El Yazmaları’nın Notu: Yayın kurulu üyemiz ve yazarımız Efecan Özcan tarafından yazılan, 22 Nisan’da Cammu Keşmir’de yaşanan patlama sonrasında Hindistan – Pakistan arasında gelişen savaş durumunu tarihsel bağlamıyla ele alan bu makaleyi üç bölüm halinde sunmayı uygun gördük. Yazının birinci bölümünde iki ülke ilişkilerinin emperyalizm ile tarihsel bağları ve Keşmir özelinde ulusal sorun incelenmektedir. İkinci bölümde ise milliyetçilik ve dincilik üzerinden şekillenen ideolojilerin ve nükleer silah sahipliğinin sınıf üzerine etkileri incelenmektedir. Üçüncü ve son bölümde şiddetlenecek yeni ve dördüncü bir savaştan nasıl dönüldüğüne ve küresel emperyalist hegemonya mücadelesine karşın halkların sınırları aşan devrimci pratiklerinin önemine ilişkin bir perspektif geliştirilmektedir.
Yoldaş Nambala Keshava Rao nam-ı diğer Basavraj’ın aziz anısına hürmeten…
Komünistler, uluslararası çatışmaları yalnızca ulusal sınırlar ya da “dinler arası düşmanlıklar” bağlamında değil; bu çatışmaların ardındaki sınıf çıkarları, emperyalist müdahaleler ve ulusal sorunun tarihsel biçimlenişi çerçevesinde kavrar. Bu bağlamda, Hindistan ile Pakistan arasındaki süreklilik arz eden çatışma, sadece iki devlet arasındaki diplomatik ya da sınır sorunu değil, emperyalist müdahalelerin, sömürgecilik sonrası ulus-devlet inşa süreçlerinin ve kapitalist gelişme eşitsizliğinin bir ürünü olarak değerlendirilmelidir.
Tarihsel Arka Plan ve Emperyalizmin Mirası
Hindistan ve Pakistan arasındaki gerilimin kökeni, yüzeyde dinsel ya da etnik bir farklılık gibi görünse de bu çatışmanın tarihsel temelinde emperyalist müdahaleler, ulusal burjuvazilerin şekillenişi ve yapay ulus-devlet inşası süreci yatıyor.[1] 1947 yılında Hindistan alt kıtasının Britanya İmparatorluğu’ndan bağımsızlık kazanması, yüzeysel olarak bir “dekolonizasyon” süreci gibi sunulsa da, özünde emperyalizmin bölgedeki kontrolünü dolaylı yollarla sürdürebileceği bir jeopolitik mühendislik olarak gerçekleşmiştir. İngilizler, bir yandan bölge halklarının anti-emperyalist bir devrim sürecine yönelmesini engellemek, diğer yandan oluşmakta olan ulusal burjuvaziler arasında kalıcı bir rekabet zemini oluşturmak amacıyla Hindistan’ı Hinduların çoğunlukta olduğu bir merkezde konumlandırırken, Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeleri Pakistan adıyla ayrı bir devlete dönüştürmüşlerdir.
Bu bölünme, sözde dinî farklılık temelinde gerçekleştirilmiş gibi görünse de aslında, sınıfsal çelişkileri ve emperyalist çıkarları gizleyen bir perde işlevi görmüştür. Güney Asya’da din, etnisite ve kast temelli ayrımlar, tarihsel olarak sınıfsal yapının parçalarıdır ve bu ayrımlar üzerinden yaratılan kutuplaşmalar, sömürge yönetiminin “böl ve yönet” politikasının sürekliliğini sağlamıştır. [2] İngilizler, Müslüman Lig ile Hindistan Ulusal Kongresi’ni birbirine karşı kışkırtarak ortak anti-emperyalist mücadele olasılığını sabote etmiş, Hindistan’ın birleşik bağımsızlık mücadelesini parçalamıştır. Bu strateji, yalnızca sömürge döneminde değil, bağımsızlık sonrasında da iki ulus arasında kalıcı bir güvensizlik ve düşmanlık zemini oluşturmuştur.
