Geçtiğimiz ay içerisinde Merkez Bankası, 2025’e dair enflasyon hedeflerini yükselttiğini açıkladı. Yüzde 21 olarak belirlenmiş olan yıllık enflasyon hedefi, sadece ocak ayında enflasyonun yüzde beş olmasının ardından, yüzde 24’e çıkarıldı. Bu artış son yıllarda yapılan artışlardan sadece bir tanesi ve bu yönüyle aslında Şimşek programının enflasyonu kontrol altına almakta ne kadar zorlandığını gösteriyor. Üstelik başvurulan verilerin de TÜİK’in yayınladığı ısmarlama veriler olduğunu göz ardı etmemek gerek. Bir nevi Şimşek kendi ayarladığı veriler ile dahi hedeflerine erişemiyor gözüküyor. Ancak bu seferki yenilemenin tarihi dikkat çekici.
Şimşek bakanlığa geldiği günden beri, papağan gibi enflasyonun asıl sebebinin artan ücretler ve kamu harcamaları olduğunu tekrar etmekteydi. Artan maaşlardan kastı, açlık sınırının biraz üzerinde belirlenen, ancak belirlenmesinin ardından daha da artan fiyatlar ile açlık sınırının dahi altında seyreden asgari ücret olsa gerek. Gereksiz kamu harcamalarının ise Saray’ın vazgeçilmez ihtiyaçları (!) olmadığı açık. Zaten bu çerçevede, Şimşek yönetimi enflasyonu baskılama hedefini bahane ederek birkaç yıldır olağanlaşan temmuz ayı asgari ücret zammının önüne geçmişti. Aynı şekilde geçtiğimiz ocak ayında da asgari ücrette sadece yüzde 29 civarında zam yaptı.
Enflasyona Göre Yapılan Zamlar
Burada sayılara dikkat etmemiz gerek. Yüzde 29 asgari ücret zammı, güncellenmemiş enflasyon hedefinin biraz üzerinde kalıyor. Bunun bir tesadüf olmadığı açık. Şimşek yönetiminin tekrarladığı “yüksek zamların” enflasyona sebep olduğu iddiası zaten birkaç yıldır asgari ücreti baskılamak için kullanılıyor. Türkiye ekonomisinin sorunlarını çözmek adına emekçisini sorumluluk almaya davet eden bir ekonomi yönetimi imajı yaratmaya çalışıyor Şimşek. Teşhis ve tedavi önerisi ise çok açık: Eğer yüksek zamlar enflasyona neden oluyorsa ve bu yüzden zamlara rağmen ücretler hızla eriyor ise, zamların kesilmesi durumunda kısa bir sancılı dönem yaşanacak, ancak ardından enflasyon kontrol altına alınacak. Böylece yüksek zamlara gerek de kalmayacak. Dolayısıyla bu yıl asgari ücrete yapılan yüzde 29’luk zammın meşrulaştırılması için de aslında, enflasyonun artmayacağı iddiası kullanılıyor.
Hedeflenen enflasyon olan yüzde 21, asgari ücretin reel olarak artacağı görüntüsünü yaratmakta kullanılmış oldu. Fiyatlar yüzde 100 artarken yüzde 80 zam almak aslında insanları fakirleştirecekken, eğer fiyatlar sadece yüzde 21 artacaksa, yüzde 29’luk zam bile emekçilerin alım gücünü arttıracaktır. Böylece yüzde 29 oranındaki zam ile, asgari ücretin enflasyonun üzerinde arttırıldığı algısı yaratılıyor. Hatta bu iddiaya da dayanarak, Erdoğan asgari ücreti emekçimizi ezdirmeyerek yüzde 29’luk zam yaptık gibi dalga geçercesine açıklamaktan geri durmadı. Ne de olsa, hükümet asgari ücretten toplu iş sözleşmelerine, zam oranlarını Merkez Bankası’nın hedeflediği değerleri gözeterek yaptığını iddia etmekte.
