Sene başında 22.104 TL olarak belirlenen, resmiyette asgari, gerçekte genel ücret ile geçinme çabası ise her geçen ay daha da imkânsız hale geliyor. İş bulabilen her iki kişiden birinin asgari ücret civarında ücrete mahkûm bırakılmakta. Bu gerçeklik karşısında 22.000 TL halk kitlelerine uygulanan bir yoksulluk dayatması haline gelmiştir.
Bu yoksulluk dayatmasının arka planında sermayenin çıkarları yatmakta. Mehmet Şimşek’in göreve gelişi ile beraber kontrolden çıkan fiyat artışlarının faturası emekçiye kesilmiş. Şimşek ve şürekasına göre (ki bu grubun şakşakçılarının içerisinde CHP’ye yakın birçok iktisatçı da vardı) fiyatları artıran emekçinin “gereksiz” talebiydi. Biz emekçilere temel ihtiyaçlarımızın bile şımarıklık olduğu söylenmiş, biz talebimizi açlıktan ölecek duruma kadar azaltırsak bu fiyat artışlarının kontrol altına alınacağı söylenmişti.
2024 yılının başında ise asgari ücrete yüzde 29 zam yapılırken, iddia düşük zam ile fiyat artışlarının kontrol altına alınacağıydı. 2025 yılı için hedeflenen enflasyon ise yüzde 21 olarak açıklanmıştı. Böylece aslında asgari ücret zammı sayesinde, yıl sonunda bile emekçinin alım gücü bir önceki yıldan daha iyi olacaktı.
Enflasyon artmaya, hayat pahalılaşmaya devam ediyor.
Fakat bu hesabın gerçekçi olmadığı en başından belliydi. Sadece ocak ayı içerisinde yüzde 5 enflasyon açıklanmasının ardından beklentiler de yüzde 24’e yükseltildi. Üstelik tüm bu veriler TÜİK’ten alınıyor.
Artış Oranı | |
Asgari Ücret | %29 |
Barınma | %45 |
Ulaşım | %35 |
Beslenme | %30 |
Bir emekçinin aldığı ücret yüzde 29 zamlanırken, harcamaların ne kadar arttığına bir bakalım. En büyük gider kalemi olan barınma asgari ücretin çok daha üzerinde artmaya devam ediyor. Haziran ayında kira zammı sınırı yüzde 45 olarak açıklandı. İstanbul’da aylık abonman fiyatları yüzde 35 oranında arttı. Gıda enflasyonu daha mayıs sonundan yüzde 30’u bulmuş oldu.
Zaten bırakalım yoksulluk sınırını açlık sınırının dahi altında belirlenen asgari ücret, daha haziran ayından fiyat artışları karşısında eridi. Bir emekçinin geçen yıl kaldığı evde kalıp, geçen yıl beslendiği şekilde beslenebilmesi bile artık hayal.
Tüm İşçi Sınıfı için Ara Zam
Şimşek ve şürekasının yalanları daha yılın ilk yarısı dolmadan açığa çıktı. Emekçiler ısrarla daha da yoksullaştırılırken, fiyatlar artmaya devam ediyor. Bu koşullarda ara zam bir istek değil, bir zorunluluktur.
Üstelik asgari ücrete getirilecek ara zam sadece asgari ücretli çalışan milyonları değil, tüm Türkiye işçi sınıfını alâkadar etmektedir. Ara zam için seferber olacak işçi sınıfı sadece asgari ücreti artırmak ile kalmayacak, tüm ücretleri de artmaya zorlayacaktır.
Unutmayalım, değeri biz üretiyoruz. Üretilen her şey bizim hakkımız. Ancak iktidar ve sermaye düzeni bize insanca yaşam koşullarını bile kendi isteğiyle vermedi, vermeyecek. Ara zam da insanca yaşam koşulları da mücadelemize bağlı. Örgütlü ve mücadeleci bir işçi sınıfının karşısında hiçbir kuvvet duramaz.
