Suriye’de Neoliberal Kuruluş Sancıları

Her şeyin oluş hâlinde olduğu, tarihin; öznelerin birbiriyle çatışması/ittifak kurması/güç dayatması/itmesi/çekmesi/niteliğini değiştirmesi… Kısacası öznelerin karşılaşmalarıyla ilerlediğini son birkaç ayki Suriye coğrafyası çok net bir şekilde gösteriyor.

Evet Suriye’de toz duman yavaş yavaş inmeye başladı ve tarihin akma yönü potansiyellerini tahmin edebilmeye başladık. (Devrimcilerin tarihe müdahale edemediği, tahmin etmekle ve tespit yapmakla sınırlı kaldığı bir dönemdeyiz, bu da bizim büyük yalnızlığımız.)

Kutsal görev: Neoliberalizmi olabilecek en kucaklayıcı şekilde kurmak.

Suriye’de Baas Partisi 1963’te askerî darbeyle iktidara geldi. İktidarı sağlam değildi ve iç ittifakı stabil değildi. Özellikle Nasırcı kanat, günümüzden baktığımızda “Hafız Esadçı” diyebileceğimiz kanat tarafından hızlıca tasfiye edildi. Kabaca Baas Partisi, zaten despotken gittikçe sertleşen ve Hafız Esad şahsında diktatörleşen bir yola girdi diyebiliriz.

1960’ların sonlarından beri Suriye’de; Parti yönetiminin, rüşvet ağıyla semiren üst düzey bürokrasinin, bu rüşvet ağını kullanarak köşeleri tutan zayıf bir burjuvazinin iç ittifakından ve süreç içinde değişen SSCB, Mısır, İran, Hizbullah ve Türkiye ile netameli dış ittifaklarından bahsedebiliriz.

Bu dengesizlik ve garantisizlik hâli (liberal “ekonomist”lerimizin tezviratlarının aksine sermaye, demokrasi ve fikir özgürlüğü değil kârlarının garantisini talep eder. Bunu görmek için darbeci Sisi’nin yönettiği Mısır’a tüm Avrupa ve körfez sermayesinin gösterdiği teveccühe baksak bile yeterlidir.) tarıma ve petrole dayanan ekonomide burjuva sınıfının sermaye birikimini yavaşlattı. Orta Doğu diktatörlüklerinde görülen halkın birincil ihtiyaçlarının piyasalaştırılmamış olması da cabası.

Aslında Beşar Esad yönetimi devraldıktan biraz sonra, bu gecikmiş “neoliberalizme açma” hamlesini kendi çapında yapmaya çalıştı. “Kardeşim Esad” dönemi de bu “tarihin gerisinde kalmış” ilişkiler bütününü çözmeye çalışan bir dönemdi. Hatırlayalım Erdoğan ve Esad aileleri neredeyse mahalle komşuları gibi davranıyordu. Hedef, Suriye’yi Türkiye gibi bir neoliberal dönüşüme sokmaktı.

Ancak bu proje hem 2008 küresel krizinin tüm Orta Doğu’yu “teğet geçmesi” hem de bürokrasinin kendi çıkarlarını korumak için ayak diremesinde ve özellikle halkın yükselen itirazının karşısında başarısız oldu. Bütün bunların yanında diktatörlüğün biriktirdiği yükler, rejimin manevra kabiliyetini neredeyse sıfıra indirdi.

Ve ancak bu gelişmelerden sonra kuzeyde Türkiye, güneyde Ürdün, batıda İsrail eliyle daha pahalı olan savaş seçeneği ileri sürüldü. Bu savaş sanki Alevi-Sünni savaşıymış gibi gösterildi ancak asıl mesele hem bu despotik ittifak alanının hem de halkın teslim alınarak Sünni İslam soslu bir sermaye diktatörlüğüne karşı diz çöktürülmeleri savaşıydı.

Ve kime niyet kime kısmet, talih kuşu; DAİŞ militanı olarak katliamlara katılmış, ABD hapishanelerine düşmüş ve her nasılsa “salıverilmiş” Colani’nin başına kondu.

