sadece ordu şefi Munir’e değil, aynı zamanda Pakistan’ın ulusal güvenlik danışmanı Asim Malik ve Şerif’e de defalarca telefon etti. Yetkililere göre Rubio’nun mesajı basitti: bunun durması gerekiyor.
Yetkililere göre, ateşkes, tüm saldırganlıkların sona erdirilmesinin yanı sıra, iki ülke arasında gelecekte, büyük olasılıkla BAE gibi Körfez ülkelerinden birinde ateşkes görüşmelerinin yapılması konusunda bir anlaşmayı da içeriyor.
Üst düzey görüşmelere katılan Pakistan eski başbakanı Enver ül Hak Kakar, görüşmelerde öncelikle ateşkesin sağlanması ve Hindistan’ın Pakistan’a kritik su akışını düzenleyen İndus Nehri anlaşmasını askıya alma konusundaki görüşmelere odaklanılacağını söyledi. Kakar, “Keşmir meselesi şu anda tartışılmayabilir, ancak bazı güven artırıcı önlemlerin alınmasının ardından Keşmir meselesi masaya yatırılacak” dedi.
Pakistan, ABD’nin barışa aracılık etmedeki rolünü açıkça tartışırken, Şerif Trump’a katılımından dolayı alenen teşekkür ederken, Hindistan anlaşmada herhangi bir dış etkiden bahsetmedi; bunun yerine daha sonra ateşkes için kendilerine ilk yaklaşanın Pakistan olduğunu iddia etti.
Analistler, Hindistan’ın ateşkeste ABD’nin herhangi bir rolünü tartışmayı reddetmesinin, Modi hükümetinin tarafsız dış politikasının ve Hindistan’ın iç işlerine dışarıdan müdahaleyi kararlılıkla reddetmesinin bir göstergesi olduğunu ifade ediyor. Alt kıtaya karşı yeni bir ilgi keşfetmiş gibi görünen Trump, “Keşmir konusunda ‘bin yıl’ sonra bir çözüme ulaşılıp ulaşılamayacağını görmek için Hindistan ile çalışmaya istekli olduğunu” tweetledi.
Halkların Birliği ve Devrimci Perspektif: Sınırları Aşan Sınıf Dayanışması
Hindistan ve Pakistan arasındaki çatışmanın tarihsel, siyasal ve ekonomik dinamikleri, bu sorunun yalnızca diplomatik girişimlerle ya da milliyetçi çözüm önerileriyle aşılamayacağını gösteriyor. Çünkü bu çatışma, bölgedeki egemen sınıfların; burjuvazinin, askerî-sınaî kompleksin, feodal artıklara dayanan toprak sahiplerinin çıkarlarına hizmet eden, sürekli yeniden üretilen bir savaş düzenidir. Bu nedenle, gerçek bir barış ve özgürlük ancak halkların birleşik, sınıfsal temelli ve devrimci mücadelesiyle mümkündür.
Hindistan ve Pakistan’daki silahlanma yarışı ile yoksulluk arasındaki bağ, burjuva devlet aygıtının sınıfsal karakteriyle doğrudan ilişkilidir. Her iki ülkede de iktidardaki sınıflar, emperyalist sistemle bütünleşmiş bir biçimde, halkın gerçek ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade kendi sınıfsal çıkarlarını ve iktidarlarını korumaya hizmet eden militarist politikalara öncelik veriyor. Hindistan ve Pakistan, tarihsel olarak emperyalizmin mirası olan bölünmüşlük, etnik ve dini gerilimler gibi yapay çelişkilerin üzerine inşa edilmiştir. Bu çelişkiler, egemen sınıflar tarafından sürekli olarak körüklenmekte ve “ulusal güvenlik” adı altında meşrulaştırılan devasa askerî harcamalarla halkın dikkatini sınıf gerçekliğinden uzaklaştırmak için kullanılıyor. Oysa gerçek tehdit, birbirlerine değil, her iki ülkenin işçi sınıfını ve köylülerini sömüren kendi burjuvazilerinden ve toprak ağalarından geliyor.
Bir yanda Hindistan, dünya çapında silah ithalatında ilk sıralarda yer alırken; nükleer silahlar, savaş uçakları, füze sistemleri için milyarlarca dolar harcıyor. Diğer yanda yüz milyonlarca insan temel sağlık hizmetlerinden, eğitime ve barınmaya kadar en temel insanî ihtiyaçlara ulaşamıyor, kast sisteminin modern versiyonlarıyla eziliyor, işsizlik ve açlıkla boğuşuyor. Pakistan’da da durum farklı değil; IMF dayatmaları, askeri harcamaları kısmayı değil, sosyal harcamaları kısmayı zorunlu kılarken; ülke kaynakları orduya, iç güvenlik aygıtlarına ve emperyalist çıkarlara hizmet eden yatırımlara akıtılıyor.
