Bizim de Derin Düşünmemize İzin Var mı?

Bir süredir yapay zekâ araçlarında DeepThink (Derin Düşünme) yaygınlaşmış ve ücretsiz olmuş vaziyette. Yapay zekâ araçlarına bir şey sorduğumuzda ya da istediğimizde 25-30 saniye bir “düşünme” süreci yaşanıyor. Daha önce ne oluyordu farklı olarak? Komut ve çıktı arasındaki uyum ön tanımlı veriye uygun olarak statik bir işlem gerçekleşiyordu. Komutlar, koşulların kendisini sağlayıp sağlamadığı kontrol eder ve sonuca ulaşır. “Doğru, yanlış” ikiliği içinde sıkışır esasen. Bu yanıyla klasik mantığın çalıştığını söyleyebiliriz.

Klasik mantığın tüm detaylarının üzerinde durmadan kısaca değinmemiz gerekecek;

Aristoteles Mantığı, özdeşlik yasası, çelişmezlik yasası, üçüncü halin olanaksızlığı temeli üzerine yapıyı inşa eder ya da yapı ancak bu haldeyken tutarlı bir hâle gelir. Bu üç yasa birbirinin mantıksal devamıdır. Yani her şey kendisiyle özdeştir, haliyle bir şey kendisiyken aynı zamanda başka bir şey olamaz ve ilk iki yasanın sonucu olarak da üçüncü bir hâl imkansızdır. Yaratılan kategoriler sistemi, aralarındaki ilişki, değişmez(katı) gerçeklikler yaratarak, tutarlılığı sağlamak istenmiştir. Neredeyse tüm feodalizm boyunca doğa bilimlerinden, felsefenin her alanına kadar klasik mantık-Aristoteles mantığı egemen mantık biçimi olarak kiliseyle (skolastik düşünce) beraber her şeyin tam ortasında durdu. Hristiyanlıkta reform hareketleri, burjuva devrimleri, bilimsel, felsefi kopuşlar-gelişmeler-sıçramalarla beraber de tüm mantık biçimleri burjuva-aydınlanmacı biçimleriyle de köklü değişikler yaşandı. Burjuvazinin (Ticaret burjuvazisiyle başlayan) bilimsel gelişmelere ihtiyacı, bilim ve felsefenin feodalizmin katılığından kurtulmaya olan ihtiyacıyla bütünleşti. (Boris Hessen “Newton’ın Principia’sının Toplumsal ve İktisadi Kökleri” incelemesine bu konu için bakılabilir.)

Bugün gelinen aşamada da üretim araçlarının, burjuva sivil toplumunun, bilimin, felsefenin, edebiyatın vb. bir bütün olarak ihtiyaçları, değişmez(katı) biçimin kendisinden cevap üretilemeyecek durumdadır. Keşfedilen yeni şeylerin ve gelişen bilim çerçevesinde de (Evrim teorisi, kuantum teorisinde ya da değişmez(katı) kategorilerle sınıflandırmalarda işlevsizleşme) “esnetilmek” zorunda kalınmasıyla birlikte yeni mantık biçimleri de modelleştirilmiştir. Yapay zekâ da pek çok mantık modelini DeepThink (Derin Düşünme) sırasında uygulamaya çalışmaktadır.

Yapay zekâ bu modelleri tek seçenek olarak kullanmıyor. Yani klasik mantığı hâlâ kullanırken aynı zamanda nöro-sembolik mantık gibi hibrit biçimleri aynı zamanda olasılıksal mantığı vb. kullanıyor.  Bunların bir kısmını hızlı sonuçlar alacağını yapılarda bir kısmını çoklu problemleri barındıran yapılarda kullanıyor. Ama asla tek biçime sıkışmıyor hepsini olabildiğince “verimli” kullanıyor.

Bu mantık türleri aynı zamanda günlük yaşamımızdan, üst düzey politikacılara, bilimsel çalışmaların yorumlamalarında ya da henüz araştırılma esnasında olan yeniyi anlamada idealist çıkarımlar yapmak için kullanılıyor.