Keşmir’in bu tarihsel bağlamda özel bir yeri vardır. 1947’de prenslik sistemi içinde yer alan Cammu ve Keşmir, çoğunluğu Müslüman olan bir nüfusa sahipken, yönetici sınıf Hindu bir Maharaja’dan[3] oluşmaktaydı. Prensliğin Hindistan’a ilhakı, halkın iradesi dışında, feodal bir hükümdarın siyasî tercihiyle gerçekleşmiş, bu da halkın meşru demokratik haklarını daha ilk andan itibaren gasp etmiştir. 1947-48 savaşının temelinde bu meşruiyet krizi yatıyor.[4] O tarihten itibaren Keşmir halkı ne Hindistan ne de Pakistan devletlerinden kendi kaderini tayin hakkını elde edebilmiş, her iki devletin askerî ve siyasî tahakkümünün nesnesi hâline gelmiştir. Bu durum, yalnızca bir “etnik” ya da “ulusal” çatışma değil, egemen sınıfların bölgesel hegemonyalarını inşa ederken halkların iradesini yok saymalarının bir ürünüdür.
Pakistan’ın kuruluşu da bu çerçevede ele alınmalıdır. İngiliz emperyalizminin desteğiyle oluşturulan Pakistan devleti, başından itibaren bir İslam devleti olarak tanımlanmış ve bu tanım, içeride mezhepsel gerilimleri, dışarıda ise Hindistan karşıtlığına dayalı bir siyasî meşruiyet üretimini beraberinde getirmiştir. Bu yapı, Pakistan’da burjuva demokratik kurumların gelişmesini engellemiş, askerî bürokrasinin ve dinci yapının hegemonik hâle gelmesine zemin hazırlamıştır. Aynı şekilde Hindistan da laik ve anayasal bir çerçevede kurulmuş olmakla birlikte, modern ulus-devlet aygıtını Hindutva ideolojisinin taşıyıcılığıyla kurmuş; bu da Keşmir başta olmak üzere, Müslüman azınlıkların sürekli dışlanmasına ve bastırılmasına neden olmuştur. Yani her iki devletin kuruluşunda da halkların eşitliği değil, egemen sınıf çıkarlarının korunması esas alınmıştır.
Emperyalizmin bölgedeki mirası yalnızca sınır çizmekle sınırlı kalmamış; bölgenin sınıfsal yapısını da kalıcı biçimde dönüştürmüştür. Büyük toprak sahipleri, ticaret burjuvazisi ve devlet bürokrasisi, her iki ülkede de halkın iradesini bastıran egemen bloklar oluşturmuştur. Keşmir’de olduğu gibi, Cammu, Sindh, Belucistan ve Assam gibi bölgelerde de merkezî iktidara karşı direnişler ortaya çıkmış, ancak bu direnişler çoğu zaman ya mezhepçi gruplar ya da bölgesel milliyetçilikler tarafından yönlendirilmiş, sınıfsal bir devrimci çizgiye ulaşamamıştır. Bu durum da emperyalizmin yarattığı yapay ulusal sınırların, halkların kurtuluşunu değil, yeni tahakküm biçimlerini ürettiğini ortaya koyuyor.
Sonuç olarak, Hindistan-Pakistan çatışması, tarihsel olarak İngiliz emperyalizminin bölgede yarattığı yapısal bölünmüşlüğün, ulusal burjuvazilerin iktidar rekabetinin ve halkların demokratik iradesinin bastırılmasının ürünüdür. Bu gerçeklik, yalnızca geçmişin bir tortusu değil, günümüz çatışmalarının da maddi zeminidir. Dolayısıyla Keşmir sorununu anlamak ve çözmek için emperyalist mirası, ulus-devlet inşasını ve sınıfsal tahakkümü birlikte değerlendiren tarihsel materyalist bir analiz zorunludur.
