Arap Alevi kimliği, tarih boyunca birçok baskıya, inkâra ve ayrımcılığa maruz kaldı. Suriye’de, Türkiye’de, Lübnan’da ve daha geniş coğrafyalarda bu kimlik hem mezhepsel hem de etnik bir tehdit olarak algılanarak sürekli bir şiddet sarmalı içinde var olmaya zorlandı. Ancak son dönemde yaşanan gelişmeler bu tarihsel baskıyı yeni bir boyuta taşıdı. Suriye’deki Arap Alevi nüfusun özellikle sahil kesiminde, Lazkiye, Humus ve Tartus hattında, son birkaç gün binlerce insanın katledildiği bildiriliyor.
Bu katliamlar, emperyalist güçlerin ve bölgesel işbirlikçilerinin eliyle inşa edilen yeni Suriye denkleminde Arap Alevilerinin ve diğer bölge halklarının payına düşen oluyor. 8 Aralık günü Baas rejiminin düşmesiyle birlikte, El Kaide, El Nusra ve IŞİD artıkları olan HTŞ öncülüğündeki grupların yönetime gelişi, Suriye halkları için bir kâbusun başlangıcı oldu. 2 Aralık’ta Kürt halkının Tel Rıfat ve Şehba’dan zorla tehcir edilmesi, nasıl ki Orta Doğu’nun tarihine kara bir leke olarak kazındıysa, son günlerde Arap Alevilere ve Dürzilere yönelik soykırıma varan saldırılar da aynı şekilde hafızalara kazınıyor.
Bu süreç, yalnızca Suriye’de yaşayan halkları değil, başta Türkiye olmak üzere tüm bölgeyi doğrudan etkiliyor. Özellikle Antakya, tarihsel ve kültürel bağları nedeniyle Suriye’deki gelişmeleri yalnızca haberlerden takip eden bir şehir olmanın çok ötesinde, doğrudan bu sürecin içinde yer alıyor.
Suriye’de Arap Alevi Halkına Yönelik Baskılar
Suriye’de Arap Alevi halkı, iç savaş öncesinde de harekete geçmiş ve birçok kez kimliklerini koruma mücadelesi vermişti. Ancak iç savaşın başlamasıyla birlikte bu marjinalleşme, fiziksel varoluşlarını tehdit eden bir şiddet dalgasına dönüştü. 2011’den bu yana süregelen savaş, yalnızca bir rejim değişikliği meselesi değil, aynı zamanda bölgenin sosyo-politik yapısının baştan inşa edilmesi süreciydi. Bu inşa sürecinde, Arap Aleviler sistematik bir biçimde hedef alındı.
Bugün, yeni Suriye düzeninde Arap Aleviler için öngörülen kader ya tehcir ya da katliam. Batı medyasının “ılımlı muhalifler” olarak sunduğu güçler, sahada etnik temizlik yaparken, diplomasi masalarında “yeni bir Suriye”nin inşasından bahsediliyor. Oysa Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin statü mücadelesine tahammül edemeyenler, güneyde Dürzilerin özerklik ilanını tehdit olarak görenler, sahil bölgesinde Arap Alevilere yönelen katliam dalgasına gözlerini kapatmış durumda.
Türkiye’de Arap Alevileri ve Antakya’nın Kolektif Travması
Türkiye’de de Alevi toplumu benzer bir mücadele içinde. Ancak Antakya, bu süreci en derin ve doğrudan yaşayan şehirlerden biri. Antakya, tarih boyunca Arap Alevi kimliğinin en güçlü şekilde var olduğu, Arapça’nın gündelik yaşamda kullanıldığı, Suriye ile sadece coğrafi değil, kültürel, politik ve akrabalık bağlarıyla da iç içe geçmiş bir kent oldu.
6 Şubat 2023’te yaşanan büyük deprem, Antakya halkını fiziksel ve ruhsal anlamda derin bir yıkıma sürükledi. Şehir, neredeyse bütünüyle enkaza döndü, binlerce insan yaşamını yitirdi, on binlercesi göç etmek zorunda kaldı. Ancak yıkım yalnızca binalarda değil, insanların kolektif hafızasında da derin izler bıraktı. Antakya halkı, afet sonrası yalnız bırakılmanın, devlet tarafından görmezden gelinmenin, inançları ve kimlikleri nedeniyle yardımların geciktirilmesinin travmasını daha yeni sindirmeye çalışırken, şimdi de Suriye’de yaşanan katliamlarla bir başka varoluşsal sarsıntının içine itildi.