Yazının devamında özellikle bulanık mantığa ve parakonsistent mantığa (tutarlı-ötesi) teknik olarak değil ama makro düzeyde neler yaşandığında bakmaya çalışacağım.

Çelişkili Yapının Sürdürülebilirliği

Yapay zekâya bazı sorular yönelttiğinizde bazen çelişkili cevaplar verdiğini gözlemlemişsinizdir. Bu çelişkili cevaplar her şeye rağmen “saçma” kategorisinde değerlendiremeyeceğimiz cevaplardır. Sorulan sorular belirli bir veri setlerinden çekilir, bazen çaprazlama biçimiyle farklı farklı veri setlerinden yararlanır ve birkaç farklı sonuca ulaşır, bu sonuçların çelişkili olmasından daha önemli olan şey yapılan işlemin devam ediliyor ve bundan sistemin kendisi “verim” alıyor oluşudur.

Bunun sebebi klasik mantığın “doğru” “yanlış” ikiliği üzerine kurulu yapısından da sıyrılmak için girişilen çalışmalardır asıl olarak. Klasik mantık bize der ki; eğer çelişmezlik ilkesini çiğnersen o halde alacağın herhangi bir çıktıyı da doğru kabul edebiliriz, ne kadar “saçma” olduğunun önemi yoktur. Buna “explosio” çelişkili iki önermenin doğru kabul edildiği anda herhangi bir sonuç çıkmasına patlama denmektir. Eğer ortada bir çelişki varsa bağlamdan kopuk sonuçlar elde edebiliriz haliyle mantıksal sonuçlardan uzaklaştığında da tutarlılık kaybolur ve sistem patlar.

Buradaki asıl çözüme kavuşturulmak istenen çelişkili halin “patlama”ya sebep olmamasıdır. Çelişkili yapı kendi devamlılığını sağlayacak çıktılar almasını sağlayacak yöntemler bulunması için farklı yöntemeler uygulanması zorunlu bir hale gelmiş vaziyette.

Yani yapay zekâ eskiden komut ve çıktı arasında kurduğu ilişki ilk önce tek yönlüydü. Bu tek yönlü yapısına doğru-yanlış, var-yok, açık-kapalı gibi Aristoteles mantığına uygunluk eklenir, komut çıktıya dönüşürdü. Derin düşünme sırasında çıktıya ulaşırken tek yönlü değil çift yönlü hareket etmektedir. Önce ileriye doğru gider, çıktıyla karşılaşır onu “sorgular” sonra döner farklı verilerle çaprazlama kontrolü gerçekleştirir, iki çelişkili durum olmasına rağmen çıktıyı sistem “patlamadan” bize verir.

Bulanık mantık ve tutarlı-ötesi mantık bu anlamıyla “patlama” olmadan sistemin olası en doğru biçimiyle çalışmasını sağlar. Çelişkilerin bir patlamaya sebep olmasındansa bu çelişkinin varlığına rağmen hala faydalı, verimli ya da sistemin devamlılığını sağlayacak sonuçlar üretilebileceği bir form yakalar.

Siemens, Bosch, Honeywell gibi büyük markalar, otomotiv, elektronik, robot teknolojisi, otomasyon sistemlerini multi-sensör sistemleriyle beraber bulanık mantıkla dönüşümünü gerçekleştirmeyi hedeflemişti. Multi-sensör sistemler birden fazla sensörün entegre edilmiş, farklı verilerden olası sonuçlar çıkarıp aksiyon almaktadır.

Diyelim ki bir yangın sensörünün çalışma prensibi dumanı algıladığında yangın alarmını çalıştırmaktır. Ancak duman var ama yangın çıkmamış da olabilir ve yanlış alarm devreye girer. Duman olarak algılanan buhar da olabilir. Bu sefer iki farklı sensör koyarsak, yani duman ve sıcaklık sensörü. Duman var ama sıcaklık düşükse, duman yok ama sıcaklık yüksekse vb. durumlarda çelişkili yapı iki halden birisini esas alıp uygulamaya geçmek zorundadır.