İşte içeride HTŞ ve Colani’nin, dışarıda (farklı rollerde de olsa) İsrail ve Türkiye’nin kutsal görevi; Suriye halklarının zorla diz çöktürüleceği veya iknayla rızasının alınacağı bir neoliberal sermaye diktatörlüğü kurmak.

Tarihin Sahnesi

Yazının başında geçen tarihin ilerlemesi olgusu, bir zeminin üzerinde gerçekleşir. Tarihi ilerleten her özne, belirli koşullar içinde doğar, bu verili koşulların belirlenimlerinde karşılaşmalar yaratır/karşılaşmalara maruz kalır. Ve evet bu içine doğduğu koşulları değiştiren de öznedir.

Bu koşullar ve karşılaşmalar toplamına kabaca “gerçeklik” diyelim. Bu gerçekliğin de farklı katmanları vardır ve bu katmanlar birbirleri ile ilişkilidir. İşte yaşadığımız bu gerçeklik anına bu açıdan baktığımızda (birbiriyle ilişkili olduğunu unutmadan) birkaç gerçeklik zeminine değinmemiz gerekiyor ki Suriye özelinde daha net bir tablo çizelim.

1.Makineleşmenin vardığı tarihsel zirve ile beraber göreli artık değer üretimi oranı tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı ve gittikçe de bu oran yükseliyor. Oransal olarak gittikçe daha çok makine ve teknoloji yatırımı yapmak ve daha az emek sömürüsü gerçekleştirmek patronların kâr oranlarını düşürücü bir etkiye sahip. Bu durum hem şahıslar hem şirketler olarak burjuvaziyi daha saldırgan ve asabi bir tutum takınmaya zorluyor.

    Özellikle Trump’ın yanında beliren yeni tip neoliberal-faşist patronlarda simgeleşen yeni bir veçhe var. Bunu “devleti burjuvazinin bazı bölükleri için bir araç olarak kullanmanın artık gizlenmeyen hatta bununla övünülen” yeni bir dönüm noktası olarak tanımlayabiliriz.

    2.Ama 1. maddedeki durum, kapitalizmin daha gerici bölükleri olan petrol ve emlak kesiminin (ki çoğu aynı kapitalistlerin bu sektörlerin hepsinde cirit atmaya başlaması artık eskiyen bir olgu) ilksel birikim peşinde koşmadığı anlamına gelmiyor. Zira Trump’ın kendisi de daha önce birkaç kere bata çıka, suç işleye işleye “bu günlere” gelmiş bir inşaat patronu. Suriye, Gazze ve Ukrayna bu patronların salyalarını akıtıyor.

    3.Kapitalizm, neoliberalizm hamlesi ile beraber patlama şeklinde küreselleştikçe (tek neden bu değil tabi) bazı coğrafyalarda hegemonya seyrelmesi yaşadı. Daha önce bazı kırıntılarla ve kendi halkını sömürmekle yetinen bazı alt-emperyal burjuva devletleri de ulaşabildikleri coğrafyalara sıçrayıp başka hammadde/emek sömürüsü/pazar imkânlarına ulaşabilme denemelerine başladılar.

    4.Yine 1. maddedeki yüksek göreli artık değer üretiminin bir sonucu da çok fazla işçinin işsiz kalması. Devrimci seçeneklerin en merkezden en periferiye güçsüz/cılız olması nedeniyle bu işçiler çok hızlı bir şekilde sınıfsal bir talep-mücadele eksenine değil lümpen-faşist bir zemine sürüklenip çürüyorlar. Bu çürüme, devlette de sosyal yaşamda da kendisini büyüten bir kısır döngüye evrildi.

    Gittikçe yoksullaşan ve işsizleşen işçi sınıfı, hayatta kalmaya yetecek kadar maddi yardımlarla siyasal iktidarlara bağlı kılınıyor, güçlü bir neoliberal propagandaya maruz kalıyor, “yığın”laşıyor.