Ancak daha şubat ayında hedeflenen enflasyon arttırılmaya başlanmış oldu. Üstelik bu hedeflenen ve açıklanan oranların hepsinin ısmarlama TÜİK verilerine dayandığını da unutmamalıyız. Yani daha şimdiden asgari ücretin enflasyona ezdirilmeye başlandığını fark etmemiz gerek. Peki bu durumda, hedef enflasyon şimdiden arttırılmaya başlandığına göre, tüm bu zam oranları da güncellenecek mi? Hükümete kalsa tabiki de hayır. Unutmayalım ki tüm bu enflasyonla mücadele laf kalabalığının arka planı yağma ve talan sistemini sürdürme çabasından ibaret. Hatta Türkiye’de yaşan enflasyonun kendisi dahi sınıflar üstü bir gerçeklik değil, talan, yağma ve sömürü düzeninin bir başka aracı.
Enflasyon Yoluyla Yağma
Burada çok basit bir aritmetik ile karşı karşıyayız. Zam oranları enflasyonun altında kaldıkça, aslında devlet yarattığı enflasyon aracılığı ile emekçinin maaşını patrona aktarmış oluyor. Enflasyon ile beraber aslında satılan ürünlerin fiyatı artıyor. Ancak devletin asgari ücreti enflasyon oranından daha az arttırdığını görüyoruz. Bunun etkisini anlamak için her bir ürünün satış fiyatından elde edilen paranın bir kısmının maliyetler, bir kısmının patrona kar, bir kısmının ise işçiye ücret olarak bölündüğünü varsayabiliriz.
Varsayalım ki 10 liralık bir ürün 2 lirası maliyet, 4 lirası kar, 4 lirası ücret olarak bölünsün. Enflasyonun yüzde yüz olması demek, ürünün fiyatının 20 liraya, maliyetlerin ise 4 liraya çıkması anlamına gelecektir. Ancak eğer asgari ücret artışı enflasyon oranın altında kalırsa, ücretin payı 4 liradan 8 liradan daha düşük miktara çıkacaktır. Varsayalım ki 6 liraya çıksın. Bu durumda patrona 8 lira değil 10 lira kalacaktır. Bu durumda artık üründen elde edilen gelirin daha büyük bir oranı patrona, daha küçük bir oranı ise işçiye kalmaktadır. Üstelik enflasyon yoluyla fiyatların da arttığını düşünmek gerek. Böylece artık işçinin alım gücünün enflasyondan dolayı sadece azalmakla kalmadığını görüyoruz. Belki daha da çarpıcısı, azalan alım gücü patrona aktarılmış oluyor. Zengin daha da zenginleşirken, emekçinin servetten aldığı pay gittikçe azalıyor.
Yani enflasyon bir nevi işçiye ücret indirimi yapılması ile aynı işlevi görmüş oluyor. Ancak işçi sınıfına ücret indirimi teklif etmek dahi tepki ile karşılanacakken, enflasyon bu servet transferini gizleme ve bu yolla meşrulaştırma işlevini de gerçekleştiriyor. Sanki sorun tüm “halkın” sorunuymuş gibi gösteriliyor ve aslında zenginlerin enflasyon yoluyla daha da zenginleştiği gizlenmiş oluyor. Enflasyon hedefi düşükken buna göre zam yapıp hemen ardından hedefleri yükseltmeye girişen devletin asıl hedefi ise bu servet transferini kolaylaştırmak. Enflasyon yoluyla zaten işçi sınıfından sermayeye bir servet transferi yapıldığını vurgulamış olduk. Zamların enflasyonun düşeceği bahane edilerek düşük tutulması ise bu servet transferini katlamanın bir aracı. Fakat içinde bulunduğumuz dönemde işçi sınıfı hareketliliğin arttığını peş peşe patlak veren grevler ile gözlemleyebiliyoruz. Hükümetin yağma, sömürü ve açlık düzenindeki ısrarına karşı, işçi sınıfı da örgütlü mücadelede ve açlık düzenini yıkmakta aynı şekilde ısrarcı.
dtuzcu99@gmail.com