Keşmir: Ulusal Sorun mu, Sömürgeci Yapının Devamı mı?
Keşmir sorunu, yaygın biçimde etnik veya dinî temelli bir “ulusal sorun” olarak çerçevelendirilse de, bu yaklaşım, meselenin yapısal niteliğini örtüyor. Keşmir’deki tarihsel ve güncel çelişkiler, salt bir halkın “ayrılma” ya da “bağımsızlık” talebinden ibaret değil; Hindistan ve Pakistan ulus-devletlerinin, sömürgeci yönetimlerin mirası olan tahakküm araçlarını sürdürebilmeleri için uyguladıkları sistematik baskının ve ideolojik manipülasyonun ürünüdür. Bu bağlamda Keşmir, tipik bir ulusal azınlık sorunu değil, merkezî güçlerin alt emperyalist devletler yaratarak bölgesel hegemonya mücadelesi için sömürgeci mantıkla periferideki halklara yönelik inşa ettiği tahakkümün güncel bir örneğidir.
1947’de İngiltere’nin bölgeden çekilmesinin ardından, Keşmir prensliği bağımsızlık ya da Pakistan’a katılım seçenekleriyle karşı karşıya bırakıldı. Ancak halkın iradesiyle değil, Hindu Maharaja Hari Singh’in Hindistan lehine karar vermesiyle bölge Hindistan’a ilhak edildi.[5] Bu karar hem halkın çoğunluğunun Müslüman olması hem de bölgede yükselen bağımsızlık eğilimleri göz önüne alındığında açık bir gasp anlamına geliyor. Hindistan, “Instrument of Accession” (Katılım Belgesi) adı verilen bir hukuki mekanizmaya dayanarak Keşmir’i topraklarına katmış, ancak bu belge bizzat emperyalist sistem tarafından yaratılan ve meşruiyeti sorgulanabilir olan bir belgedir.[6] Dolayısıyla Keşmir’in Hindistan’a bağlanması, halkın öz iradesini değil, feodal bir yöneticinin kararı ile şekillenmiş ve halkın siyasal taleplerini baskı altına alan sömürgeci bir uygulamanın devamı niteliğini kazanmıştır.
Keşmir meselesinde temel çelişki, halkın kendi kaderini tayin hakkı ile Hindistan ve Pakistan’ın bölgesel çıkarları arasındaki çatışmadır. Her iki devlet de Keşmir’i bir halklar meselesi değil, “ulusal güvenlik” meselesi olarak ele alıyor ve sorunu militarist yöntemlerle bastırmaya çalışıyor.[7] Hindistan, Keşmir’i anayasal olarak bir “ayrılmaz parça” olarak tanımlarken; Pakistan, bölgeyi “tamamlanmamış bir bölünmenin kurbanı” olarak görmektedir. Oysa bu iki resmî pozisyon da Keşmir halkının kendi siyasal iradesini doğrudan temsil etmiyor. Ne Hindistan’ın “laik federalizmi” ne de Pakistan’ın “İslamî kardeşliği”, Keşmirli halkın yıllardır süren özyönetim ve bağımsızlık talebini karşılamaya dönük değildir. Bu nedenle Keşmir sorunu, bir “ulusal kurtuluş hareketi”nin bastırılmasından ziyade, halkların iradesine karşı merkezî devletler tarafından sürdürülen bir tür iç sömürgeleştirme süreci olarak ele alınmalıdır.
