El Yazmaları’nın Notu: El Yazmaları tarafından 2021 yılında yayımlanan Volkan Yaraşır’ın kaleme aldığı Ters Dalga kitabının içinde yer alan “Güney Kore İşçi Hareketi: Estetik Militanlık” başlıklı bölümden hazırlanan yazı dizisinin son bölümünü siz değerli okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.
Ve Kriz
Krize yönelik alınan önlemler sonuç vermedi. Bir önlem paketi olan yasal düzenlemeler işlevsiz kaldı. Aşırı kredi borçlanması, istikrarsızlık, kısa süreli sermaye kaçışları Güney Kore’yi şiddetli bir ekonomik kriz içine soktu. Ülke ekonomik olarak tam bir çöküş aşamasına geldi. Şiddetli likidite ihtiyacı biçiminde şekillenen kriz sadece Güney Kore’yi etkilemedi; senkronize bir şekilde Doğu Asya’yı sardı. Periferideki neo-liberal modeller hızla çöküş sürecine girdi.
Güney Kore işçi hareketi, küresel düzeyde etki yaratan bu krizden derin şekilde etkilendi. Doğu Asya krizi, 2008 krizinin önemli bir eşiği, evresi olarak biçimlendi. Güney Kore’de büyük tekeller çöktü; KIA iflasını istedi. Likidite sıkıntısı Güney Kore para birimi Won’un aşırı değer kaybına yol açtı. Bu gelişmeler doğal sonucu olarak işyeri kapatmaları, toplu tensikatlar gündeme geldi ve işsizlik patlaması yaşandı.
IMF ve Dünya Bankası Güney Kore’ye önemli yaptırımlarda bulundu. Küresel finans kapital, Güney Kore’nin “stabilizasyonu” yönünde acil önlemler aldı. Bunun anlamı, toplumun terörize edilmesi ve sınıfın boyunduruk altına alınmasıydı. Bir yandan baskı politikaları uygulanırken, diğer yandan toplumsal konsensüs yönünde politikalar izlendi.
1998’de Kim Dae Jung iktidara geldi. Yeni rejim, neo-liberal politikaları radikal bir biçimde hayata geçirdi. Kim Dae Jung kimliğinde simgelenen sivil diktatörlük ülkenin yaşadığı ekonomik krize somut hiçbir çözüm getiremezken, işçi sınıfına karşı saldırılarını yoğunlaştırdı. Devlet ve sermaye, neo-liberal yapısal uyum politikaları doğrultusunda toplu tensikat, işçi ücretlerinin düşürülmesi, toplu sözleşme hükümlerinin uygulanmaması gibi hareketlerle işçi sınıfı üzerinde ekonomik ve siyasi baskı politikalarını yoğunlaştırdı.
Rejim bir yandan baskı politikaları uygularken, diğer yandan FKTU’yu devreye sokarak “toplumsal konsensüs” yönünde adımlar atmaya çalıştı. Devlet, sermaye ve “emek temsilcilerinin” katıldığı bir yapıyla kriz komitesi oluşturuldu. Bu komiteye, devlet tarafından illegal kabul edilen KCTU da çağrıldı. KCTU’nun çağrılması, finans kapitalin önemli bir manevrasıdır. Yeni çalışma rejiminin biçimlendirilmesi ve emeğin tahakküm altına alınmasında devlet ve sermayeye ciddi meşruiyet alanı açmaktaydı.
KCTU bu çağrıya önce uydu. Komitenin emek karşıtı politikaları sonucunda KCTU, bir müddet sonra komiteden çekildi. KCTU’nun bu yaklaşımı ve ikircikli tavrı son derece yıpratıcı sonuçlar yarattı. Bu tutum, KCTU’nun ideolojik ve politik zaafiyetlerini göstermesi yanında, fiili sendikal mücadele geleneğinin aşınmasına örnek teşkil etti.