İzmir’de Grev
Ara zam kampanyasından hemen önce, İzmir’de belediye işçilerinin ara zam mücadelesinin provasını verdiğini görüyoruz. 2024 yılı ardından başlayan Toplu İş Sözleşmesi (TİS) süreci devam ederken en sonunda belediyenin tam da asgari ücret artış oranına paralel şekilde yüzde 29’luk bir artış önermesinin ardından 23 bin işçi grev kararı aldı.
Üstelik İzmir Belediyesi’nde çalışan ancak DİSK yerine iktidara yakın Türk-İş sendikasına üye işçiler, aynı iş için DİSK üyesi sınıfdaşlarından çok daha yüksek ücretler almaktaydılar. Dolayısıyla İzmir’de greve çıkan emekçilerin talepleri gerçeküstü de karşılanamaz da değildi.
Emek Düşmanı CHP
İzmir belediye işçilerinin başlattığı bu son derece meşru ve onurlu grevi karşısında ise, kendisini özellikle 19 Mart süreci sonrası halk güçlerinin yanında konumlandıran CHP’nin tepkileri son derece çarpıcı. Grev ve direnişlere tüm gücüyle saldıran, halkın insanca bir yaşam talebini yalan ve iftiralarla karalamaya çalışan iktidar güçlerinden hiç de aşağı kalmayan bir süreç izledik.
İşçilerin talepleri konusunda yalanlar söylendi. Sanki İzmir halkının vergilerinin tümü bu işçilerin “abartı” maaşlarına gidiyormuş gibi algılar yaratılarak İzmir halkı ve belediye emekçileri karşı karşıya getirilmeye çalışıldı. Bunun yetmediği noktalarda, belediye işçilerinin “sözde” çoğunluğunun mezhepleri ve memleketleri üzerinden şoven ve ırkçı dürtüler harekete geçirilmeye çalışıldı.
İşçilerin üretimden gelen gücüne karşı durabilmek için bu yalan ve karalamalar da yeterli olmadı. Çöpler toplanmayınca, hor görülen, vasıfsız emek denilerek düşük ücret ve insan onuruna sığmayan bir yaşamı hak ettiği ima edilen çöpçülerin önemi açığa çıktı. Ancak CHP bu noktada Cemil Tugay önderliğinde doğrudan grev kırıcılığa soyunmaktan bile çekinmedi.
CHP’nin tüm bu dezenformasyonları, yarattığı işçi düşmanı ve şoven atmosfer ve hatta sürdürdüğü açıktan grev kırıcılık karşısında, işçiler meşru grevlerinin 7. gününde belediyenin çok az daha artırılmış teklifini kabul etmek zorunda bırakıldı.
Grevin Öğrettikleri
Birçok açıdan son derece aydınlatıcı ve safları netleştirici bir grev süreci ile karşı karşıya kalındı:
- Kendisini halk güçleri yanında konumlandıran CHP’nin, konu emek sermaye çelişkisi olunca sermayenin yanında duracağı tekrar açığa çıktı.
- Asgari ücretin, sadece asgari ücretlileri değil tüm işçi sınıfını ilgilendiren, ortalama zam oranları için bir referans noktası olduğu ispatlandı.
- Mücadele edilmediği takdirde sermayenin işçi sınıfına açlık ve yoksulluğu reva gördüğünü; emekçilerin insanca yaşam taleplerinin bile hor görüldüğünü canlı olarak izledik.
Eşit İşe Eşit Ücret
Bu çerçevede İzmir Belediye işçilerinin insanca bir yaşam ve belediyede çalışan Türk-İş’e bağlı işçiler ile aynı maaşı almak için başlattıkları grev meşru olmanın da ötesinde, işçi sınıfının kalanına da yol gösterici olacaktır. Bu grev kayda değer bir kazanım elde edemedi, doğru. Ancak işçi sınıfının kurtuluşa CHP gibi düzen partilerinin eliyle değil kendi bağımsız ve örgütlü mücadelesiyle ulaşabileceği bir kez daha açığa çıktı. Üstelik çok geniş katılımlı örgütlenebilen grev süreci, işçi sınıfının kendi örgütü kurma ve örgütlü mücadele yürütmesi adına önemli bir deneyim açığa çıkardı. Bunun devamının sağlanması sorumluluğu işçi sınıfı ve sosyalistlerin omuzlarındadır.
