Çin – ABD Gerilimi Sadece Ekonomik Harp mi?

Ekonomi, tarih boyunca güç mücadelelerinin merkezinde yer almıştır. Günümüzde de ekonomik harp, devletlerin hegemonya mücadelesinde önemli bir silahtır. Özellikle büyük ekonomilere sahip ülkeler, gümrük vergileri, yaptırımlar ve ticaret savaşları gibi araçlarla rakiplerini ekonomik olarak zayıflatmayı hedefliyor. ABD’nin Trump dönemi ticaret politikaları, bu bağlamda değerlendirildiğinde, ekonomik gücün jeopolitik amaçlar için nasıl kullanıldığını açıkça görebiliriz. Trump yönetiminin özellikle Kanada, Meksika ve Çin’e yönelik tarifeleri, küresel ekonomik dengeleri sarsıcı etkiler yaratmıştır.

Tabii burada sadece tek bir tarafın hamleleri ve diğerlerinin karşılığını incelemek yeterli olmayacaktır. Çin uzun süredir itidalli, savaştan kaçınan ama bir o kadar da savunma harcamalarını yükselten bir yeri tutarken, son zamanlarda açık bir biçimde hem sıcak savaşı hem de ekonomik tedbirleri “savaş” diyerek telaffuz etmeye başladı. 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken gelinen bu koşullar da artık uzun ya da orta vadede Çin – ABD gerilimini herhangi bir biçimiyle bir savaşa çevireceği görünüyor.

ABD’nin Gümrük Politikaları ve Ticaret Savaşları

Donald Trump yönetimi, “Önce Amerika” politikası doğrultusunda ticaret açıklarını azaltmayı ve ABD sanayisini korumayı hedefleyen agresif gümrük vergileri uygulamaya koymuştur. Çin, Kanada ve Meksika gibi büyük ticaret ortaklarına karşı getirilen tarifeler, küresel ticarette gerilimlere neden olmuş ve ekonomik ilişkileri yeniden şekillendirmiştir. Kanada Başbakanı Justin Trudeau, ABD’nin gümrük vergilerini Kanada ekonomisini zayıflatmak için bir sopa gibi kullandığını belirtmiştir. ABD’nin Kanada’ya karşı yürüttüğü bu politikalar, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri gerginleştirmiş ve Kanada’nın ticari bağımsızlığı açısından büyük bir meydan okuma yaratmıştır. Bununla birlikte, ABD’nin bu politikaları yalnızca Kanada ile sınırlı kalmamış, Avrupa Birliği ve Asya ülkeleriyle de ticari ilişkileri etkilemiştir.

ABD’nin gümrük vergileri, özellikle Kanada ve Meksika gibi ABD ile yoğun ekonomik entegrasyona sahip ülkeler üzerinde büyük baskı oluşturmuştur. Kanada’nın ABD ile olan ticaretinde önemli bir kayıp yaşadığı belirtilirken, bu durumun Kanada’nın ekonomik manevra alanını daralttığı ifade edilmiştir. Meksika ise, ABD ile olan ticaret anlaşmalarını yeniden müzakere etmek zorunda kalmış ve ABD’nin taleplerine uyum sağlamak için yerel sanayisini şekillendirme yoluna gitmiştir. Özellikle otomotiv sektörü, yeni düzenlemelerle büyük değişikliklere uğramış, tedarik zincirlerinde kesintiler yaşanmıştır. Bu süreç, Meksika’nın ekonomik bağımsızlık açısından zorluklar yaşamasına ve ABD’ye ekonomik olarak daha fazla bağımlı hale gelmesine neden olmuştur. Ancak tabii ki Meksika da bu noktada her şeyi kabullenerek boyun eğmeyecek ve haricî siyasette yeni yollar arayacaktır. Hâlihazırda misilleme olarak 9 martta karşı politikalarını açıkladı. Kanada da benzer adımlar attığı için 2020 yılında imzalanan USMCA (ABD-Meksika-Kanada Ticaret Anlaşması) koşullarına uymak kaydıyla Washington yönetimi gümrük tarifelerini bir ay daha askıya alacağını duyurdu. Bu bir geri adımdır ancak nihaî bir çözüm olarak durmuyor.