Krizin yarattığı tahribat ve toplumsal panik havası ve özellikle KCTU’nun tutarsız tavrı, yeni emek rejimlerinin inşasını sağladı. Sınıfa yönelik açık saldırılar gündeme geldi. Çalışma gününün uzatılması, ücretlerin düşürülmesi, esnek çalışmanın yaygınlaştırılması yönünde ciddi saldırılar yaşandı. Sınıf içinde rekabeti körükleyen ve ücretlerde, istihdamda, çalışma saatlerinde esnekleşmeye giden uygulamalar başladı. Güvencesizlik yaygınlaştırıldı, taşeronlaşma arttı 33.
Ancak Güney Kore’de yaşanan sınıfsal kutuplaşma, sınıf hareketinde durgunluğun ve geri çekilmenin hızla aşılmasına yol açtı. İşçi sınıfı yaşanan bütün olumsuz şartlara rağmen kendini kısa zamanda toparlamayı başardı. Özellikle 1997 genel grev yenilgisinden sonra geri çekilen işçi hareketi, 1 Mayıs 1998 gösterileriyle yeniden bir yükseliş içine girdi. 1 Mayıs 1998 kitlesel gösterileri, genel grevle taçlandı. Genel grevi, Hyundai Motor, Mando Makine fabrikalarında toplu işten çıkarmalara karşı direniş, Halla ağır sanayi işçilerinin direnişi ve bir dizi işyerinde gerçekleşen militan işçi eylemleri izledi.
Asya Krizinden 2004’e
1997 krizi, neo-liberal politikaların daha “radikal” uygulanmasını beraberinde getirdi. IMF programları hızla devreye sokuldu ve ülke ekonomisi yabancı sermayeye açıldı. Aşırı borçlanma sonucu Daewoo, Hyundai, Samsung gibi ekonomik devler satılığa çıkarıldı. Ancak yabancı sermaye, militan işçi sınıfının tepkisinden korkarak hükümetten sınıfı baskı altında tutacak düzenlemeler istedi ve bu talepler eksiksiz yerine getirildi. Hemen ardından özelleştirmeler, toplu işten çıkarmalar ve esnek üretim yöntemleri yaygınlaştı. Kriz sonrası büyük şirketlerde işgücünün yüzde 30’u işten çıkarıldı. Örneğin, Daewoo’yu satın alan General Motors 2001 sonunda 10 bin işçiyi işten çıkardı veya zorunlu emekliliğe ayırdı. Bu operasyon devlet eliyle gerçekleştirildi. 2003 yılında Daewoo fabrikalarındaki sendikalı işçi sayısı 1330’dan 150’ye düştü.
2000 yılında Güney Kore ürünlerine taleplerin yeniden başlamasıyla dev şirketler istihdam yapısını değiştirerek geçici işçiliği tercih etti. O güne kadar işgücünün yüzde 58’i yarı zamanlı ve geçici işlerde istihdam edildi. Bu işçiler, normal zamanlı işçilerin saat ücretinin yarısı kadar ücret alıyordu ve ulus ötesi şirketler için ucuz ve kaliteli yeni işgücü rezervi oldu.
KCTU, krizden sonraki yıllarda neo-liberal politikalara karşı aktif direniş gösterdi ve birçok kitle grevi gerçekleştirdi. Ancak direniş polis tarafından bastırıldı, liderleri tutuklandı. Buna karşın KCTU, Güney Kore’de işçi direnişlerinin odağı olmayı sürdürdü. FKTU ise devlet politikalarına tam angaje olarak direniş ve grevlere katılmamaya özen gösterdi.
İşgücü yapısındaki değişiklikler işçi sınıfında ideolojik ve örgütsel sancılara yol açtı, sınıf dayanışmasında zafiyetler görüldü. 2003 yılında Kim Dae Jung yerine seçilen eski insan hakları savunucusu Roh Moo Hyun geniş halk kesimlerince umut verici bulundu. Ancak Roh Moo Hyun, ILO standartlarının uygulanacağı, polisin işçi-işveren ilişkilerine müdahale etmeyeceği, barışçıl işçi eylemlerinin şiddet olarak ele alınmayacağı vaatlerini rafa kaldırdı ve emek karşıtı politikaları derinleştirdi.