Mehmet Şimşek’e Yeni Şafak’tan Saldırı
Emekçilerin karşısında kapsamlı ve örgütlü bir ara zam kampanyası örgütleme gerekliliği yatarken, ekonomi yönetimine dair egemenler arası tartışmalar da ciddileşmiş durumda. Göreve geldiği günden beri, Şimşek ekonomi programının emek düşmanlığını teşhir etmiş ve özünde bir sermaye koruma programı olduğunu vurgulamıştık.
Şimşek özünde Türkiye’nin dışarıdan gelecek döviz ihtiyacını kolay yoldan çözmek adına faizleri yükseltmek; eş zamanlı olarak da enflasyon bahanesi ile emekçinin zaten eriyen ücretlerine saldırıyı meşrulaştırmak ikili hedeflerine sahip bir ekonomi yönetimi vaat etmişti. Aslında bugün gelinen noktada bu iki hedefini de gerçekleştirmiş gözüküyor. Ancak programın ikinci yılında Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları hız kesmeden devam ediyor.
Finansa Karşı Sanayi
Bugün gelinen noktada, eski bakan Berat Albayrak’ın ailesine ait olan Albayrak grubunun Yeni Şafak gazetesi 26 Mayıs tarihli manşetinde Şimşek’in ekonomi yönetimini topa tuttu. Aslında manşette yazanlar eksik olmasına rağmen yanlış değil. Şimşek programının temel taşı olan yüksek faizin sermayenin üretimden gelir elde eden grupları adına bir sorun olduğu çok açık. Artan şirket iflaslarından, ciddi düşüş gösteren büyüme oranlarına kadar birçok veri de bunu doğruluyor.
Üstelik artan faizler aslında toplam gelirden bankaların ve kredi veren kurumların, üretim ile ilgilenen gruplar aleyhine payını da artırması demek. Ne de olsa kredi karşılığı geri ödenmek zorunda olan para arttıkça, toplam sömürünün daha büyük bir bölümü sanayi aleyhine finansın cebine giriyor.
Üstelik artan grevler ve toplumsal huzursuzluğu da düşündüğümüzde, Şimşek programı artık emeğe yapılan saldırıları meşrulaştırma becerisini de kaybetmiş gözüküyor. İşçi sınıfının itirazlarının da yoğunlaştığı bir noktada, Şimşek artık finansal sermaye ve bankalar dışında, sermaye gruplarına dahi bir şey vaat edememeye başladı.
Sırada Ne Var?
Yüksek tutulan faizlerin yarattığı ekonomik daralma artık sermayenin önemli bir bölümü için de çok maliyetli hale gelmeye başlamış gözüküyor. Bu maliyetleri bir de yaratılan işsizlik ve toplumsal huzursuzluk ile beraber düşünmemiz gerekiyor. Tüm bu maliyetler karşısında iktidarın ekonomi yönetiminde bir değişikliğe mecbur kalma ihtimali hiç de düşük görünmüyor. Üstelik programın faturasının da Şimşek’e kesilmesi mümkün.
Ancak Şimşek programına da aslında mecbur kalındığını hatırlamamız gerek. Türkiye ekonomisi hâlâ dışarıdan gelecek paraya muhtaç. Dolayısıyla tekrardan düşük faize dönülmesinin ekonomide yaratacağı tahribatın da büyük olacağı açık.
Bu durumda Şimşek programı da faizlerin düşürülmesi de özünde emeğin payından sermayeye daha yoğun transferler yaparak günü kurtarmayı hedefliyor. Ancak her iki senaryoda da Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları aynı ciddiyette varlığını sürdürmeye devam edecek.