Keşmir, Hindistan için yalnızca bir toprak parçası değil, aynı zamanda ulusal bütünlüğün bir sembolüdür. Bu yüzden Hindistan devleti, Keşmir’deki bağımsızlık taleplerine karşı orantısız güç kullanmış, olağanüstü hâl yasaları ve askerî varlıkla bölgeyi fiilen bir işgal bölgesine dönüştürmüştür.[8] 1989’dan bu yana artan militan hareketlere karşı uygulanan baskı politikaları –toplu gözaltılar, sokağa çıkma yasakları, işkenceler ve sivillere karşı kullanılan silahlı güç– yalnızca Keşmir halkını radikalleştirmemiş, aynı zamanda bu çatışmayı sürekli kılmıştır. 2019 yılında Hindistan’ın Anayasa’nın 370. maddesini iptal ederek Cammu ve Keşmir’in özel statüsünü kaldırması, halkın özyönetim hakkını tamamen ortadan kaldırmış ve bölgeyi doğrudan Yeni Delhi’ye bağlı bir askeri-idari yapıya dönüştürmüştür.[9] Bu da Keşmir’in klasik sömürge idaresine benzer biçimde, merkezin periferiyi mutlak denetim altına alma çabasının bir göstergesidir.
Pakistan ise Keşmir meselesini, içerideki siyasi meşruiyet krizini aşmak için sıkça milliyetçi bir ajitasyon konusu hâline getirmiştir. Ancak Keşmir halkının Pakistan’a katılma yönünde güçlü bir kolektif eğilim içinde olduğuna dair somut verilerden çok, Pakistan’ın bölgesel stratejilerinin yön verdiği politik söylemler vardır. Üstelik Pakistan’ın kendi içindeki Belucistan, Sindh ve Paştun bölgelerindeki ulusal taleplere karşı takındığı baskıcı tavır, Keşmir konusunda benimsediği özgürlükçü söylemin çelişkili olduğunu gösterir.[10] Dolayısıyla Pakistan da tıpkı Hindistan gibi, Keşmir’i halkların özgürlüğü temelinde değil, kendi jeopolitik ve askeri çıkarları doğrultusunda bir “satranç taşı” olarak değerlendiriyor. Bu tablo değerlendirildiğinde, Keşmir halkının çelişkileri yalnızca din, ulus veya kimlik temelinde ele alınamaz. Keşmir’de süren mücadele, sınıfsal tahakküm, yerli burjuvazinin işbirlikçiliği ve emperyalist sistemin müdahalesiyle şekillenmiş bir sömürgeci yapının devamıdır.[11] Halk, yalnızca ulusal kimliğini değil, sınıfsal bağımsızlığını da hedeflemeden gerçek bir kurtuluşa ulaşamaz. Keşmir’deki direnişin devrimci bir karakter kazanması, ancak bu mücadeleyi Hindistan ve Pakistan’daki işçi ve köylü hareketleriyle birleştiren bir çizgiyle mümkündür.[12] Aksi takdirde Keşmir, iki burjuva devletin çıkar savaşına hapsolmaya devam edecektir.
[1] Jalal, A. (2014). The Struggle for Pakistan: A Muslim Homeland and Global Politics. Harvard University Press.
[2] Chandra, B., Mukherjee, M., Mukherjee, A., Panikkar, K. N., & Mahajan, S. (2000). India’s Struggle for Independence. Penguin Books.
[3] Hindu kast sisteminde prense denk gelen bir makam. (y.n.)
[4] Ganguly, Š. (1997). The Crisis in Kashmir: Portents of War, Hopes of Peace. Cambridge University Press.
[5] Whitehead, A. (2007). A Mission in Kashmir. Penguin Books.
[6] South Asia Human Rights Documentation Centre. (2006). Introducing Human Rights. Oxford University Press.
[7] Roy, A. (2019). My Seditious Heart. Hamish Hamilton.
[8] Zia, A. S. (2019). Resisting Disappearance: Military Occupation and Women’s Activism in Kashmir. University of Washington Press.
[9] Roy, A. (2019). a.g.e.
[10] Ali, T. (1983). Can Pakistan Survive? Verso.
[11] Bhattacharya, S. (2002). Marxism and Indian Politics.
[12] Chandra, U. (2016). “The Case for Right to Self-determination in Kashmir”. Economic & Political Weekly, 51(4).