Yangın alarmlarında multi-sensörler son 20 yılda sıcaklık, karbonmonoksit ve alev algılayıcı vb. sensörlerin entegre biçimde kullanılmasıyla yaygınlaştı. Klasik mantık örneğimizde olduğu gibi iki veriden birisini dışarıda bırakarak aksiyon alır. Buradaki çoklu veriler bazen birbiriyle çelişebiliyor oluşunun gerçekliği ile tek yönlü olmayan veri sorgulaması farklı verilerin çaprazlama sorgusuyla gerçekleşir ve sonuç alınır. Çelişkili yapının kabulü (tutarlı-ötesi mantık) mantıksal patlamaya sebep olmadan, bulanık mantıkla beraber çalışarak farklı verilerin çelişkilerinden doğruluk oranlarını ara değerleri hesaplayarak sonuç alınır.

Bu örnekte yaşanılan en temelde; çelişkili birden fazla verinin yarattığı çelişkili belirsizliği, “dereceli doğruluklar” skalasında olasılıklar hesaplamasını da katarak verimli bir şekilde yönetme kabiliyeti gerçekleştirmektir.

Hepimiz şüphesiz yaşamda çelişkilerin olduğunu kabul ederiz, çelişkili birlikler içinde bir yaşamın devam ettiğini de gözlemleyebiliriz. Ancak bulanık mantığın ve tutarlı-ötesi mantığın bu çelişkilerin varlığını kabul edip onu çözüme kavuşturmaktan daha fazla önemsediği şey doğruluğu dereceli bir sistem modeli içinde, belirsizliğin kendisini de koruyarak ama en nihayetinde aksiyona geçmesidir. Yangın var veya yok kararının alınması gereken bir durumda karar vermek zorunda kalması ama gerçek bir çözümü de içermemesidir. Bu yönüyle klasik mantığın sınırlarını aşamamaktadır.

Belirsizliğin, Göreceliğin, Niceliğin ve Mübadele Değerinin Egemenliği

Bulanık mantık özünde nitel farklılıkları bir kenara bırakarak her şeyi nicelikselleştirerek ölçülebilirliğe indirgemesiyle, klasik mantığın sadece “patlama”sının önüne geçmez, yapının optimizasyonunda en “verimli” yolu da açar. Yalnız bu yol, çelişkili yapının kendisinin sürdürülebilirliği üzerine kurulu “en doğru yoldur.”

Komünist Manifesto’da “katı olan her şey buharlaşıyor” belirlemesinin önünde “üretimin durmadan altüst edilmesi, bütün toplumsal koşulların aralıksız sarsılışı ve bitmek bilmeyen bir belirsizlik ve çalkantı burjuva dönemini öteki bütün dönemlerden ayırt eder” denmektedir. Feodalitenin donukluğu, her şeye keskin cevabı olan skolastik düşüncenin yıkımı, evrene, Dünya’ya, insana, topluma, ekonomiye vb. yeniden cevaplar aranmasının da önünü açmıştı.

Klasik mantığın doğru-yanlış, 0 ve 1 ikiliği üzerinden kurduğu biçim doğal alarak çelişkinin ve çelişkiden doğan değişimin kendisini de reddedişle beraber okunur. Bulanık mantık ise 0 ve 1 ikiliğini kırmak için “dereceli doğruluk” sistemi temelde nitel değişimlerin değil, çelişkili verilerin kabulü üzerinden verimli bir şekilde devam edebilmenin yapı içinde “en mantıklı” kararı almayı hedeflemektedir. 

“Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikri ifadesinden, düşünceler halinde kavranan egemen maddi ilişkilerden, yani o bir sınıfı egemen sınıf yapan ilişkilerden başka bir şey değildir; yani, onun egemenliğinin düşünceleridir.”[1]

Burjuva ideologları da ilkel komünal toplumdan bugüne kadar gelinen süreci nicel birikim olarak görmektedir. Burjuvazi ve bulanık mantık arasındaki bu uyum, bir tarafta kapitalist üretimin nicel birikimi esas almasıyla, diğer taraftan ise toplumlar salt nicel olarak gelişmiş olduğu anlatısıyla “kapitalizmde artık her şey yerli yerine oturmuştur” olduğu söylevlerinde bulunurlar. İnsanlık en sonunda kendi özüne en uygun sistemi kurmuştur onlara göre.