Suriye’nin sahil bölgelerinde yaşanan katliamlar, Antakya’nın sokaklarında yankılanıyor. Çünkü orada öldürülenler yalnızca bir başka ülkenin vatandaşları değil, Antakya’daki ailelerin kardeşleri, kuzenleri, akrabaları. Depremden sonra yerle bir olan bir halk, şimdi de bir kimlik kırımı tehdidiyle yüz yüze.
Antakya halkı, bu süreçte yalnızca duygusal bir bağ kurmuyor, aynı zamanda kendi kimliğine yönelen saldırıların farkında. Deprem sonrası bölgedeki demografik yapının nasıl değiştirilmek istendiğini, kentin ruhunu oluşturan Arap Alevi kimliğinin nasıl görünmez kılınmaya çalışıldığını görenler, bugün Suriye’de yaşananları da aynı büyük tablonun parçası olarak okuyor.
Bölgesel Direniş ve Gelecek Perspektifi
Arap Aleviler için mesele, yalnızca bugünü kurtarmak değil, geleceği inşa etmek meselesi. Ancak bu inşa süreci, yalnızca ulusal sınırlar içinde değil, bölgesel bir dayanışma ile mümkün olabilir. Bu noktada, Kürt halkının ve SDG’nin mücadelesi önemli bir örnek teşkil ediyor. Son imzalanan anlaşma her ne kadar ilk anda tepkiyle karşılansa da Kürtler açısında süreç eleştirildiği gibi gitmeyecektir ve mezhepçi katliamların durması için Kürtler özel inisiyatif alacaklardır.
Unutmayalım ki Suriye’nin kuzeyinde Kürtler, kendi kimliklerini koruma mücadelesi verirken, yalnızca etnik bir hak talebiyle değil, bütün ezilen halklar için bir direniş hattı kurdu. Erkenci yorumların aksine şu ana dek Kürt hareketinin halkların demokratik bir zeminde bir arada yaşamalarına yönelik paradigmalarından vazgeçtiklerine dair hiçbir veri yoktur. Sahadaki durum da yakın zamanda açığa çıkacaktır. Bekleyip göreceğiz. Her zaman dediğimiz gibi bu hat, bugün Arap Alevileri de içine alarak büyümek zorunda. Lazkiye’de, Tartus’ta, Antakya’da yaşayan halklar için tek çıkış yolu, kimliklerini, tarihlerini ve varlıklarını savunacak ortak bir mücadele hattı kurmaktır.
Bugün emperyalizmin Suriye’deki politikaları, bir yandan İsrail’in bölgedeki varlığını kalıcılaştırırken, diğer yandan etnik ve mezhepsel çatışmaları körükleyerek halkların birbirine düşman edilmesini sağlıyor. Ancak halkların tarihsel hafızası bu oyunları unutmaz. Bugün Suriye’de sahil bölgesinde Arap Aleviler yok edilmek istenirken, yarın başka bir halkın benzer bir saldırıyla karşı karşıya kalmayacağının garantisi yok.
Bu yüzden mesele, yalnızca bir halkın yaşadığı trajedi olarak değil, bölgedeki tüm halkların geleceği açısından ele alınmalıdır. Türkiye’deki işçi sınıfı ve ezilen halklar da Antakya’daki yıkımı ve Suriye’deki katliamları yalnızca bir dış politika meselesi olarak değil, kendi yaşamlarına doğrudan dokunan bir tehdit olarak görmek zorundadır.
Halkların Mücadelesi ve Halkların Kader Birliği
Suriye’de Arap Alevilerine yönelen saldırılar, yalnızca bir etnik veya mezhepsel çatışmanın değil, emperyalist planların ve bölgesel hesapların bir sonucudur. Türkiye’deki Alevi halkı ve özel olarak Antakya, bu süreçten doğrudan etkilenmekte, tarihsel olarak taşıdığı kimlik nedeniyle aynı tehdidin farklı yüzleriyle karşı karşıya kalmaktadır.
Depremden sonra Antakya halkına reva görülen yalnızlık ve yoksulluk, bugün Suriye’de Arap Alevilere reva görülüyor. Bugün Lazkiye ve Tartus’ta yaşananlar, yalnızca Suriye’nin değil, Antakya’nın da tarihine kazınan yeni bir travmadır.
Bu yüzden çağrımız, halkların mücadelesinin yanında olmak, bu katliamları durduracak bir direniş pratiğini örmektir. Lazkiye ve Tartus’taki Arap Alevi katliamlarını lanetliyoruz.
Yaşasın halkların mücadele birliği!
sultanogluufuk@gmail.com