Çin ise, ABD’nin tarifelerine karşı misillemelerde bulunarak, küresel tedarik zincirlerinde büyük değişimlere yol açmıştır. Çin hükümeti, ABD’nin gümrük vergilerine cevaben ithal edilen Amerikan ürünlerine yüksek oranlı vergiler koymuş, böylece ABD’yi ekonomik olarak dengelemeye çalışmıştır. Bununla birlikte, Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol Girişimi” gibi projeleri sayesinde alternatif ticaret yolları oluşturma çabaları, ABD’nin ekonomik baskısını kırmayı hedeflemiştir. ABD – Çin ticaret savaşı, küresel piyasaları belirsizliğe sürükleyerek, şirketlerin üretim merkezlerini yeniden konumlandırmalarına neden olmuştur.

Özellikle yüksek teknoloji sektörü, bu savaşın önemli bir bileşeni olmuştur. ABD’nin Huawei gibi Çinli teknoloji firmalarına yönelik yaptırımları, Çin’in küresel teknoloji piyasasındaki yükselişini engellemeye yönelik bir girişim olarak değerlendirilmiştir. Buna karşılık Çin, kendi teknolojik altyapısını güçlendirmek ve ABD’ye olan bağımlılığını azaltmak amacıyla büyük yatırımlar yapmıştır. Bu durum, teknoloji sektöründe iki ayrı küresel sistemin oluşmasına yol açmıştır: ABD merkezli Batı teknolojisi ve Çin merkezli Asya teknolojisi.

Peki ya Sıcak Savaş İhtimali Ne Durumda?

Ekonomik savaşlar ve küresel hegemonya mücadelesi yalnızca ticaret politikalarıyla sınırlı kalmamış, aynı zamanda savunma sanayisine yönelik yatırımları da artırmıştır. ABD ve Çin başta olmak üzere birçok ülke, savunma harcamalarını yükselterek ekonomik ve askerî güçlerini pekiştirmeye çalışıyor. ABD’nin yıllık savunma bütçesi, 2020’li yıllarda 700 milyar doları aşarak tarihinin en yüksek seviyelerine ulaşmıştı ve 2025 yılı için onaylanan 892,5 milyar dolarlık bütçe ile ABD bu rekorunu tazeledi. Özellikle donanma ve uzay teknolojilerine yapılan yatırımlar, askerî üstünlüğün ekonomik hegemonya ile nasıl iç içe geçtiğini göstermektedir.

Çin ise, ABD’nin ekonomik ve askeri baskısına karşı koyabilmek için savunma sanayisine büyük yatırımlar yapıyor. Çin’in yıllık savunma bütçesi 250 milyar doların üzerine çıkarken, askerî modernizasyon projeleri hız kazanmıştır. Tabii burada Çin’in devlet kontrolünün sıkılığını da göz önünde bulundurarak açıklanan bütçenin ne kadar doğru bir veri olduğu şüphesini de mutlaka akılda tutmak gerekir. Ayrıca ABD’nin tüm dünyaya yayılmış küresel bir ordu gücü olduğu düşünüldüğünde ayrılan devasa bütçenin çok geniş bir alana yayıldığını ancak Çin’in nispeten ABD’ye göre daha az olan bütçesinin ise yoğun bir biçimiyle Çin ana karasında kaldığını da hesap etmek lazım. Bu bağlamda Çin’in askerî yatırımları (verilerin güvenilirliğini de hesaba katarak) ABD’nin küresel hegemonyasına darbe vuracak bir etkiye sahip olabileceğini söylemek yanlış olmaz. Bu sebeple ABD yönetimi son çeyrek yüzyıldan daha uzun bir süredir yüzünü Asya’ya çevirdi.

Savunma için ayrılan bütçeler yalnızca asker maaşı, üs giderleri yahut silah üretimini kapsamıyor. Aynı zamanda yapay zekâ destekli savaş sistemleri, hipersonik füzeler ve siber güvenlik altyapısına yapılan yatırımlar, Çin’in küresel güvenlik alanında bağımsız bir güç olma hedefini ortaya koyuyor. Bu süreçte, özellikle Tayvan krizi ve Güney Çin Denizi üzerindeki gerilimler, Çin’in askerî harcamalarını artırmasına neden olmuştur.