“İktisatçıların tuhaf bir yöntemleri var. Onlar için yalnızca iki tür kurum bulunuyor: yapay olanlar ve doğal olanlar. Feodalizmin kurumları yapay, burjuvazininkiler doğaldır.”[2]

Bu bakış açısı üretim biçimlerini, değer biçimlerini, toplumların tarihsel olarak nitel farklılıklarını bir bütün olarak reddedişiyle beraberinde getirir. Klasik mantığın süreç içinde doğanın-toplumların evrimler, sıçrayışlar, devrimler noktasındaki değişimini reddeden bakış açısının yerine sadece nicel gelişimin kendisini koymuştur.

Bu niceliksel anlatım, çelişkilerin niteliksel farklarını aralarındaki antagonist ilişkiyi ve evrimi-sıçrayışları-devrimleri reddederek farklılaşmak istediği klasik-mantığı da bu yanıyla tekrar üretir.

“A. Smith ve Ricardo gibi en iyi temsilcileri, değer biçimini, hiç önemi olmayan ya da bizzat metanın doğasına yabancı olan bir şey gibi ele almıştır. Bunun sebebi, sadece, bunların dikkatlerini tamamen değer büyüklüğü analizinde toplamış olmaları değildir. Daha derindedir. Emek ürününün değer biçimi, burjuva üretim tarzının en soyut, ama aynı zamanda en genel biçimidir; bu da, burjuva üretim tarzını özel bir toplumsal üretim türü kılar ve dolayısıyla aynı zamanda ona özel bir tarihsel nitelik verir. Bundan ötürü, bu üretim tarzına toplumsal üretimin ebediyen kalacak doğal bir biçimi gözüyle bakılırsa, değer biçiminin, yani meta biçiminin, daha sonra gelişen para biçiminin, sermaye biçiminin vb. özgül yanları, kaçınılmaz olarak, gözden kaçırılır.”[3]

Bulanık mantık bu yanıyla hem teknolojinin geldiği bu aşamada hem de burjuva toplumunun dikişlerini patladığı yerde göreceli ve derecelendirilebilen doğruluğun, niceliğin, ölçülebilirliğin egemenliğine uygun biçimde “yardıma koşmuştur.”

Konumuza dönecek olursak;

Kapitalist rekabet birbirini yutan şirketler anlatısından daha fazlasını ifade eder. Emek sömürüsü teknoloji ile yoğunlaşırken (mutlak ve özelde göreli artı-değer sömürüsünde azamîleşme) sermaye de merkezileşme eğilimindedir. Bu merkezileşmeye uygun biçimler de aramayı zorunlu kılmaktadır. Bir dizi bağlantılarla (aşağıda bu bağlantıları kurmaya çalışacağım) “Internet of Things” yani “Nesnelerin İnterneti” bu anlamda da sermaye için kilit bir noktada duruyor.

Nesnelerin İnterneti günlük kullandığımız telefonlardan, büyük fabrikalardaki otomasyon sistemlerine kadar tüm verilerin merkezi kontrolünü içerir. Bir dönem “akıllı evler” reklamlarıyla belki tanıdık gelse de bu bir yönünü oluşturur ama esası oluşturan yapı kesintisiz olarak veri akışkanlığı sağlayabilen otomasyondan, sensör sistemlerine, üretim alanlarından, banka işlemlerine kadar bir bütünü oluşturan ağın/verinin kontrolü, analizi ve işlem yapabilme kapasitesi anlamına gelir.

Dikey Entegrasyon bu merkezileşmede diğer bir kilit noktayı oluşturmaktadır. Tedarik zincirinin her halkasında hammaddeden, son çıktıya, ürünün stoklanmasından, dağıtımına kadar tüm süreci kontrol altına almakla sonuçlanan tekelci “yutma” eylemini kendi üretim organizasyonuna dahil etmesidir.