    5.Kapitalizmin ekolojik sınırlarına ulaşıldı. Dünya gezegeni, daha çok metal, daha çok su, daha çok ağaç, daha çok petrol üretemiyor kapitalizme. İnsan yaşamının ortaya çıkış koşullarını da zorlayan bir “çevre katliamı” da artık trump hariç herkesin bilincine kazındı. Böyle gider de durdurulamazsa kendisiyle beraber kapitalizm, insan yaşamına son verecek. Kendi mantıkları açısından: Daha çok uzun bir süre zenginler için kaçacak başka bir gezegen yok ve o zamana kadar biz fanilerle aynı havayı solumak zorundalar. Pandemiyle beraber kendi “ne yapmalı” tartışmaları hızlandı.

    6.(Her coğrafyanın ayrı öznel koşulları var ama) özellikle 2008 krizi sonrası Newyork’dan Tahrir’e Şili’den İran’a dünya halkları bu gidişata itiraz eden yeni dalgalarla sarsıldı/sarsılacak. Devletler bu itirazları teknik üstünlük tekelinin de getirdiği avantajla çok şiddetli bir şekilde bastırdı/bastırmaya çalışacak.

    Listesi uzatılabilecek ve birbirleriyle durmadan ilişki hâlindeki bu gerçeklik katmanları üzerindeki zeminde hareket ediyor her birey ve her kurum. Tüm neden ve sonuçlar bu sahnede…

    Dünya kapitalizmi, sıkıştıkça henüz istenildiği kadar neoliberalizme açılmamış coğrafyalara gözünü dikiyor. Rusya, ABD, İngiltere, İran, Türkiye, Körfez Ülkeleri vd.’nin on yıllardır hem savaştığı hem anlaştığı Suriye bu yüzden değerli.  Kim bilir kaç maden açılacak, kaç milyar ton beton dökülecek, kaç milyon insan “işe alınacak”, kaç askeri üs daha kurulacak, kaç petrol geçiş güzergahı ihdas edilecek, her yıl kaç milyarlık ürün satılacak…

    Suriye hem coğrafyasıyla hem insanıyla; güç dayatılarak önceki rejimin sonlandırıldığı bir dönemeçte, çok kâr elde edilebilecek bir “alan”. Ancak kılçıksız bir lokma da değil.

    Geniş İttifak

    Rejimin beklenenden hızlı düşmüş olması hem herkesi hayrete düşürdü ama hem de geniş bir ittifak alanını hızlı bir şekilde dayattı. Bu geniş ittifak alanında İsrail’in siyonist/işgalci/neoliberal politikasıyla Türkiye’nin neoosmanlıcı/işgalci/neoliberal politikası aynı ittifak alanına denk düştü.

    ABD ve İngiltere’nin orkestra şefliğinde bu iki ülkenin “aşırılıkları” törpüleniyor, ince ayarlar yapılıyor, “görev” durmadan hatırlatılıyor.

    Bu görevin önündeki büyük taşlardan bazıları kaldırıldı ancak hâlâ Kürtlerin, Alevilerin, laik Sünnilerin, Dürzilerin farklı farklı talepleri var. Derin ve hızlı bir işçileşmenin nasıl olacağı henüz belli değil. Yine de ittifak genel olarak üzüm yemek derdinde ve yol kazalarının durmadan önü alınıyor.

    Kendi alt-emperyal amaçları açısından AKP’nin; özellikle inşaat, enerji ve (neden olmasın?) turizm pastalarından büyük dilimler almak istiyorsa çoklu güç dengelerini gözeterek yapıcı bir ilişkiler bütünlüğüne (özellikle iç ve dış politikalarının bütünlüğüne), artık düzenli bir ordusu olan Kürt hareketiyle hangi zeminde olursa olsun anlaşmaya ve düşük seviyeli katliamlara teşne HTŞ’yi hızlıca ehlileştirmeye ihtiyacı var.

    HTŞ’nin gittikçe AKP’nin kontrolünden çıkması ve Türkiye Devleti’nin Kürtlerle nasıl bir nitelikte ilişki kuracağı konuları ise hâlâ oluş hâlinde ve sürprizlere açık.

    + posts

    zekiozturk@elyazmalari.com

    Scroll to Top