Mahkeme kararlarıyla sendikalara ve işçi önderlerine “yasadışı” grevler sonucu şirketlerin zararlarına karşı tazminat ödeme zorunluluğu getirildi. Bu uygulamalar geleneksel intihar eylemleri ve protestolara yol açtı. Özellikle Kore Elektrik Şirketi’nin özelleştirme politikasına karşı direniş için iş hukuku yerine medeni hukuk çerçevesinde dava açılması, sendika ve çalışanların mal varlığına el konulması riskini doğurdu. Güney Kore devleti sınıfa karşı topyekûn saldırıya geçti.
Bu durumun en radikal protestosu, işçi Juik Kim’in 129 gün boyunca bir vincin tepesinde kalması ve 17 Ekim 2002’de kendini yakarak işçi sınıfının direniş meşalesi olmasıyla gerçekleşti.
Roh Moo hükümeti, Chohung Bankası ve Kore Ulusal Demiryolları’nın özelleştirilmesine karşı işçi direnişlerine polis müdahalesine izin verdi ve aşırı şiddet kullandı. 2003 Haziran’ında demiryolu işçilerinin grevi polis müdahalesiyle kırıldı. Hükümetin ilk sekiz ayındaki icraatlarından biri de 132 işçi liderinin tutuklanması oldu.
KCTU, Roh Moo hükümetinin anti-sendikal politikalarına karşı emeğin organik birliğini sağlamaya çalıştı. Yarı zamanlı işçilere, işsizlere, kayıt dışı sektörde çalışan kadın ve göçmen işçilere yönelik örgütlenme projeleri geliştirdi ve anti-küreselci hareket içinde aktif rol aldı. KCTU içinde Demokratik İşçi Partisi’nin etkisi belirgindi, ancak radikal sol örgütlerle bağlantılı militan üyeler ve konseyci, anarko-sendikalist güçler de önemli bir ağırlığa sahipti.
Küresel Kriz ve İşçi Hareketi
Güney Kore işçi hareketinin 2004 sonrasındaki seyrini, güvencesizliğe karşı mücadeleler belirledi. KCTU’nun önderliğinde 26 Kasım 2004’te gerçekleştirilen genel grev, güvencesiz işçileri kapsayan yasanın ertelenmesine yol açtı. 2004 Nisan ayında yapılan seçimlerde KCTU’nun içinden çıkan ve genel eğilimini belirleyen Demokratik İşçi Partisi, parlamentoda belirli bir güç elde etti. Demokratik İşçi Partisi parlamentoda, güvencesizliğe karşı ciddi bir muhalefet oluşturdu. “Dünyayı değiştirmek için büyük mücadele” şiarıyla hareket eden Demokratik İşçi Partisi, KCTU kitlesi içinde saygın bir konuma sahip oldu.
KCTU 2005-2006 eylem planını, örgütlülüğünü daha da geliştirmek, güvencesiz işçileri kapsayacak toplu pazarlık sistemini yerleştirmek, güvencesiz ve örgütsüz işçiler içinde yaygın bir örgütlülük sağlamak üzerine kurdu. Ayrıca, baskı yasalarına karşı ve özellikle “Ulusal Güvenlik Yasası” adı verilen yasanın iptali için yoğun eylemlilikler gerçekleştirdi. 2005 yılında taşeron işçilerin haklarını kazanmak için gerçekleştirdiği grev, sarsıcı etkiler yarattı. 140 fabrikadan 60 bin taşeron işçisi greve katıldı. Grev, 2005 yılına damgasını vurdu.
Radikal neo-liberal politikalar “yeni” ekonomik politikalar olarak tanımlandı. Bu politikaların özü sistematik taşeronlaştırma ve enformalleşmeydi. 2005 yılında hükümet yasadışı ilan etmesine rağmen taşeron işçilerin uzun süreli ve yaygın grevi, güvencesiz işçilerin son derece önemli bir atağı oldu. Eylem, radikal neo-liberal politikalara karşı işçilerin kolektif gücünü ve aksiyonunu açığa çıkardı. 2006 yılında, işçilerin güvencesizliğe karşı mücadelesi önemli birikimler yarattı.