Avrupa Birliği ülkeleri de artan küresel tehditlere karşı savunma harcamalarını yükseltmiştir. NATO üyesi ülkeler, savunma bütçelerini GSYİH’lerinin yüzde 2’sinin üzerine çıkarmayı taahhüt etmiş ve bu doğrultuda yeni askeri projelere yatırım yapmıştır. Zaten bunun için NATO’nun yüzde 2 rehber kitapçığı da bulunuyor. Yani savunma sanayisine yatırım yapılmasına yönelik teşvikler de yeni değil. Ayrıca Fransa ve Almanya gibi ülkeler, bağımsız savunma sanayilerini güçlendirmek amacıyla ortak silah geliştirme programlarına yönelmiştir. 2025 yılı için AB komisyonu 800 milyar avro gibi devasa bir bütçeyi Rusya’nın olası yayılmacılığına karşı ayırmayı hedeflediklerini belirttiler. Bunda en büyük sebep ise Trump yönetiminin artık askerî desteğini çekiyor olması oldu. Almanya’da seçimler sonrası iktidara gelen SPD de 500 milyar avroluk bir bütçeyi önereceklerini açıklamıştı.

Bu silahlanma yarışı birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşları öncesi dünyayı anımsatıyor. O dönem imparatorluklar yıkılmış, ardından faşizm yenilmişti. ABD’nin küresel hegemonyası açısından önemli bir hamle idi ve soğuk savaş süresince Doğu Blok’u ülkeleriyle bir mücadele devri başlamıştı. 1990’lardan bu yana ise kapitalist kamplar arasındaki rekabetin bir sonucu olarak onlarca vekalet savaşı meydana gelmiş ve bugün artık yeni aktör dediğimiz ve hatta çeyrek asırdan daha uzun bir süredir müstakbel güç olan Çin’e karşı bir savaş hazırlığı var. Ancak sıcak bir savaşın da dünyanın sonunu getireceğini öngörmek için uluslararası siyaset profesörü olmaya gerek yok bu yüzden bu tür bir büyük savaştan herkes kaçınacaktır.

Savunma sanayisindeki bu yatırımlar, ekonomik harp stratejilerinin yalnızca ticaret ve finansal yaptırımlarla sınırlı kalmadığını, aynı zamanda askerî gücün ekonomik baskıyı destekleyici bir unsur olarak kullanıldığını sarih bir biçimde gözler önüne seriyor. Küresel ekonomik güçler arasındaki bu rekabet, yeni silah teknolojilerinin geliştirilmesine ve askerî endüstriyel komplekslerin büyümesine yol açıyor.

Ekonomik Harbin Küresel Sermayeye Etkileri

Ekonomik savaşlar, sadece devletleri değil, çok uluslu ve ulus ötesi sermayeyi ve tüketicileri de doğrudan etkiliyor. ABD – Çin ticaret savaşı nedeniyle birçok uluslararası sermaye grubu, üretim tesislerini farklı ülkelere taşımak zorunda kalmış, bu da küresel üretim maliyetlerinde artışa yol açmıştır. Örneğin, Apple gibi büyük teknoloji şirketleri, Çin’e olan bağımlılıklarını azaltmak adına üretim tesislerini Vietnam ve Hindistan gibi ülkelere yönlendirmiştir.