Bu silahlanma yarışı, yalnızca iki devlet arasındaki gerilimleri diri tutmakla kalmaz; aynı zamanda emekçi halkın sırtına bindirilmiş bir yüktür. Eğitim, sağlık, altyapı gibi kamu hizmetlerine ayrılması gereken kaynaklar, silah tekellerine, emperyalist savunma sanayilerine ve yerli askerî bürokrasiye aktarılmaktadır. Bu durum, yoksulluğun yapısal olarak yeniden üretilmesine yol açar.
Bu tablo “barış” ya da “diplomatik çözümler” çerçevesinde ele alınamaz; aksine, sorunun kökeninde yatan sınıfsal çelişkilere işaret eder. Sorunun çözümü, militarizmin sınırlandırılmasında değil, egemen sınıfların iktidarına son verilmesinde, emperyalist bağımlılığın kırılmasında ve halkın kendi iktidarını kurmasında yatar. Hindistan ve Pakistan halklarının gerçek çıkarı, birbirine karşı savaşta değil, birleşik devrimci mücadelede buluşmalarındadır. Çünkü emekçi sınıflar için savaş, yalnızca sınır hattındaki çatışmalarla sınırlı kalmaz; ekonomik kriz, enflasyon, işsizlik ve temel hizmetlerdeki gerileme ile birlikte gündelik hayatın her alanına sirayet eder. Bu durum, Hindistan’da tarım sektöründe kitlesel borçlanmalar ve intihar vakaları, Pakistan’da ise işçi grevlerinin bastırılması ve sendikal hakların yok edilmesi şeklinde kendini gösterir. Savaş politikaları, egemen sınıfların elinde iç sınıf mücadelesini bastırma aracına dönüşür.
Ancak bu süreçte, devrimci hareketlerin konumu belirleyici bir öneme sahiptir. Ne var ki Hindistan Komünist Partisi (Marksist) gibi bazı yapılar, zaman zaman Hindistan devletinin milliyetçi reflekslerini paylaşarak, özellikle Çin sınırındaki askeri operasyonlarda ve Keşmir meselesinde devlet yanlısı pozisyonlar almıştır.[1] Bu tür tutumlar, devrimci hareketlerin sınıfsal bağımsızlığını zedelediği gibi, enternasyonalist dayanışma zeminini de tahrip eder. Çünkü emperyalist devletlerin ya da yerli burjuvazinin militarist siyasetlerine angaje olunması, halkların birliğini değil, bölünmesini derinleştirir.
Bu noktada, gerçek devrimci pozisyon, yalnızca kendi ulus devletinin savaş politikalarına karşı çıkmak değil; aynı zamanda ezilen halkların kendi kaderini tayin hakkını, sömürgeciliğe ve devlet terörüne karşı mücadelesini kayıtsız şartsız savunmaktır. Keşmir halkının özgürlük mücadelesi, yalnızca bir “ulusal sorun” değil; aynı zamanda Güney Asya’daki sömürgeci devlet yapılarının sürdürülebilirliğini sağlayan bir şiddet rejimiyle doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla bu mücadele, Hindistan-Pakistan arasındaki gerilimde taraf olmaktan öte; her iki ülkenin halklarını kendi egemenlerine karşı birleşmeye çağırmalıdır.
Bugünün devrimci görevi, enternasyonal bir mücadele hattı inşa etmektir. Pakistanlı işçilerin, Hindistanlı köylülerin, Keşmirli gençlerin ve Beluci halkının mücadelesi, ancak kapitalist sistemin bütününe karşı birleştiğinde zafer şansı kazanabilir. Bu birleşik mücadele hattı, halklar arasındaki düşmanlığı değil; egemen sınıflara karşı ortak direnişi büyütmelidir.
Bu anlamda, devrimci örgütler kendi milliyetçi sapmalarını ve devletçi reflekslerini eleştiri süzgecinden geçirmeli; emekçi sınıfların enternasyonal birliğini önceleyen, halkların özgürlüğünü merkeze koyan bir stratejiye yönelmelidir. Ancak bu şekilde hem ulusal sorunlar demokratik biçimde çözülebilir, hem de bölgesel bir devrimci dinamik inşa edilebilir.
[1] Hindistan’ın Pakistan’a yaptığı askerî operasyona ilişkin HKP(M) açıklaması: https://cpim.org/on-operation-sindoor/