KCTU, partileşme süreci ve partileşme sonrası dönemde bürokratik bir yapıya dönüşme eğilimi gösterse de, çeyrek asrı geçen illegal ve fiili mücadele birikimiyle şekillenmiş tabanın basıncıyla eylemlere “öncülük” etti. Bazı kritik anlarda KCTU yönetiminin pragmatist ve bürokratik hamleleri gündeme geldi. Sendikal yönetim, ağırlıkla sınıfı oyalama, eylemleri erteleme, içerik boşaltma, mücadelenin radikal yönlerini sınırlama ve taban inisiyatifini kırma şeklinde bir dizi adım attı.
2006 Mart ayında demiryolu işçileri, ücretler ve çalışma koşullarının düzeltilmesi talebiyle greve çıktı. Eylemin etkisi sarsıcı oldu. Greve farklı sektörler de iştirak etti. Özellikle KCTU üyesi KIA Motor ve Hyundai fabrikalarında çalışan 100 bin otomotiv işçisinin grevle dayanışmak için kısa süreli iş bırakması yıla damgasını vurdu. Eylemler, dalgasal bir şekilde yıl sonuna kadar sürdü.
Ekim ayında, grev yasağı olan 140 bin üyeli Kore Kamu Çalışanları Sendikası – KGEU’ya yönelik rejim bir dizi operasyon gerçekleştirdi. KGEU, fiili eylem ve grevlerle gücünü ispatlamış bir sendikaydı. KCTU’ya üye olan KGEU’nun ülke çapında 251 şubesi bulunuyordu. Polis operasyonlar sonrası bu şubelerin 81’ini kapattı.
Kasım ayında “sendikalar üzerindeki baskılara son” sloganıyla harekete geçen KCTU, uyarı grevi yaptı. 2 saatlik uyarı grevine 138 bin işçi katıldı. Hyundai, KIA, Ssanyong işçileri eylemin taşıyıcı gücü oldu. KCTU’nun, informal sektörde çalışan işçilere yönelik yeni arayışlarını gösteren bu eylem, hükümetin neo-liberal yol haritasına karşı açık bir tavrı ifade etti. Eyleme, grev yasağı bulunmasına rağmen kamuda örgütlü sendikalar; Kore Kamu Taşımacılığı İşçileri-KPSU, Kore Kamu Çalışanları Sendikası-KGEU, Kore Öğretmenler Sendikası-Chunkyojo katıldı. Kamuda çalışanlar sendikalaşma ve grev yasağına karşı taleplerini haykırdı.
2008’de KCTU toplumsal sorunlara karşı aktif tavrını gösteren önemli bir eylem gerçekleştirdi. Güney Kore hükümetinin, yurtdışından et ihraç etme kararı ülkede, et üreticilerini harekete geçirdi. Et üreticileri ile polis arasında yer yer çatışmalar yaşandı. KCTU, halk sağlığı ve deli dana hastalığı riskine karşı temmuz ayında eyleme geçti. Güney Kore işçi sınıfının ve KCTU’nun taşıyıcı gücü ve en militan kesimi olan otomotiv işçileri çeşitli eylemlerin yanında, uyarı grevine çıktı. Hyundai ve KIA’da çalışan 75 bin işçi 2 saatlik uyarı grevi yaptı. Hükümetin politikaları protesto edildi. Eyleme yine Güney Kore’nin en önemli sektörlerinden biri olan tekstil sektöründe çalışan işçiler de katıldı. Toplamda 135 bin işçi, 2 saatlik iş bırakma eylemiyle toplumsal maddi gücünü gösterdi. KCTU yöneticileri, “yasadışı grev yapmak ve yönetmek” suçundan tutuklandı.
2008’de ABD’de başlayan ve küresel düzeyde senkronize etkiler yaratan kapitalizmin yapısal krizi, Güney Kore’de sınıfsal antagonizmayı keskinleştirdi. Krizden, özellikle otomotiv ve tekstil sektörü etkilendi. İşten atılmalar, toplu tensikatlar, iflaslar, işyeri kapatmaları, küçülmeler gündeme geldi. Finans kapital, krizi gerekçe göstererek yeni saldırı politikalarını devreye soktu. Güvencesizleştirme, esnekleştirme politikaları derinleştirildi. İşçi sınıfı işsizlik tehdidiyle daha yoğun ve ağır koşullarda çalışmaya zorlandı. Güney Kore kapitalizminin taşıyıcı sektörlerinde daralmalar görüldü. İşçi sınıfı için “daralmanın” anlamı işten atılmaların yaygınlaşması ve daha yoğun sömürülme oldu.