Bunun yanı sıra, ekonomik savaşların etkisi sadece sanayi ile sınırlı kalmıyor. Tarım sektöründe de büyük değişimler yaşandı. ABD’nin Çin’e tarım ihracatına koyduğu kısıtlamalar, Amerikan çiftçilerini zor durumda bırakmış ve Çin’in Brezilya gibi ülkelerden alternatif tedarik kaynakları bulmasına neden oldu. Avrupa Birliği, bu ekonomik savaşların etkilerini yakından takip ederek hem ABD hem de Çin ile olan ilişkilerini dengede tutmaya çalışıyor. Avrupa ülkeleri, ABD’nin baskısına rağmen Çin ile olan ticaretini sürdürmek istiyor, ancak Washington’un talepleri doğrultusunda Huawei gibi şirketlere yönelik kısıtlamalar uygulamak zorunda kaldı. Bu durum, Avrupa’yı ticari ve politik olarak zor bir denge içinde bırakmıştır. Bu denge siyaseti nelere gebe onu da değerlendirmek önemli. İkinci emperyalist paylaşım savaşının bitiminden bu yana AB ülkeleri ABD’nin NATO şemsiyesi altında Doğu Blok’u ülkelerinin tehdidine (!) karşı savunmalarını oluşturuyordu. Yani ABD’nin koruduğu ülkeler bütünüydü. Şimdi özellikle Macron’un nükleer silahlar ile ilgili çıkışı, onun tabiriyle nükleer şemsiye önerisi, AB ülkelerini ABD ve Rusya elinde tekelleşmiş nükleer silahlara karşı Avrupa ülkelerini korumayı vadediyor. Bu özerk çıkış, Batı kampında çatlaklara ve ABD’nin zayıflayan küresel hegemonyasına bir darbe vurabilir.

Savaşın Boyutu

“Yeni küresel aktör Çin, orta vadede esaslı rakip görülüyor ve sınırlarından başlayarak şimdiden baskılanıyor. Hindistan ve Japonya ile ilişkilerde, Çin’i baskılama stratejisi özel ağırlık kazanıyor. Çin’in tarihsel hegemonik reflekslerinin ve Japonya’nın tarihsel tarafsızlık tutumunun gene bölgeye hâkim olmasından korkuluyor. “Amerika’nın – diyor, Kissinger, jeopolitik hedefi Asya’nın düşman bir blok halinde bütünleşmesini… engellemek olmalıdır.” Tabii ki, olası bir bloğun Çin’in hegemonyasında olması, en istenilmeyecek bir gelişme olacak ve bunu engellemek için, savaş dahil her yol kullanılacaktır.”1

Henüz milenyumun başında emperyalist paylaşımın gidişatı kendini göstermeye başlamıştı. Geçen çeyrek asırda Çin’in geldiği nokta düşünüldüğünde daha o zamandan bugünler belliydi. Bu da savaşın boyutunun sadece ekonomik önlemler ve yaptırımlar düzeyinde kalmayacağını, sıcak savaş ihtimalinin de bir hayli güçlendiğini gösteriyor.

Ekonomik harp, yalnızca ticarî rekabetle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda jeopolitik stratejilerin bir parçası haline gelmiştir. ABD’nin ticaret politikaları, sadece kısa vadeli ekonomik kazançlar için değil, uzun vadeli hegemonya mücadelesinde de önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Trump yönetimi, gümrük vergileri yoluyla Kanada, Meksika ve Çin gibi ülkeler üzerinde ekonomik baskı kurarak, küresel ticaret dinamiklerini kendi lehine çevirmeye çalışmıştır. Çin’in misilleme politikaları ve alternatif ticaret yolları oluşturma stratejileri, küresel ekonomide yeni güç dengelerinin oluşmasına katkıda bulunmuştur.

Ayrıca, ekonomik savaşların yalnızca devletler arasında değil, büyük şirketler ve teknoloji devleri arasında da yaşandığı görülüyor. Bunun yakın zamandaki en iyi örneği DeepSeek ile birlikte gelen Amerikan bilişim sektörünün borsalardaki astronomik kayıplarıdır. Küresel ekonomideki bu değişimler, gelecekte farklı bölgelerde yeni ittifakların ve ekonomik blokların ortaya çıkmasına yol açabilir. ABD, Çin, Avrupa Birliği ve diğer aktörler arasındaki ticaret politikaları, 21. yüzyılın güç dengelerini belirleyen temel unsurlardan biri olmaya devam edecektir.

Bu gelişmeler, küresel ticaretin sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve stratejik bir mücadele alanı olduğunu gösteriyor. Gelecekte, ekonomik savaşların daha da karmaşık hale gelmesi ve yeni aktörlerin bu mücadeleye dahil olması pekâlâ mümkün.

  1. Oğuzhan Kayserilioğlu, Zamanımız ve Biz, s.72 ↩︎
+ posts

efecan.ozcan@yandex.com

Scroll to Top