Vahşi Kedi Grevlerinden Kendini Yakma Eylemlerine: Mücadele Geleneği ve Militan Ruh
Güney Kore işçi sınıfı, Japon emperyalizmine karşı gerçekleştirdiği anti sömürgeci mücadelenin içinde şekillenip, gelişti. 1935-1946 yıllarında sömürgeci rejimin şiddetli baskı politikalarına karşı faaliyetlerini yeraltında yürüttü. Bu süreç, işçi sınıfının daha yoğun politikleşmesine ve örgütlenme ile mücadele tarzındaki esnekliğine yol açtı. Bu yıllar, Güney Kore işçisinin radikal ve militan karakterinin oluşma ve içselleşme dönemi oldu. İşçi sınıfı, sınıflar mücadelesinin bir biriktirme süreci olduğunu kendi tarihinde yaşayarak öğrendi.
1946 sonrası KNCTU’nun oluşturduğu Fabrika İşçi Komiteleri pratiği, sınıf inisiyatifinin yetkin örneklerinden biriydi. Bu komiteler, sanayide ulusal kontrolün ve işçi denetiminin geliştirilmesi perspektifiyle kuruldu ve işçi sınıfının inisiyatif zenginliğine katkıda bulundu. Güney Kore işçi sınıfının tarihi, ileri atılımlar ve geri çekilişlerin tarihidir; ancak her dönem aynı zamanda bir biriktirme, zenginleşme ve mücadele geleneği yaratma dönemidir. Bu, mücadele azmi ve sürekli mücadele inancıyla gerçekleşti.
Güney Kore işçi sınıfı, kolektif gücün yaratıcı zenginliğine örnektir. Mücadelesinde kendini yakma eylemi geleneksel eylem biçimlerinden biridir. Bu eylem, boyun eğiş ve çıkışsızlık değil, başkaldırı ve onurlu bir duyarlılıktır. Bu eylemler sonrası sınıf hareketinde ciddi yükselişler yaşanması bunun somut kanıtıdır.
Vahşi Kedi grevleri, özellikle 1970’lerin ikinci yarısından sonra sık görülen, spontane gelişen, şiddetle patlayan ve bütün havzayı sarsan grevlerdir. Bunlar, Güney Kore’de sınıfsal kutuplaşmanın somut yansıması ve sınıflar mücadelesindeki zenginliği açığa çıkarır. Vahşi Kedi grevleri, sınıfın kendi ontolojisinden beslenip güç alarak harekete geçişinin ifadesi oldu ve çıplak bir şekilde sınıfsal öfke ve kinin infilakını gösterdi.
Güney Kore’nin kuruluşundan beri ABD ve finans kapital, sınıfı kontrol altına almaya çalıştı; askeri darbeler gerçekleştirildi, gizli servis devreye sokuldu ve sendikal hareket korporatist bir yapıya dönüştürüldü. Ancak işçi sınıfı bu karşı devrimci operasyonları her seferinde aşmayı bildi. Zengin mücadele ve militan karakteriyle saldırıları boşa çıkardı, bağımsız sınıf inisiyatifini ortaya koydu ve güçlü sınıf örgütlenmeleri yarattı.
Sokak çatışmaları, fabrika işgal eylemleri, işsizlerle dayanışma komiteleri, Demokratik Sendikal Hareket gibi pratikler bunun somut örnekleridir. Güvencesizleştirmeye, taşeronlaştırmaya, esnekleştirmeye ve işsizleştirmeye karşı işçi sınıfı her zaman ayağa kalktı, zengin mücadele ve örgütlenme pratikleri yarattı. Güney Kore işçi sınıfı, estetize olmuş bir militanlıkla mücadelesini sürdürüyor, yaptığı her eylemle şekilleniyor ve enternasyonal bir mesaj veriyor.