Örneğin Tesla bugün hem lityum madenlerine sahip olurken hem de kendi elektrikli arabaları için istasyonlar açıyor. Amazon bir taraftan “sanal dükkân” uygulamalarıyla perakende satış yaparken bir taraftan da kargo uçak filosu kuruyor ya da Türkiye’den bildiğimiz Şişe Cam, geri dönüşümden şişe imalatına kadar bütünsel bir dikey entegrasyon gerçekleştiriyor.

Just-in-Time “tam zamanında” ya da “tam zamanında üretim”. Bir taraftan “nesnelerin interneti” ve dikey entegrasyon gerçekleşirken diğer taraftan da tam zamanında üretim sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle daha da mümkün hâle gelir. Milyarlarca verinin işlenmesi sayesinde yapının optimizasyonunu sağlama yönünde tedarik-üretim-dağıtım organizasyonunu “canlı bir organizmaya” dönüştürür. (Korona zamanında yaşanan tedarik zincirlerinin krizini hepimiz hatırlıyoruzdur. Bunun birden fazla sebebi var şüphesiz. Ancak bir yönünü de burası oluşturur. Çin’in hamleleri, doğanın engelleri, iç ve dış etkenler bu krizi çok yönlü tetiklemişti. Bugün ABD’nin Panama üzerindeki baskısı ya da çip üretim fabrikalarını tekrar ABD’ye taşıma istemleri, İngiltere’nin belirli fabrikalarını kendi ülkesine geri döndürme istemleri bu kriz sonrasına denk gelir. -ve elbette emperyalist rekabet ve çelişkilerin de payıyla-)

Yine de bu yapıların bir kısmını şüphesiz daha önce de tekelleşme sürecinde görüyoruz ancak teknolojinin de geldiği bu evrede bunların birbirine bağlanması, yapay zekâ ile optimize edilmesi, merkezileşirken uluslararası sermayeye, kapitalist-emperyalist sistemin kendisine bağlanması farklı bir boyuta taşımaktadır.

Sermaye bu yönüyle yoğunlaşıyor ve merkezileşiyor, diğer yanıyla da emek kırımını üst seviyelere taşıyor. Teknolojinin bu çok yönlü gelişmesi, tam zamanında üretim, dikey entegrasyon ve nesnelerin interneti üç sac ayağı ile emek üzerindeki yıkıcı kontrol, esnek çalışma biçimleri, emeğin kendisini gerçekleştirirken yaşanan her şeyin algoritmalara dökülmesi ve baskı haline dönüştürülmesi burjuvazi tarafında sermayeyi büyütürken, işçi sınıfında da kan ve ter havuzunu büyütmektedir.

Yukarıda bahsedilen biçimlerin hepsinde yapay zekânın uyguladığı mantık entegre biçimde bu ağ yapılarında uygulanmaktadır. Son bir kere daha belirtmekte fayda var; yukarıda sayılan kategoriler ve yapay zekânın uyguladığı yöntemler tek biçimde meydana gelmiyor. Yeri geldiğinde hibrit yollar bulunuyor yeri geldiğinde büyük yatırımlar yerine başka yollar bulunuyor ya da fason üretim, taşeronlaşmalar vb. biçimler hâlâ kullanılıyor. Ancak söylenenler bir eğilim olarak gerçekliğini koruyor.

Yaşam Yeşildir

Klasik mantıkta görmüş olduğumuz A=A’dır ya da doğru-yanlış ikiliği 0 ve 1 önermesi ancak ve ancak bu iki değer arasını farklı doğruluk derecelendirilmesiyle ifade kazanması şartının yerine getirilmesiyle bulanık mantık esnetilir bir pozisyona gelmiştir. Haliyle bu mantığın işlemesiyle yapay zekânın kapitalist kullanım biçimi işlem hızı, olasılık hesaplamaları ve problem çözme kapasitesi niceliksel sınırları içinde kalmaktadır. Var olan veri setlerinden alınan sonuçların mantıksal çıkarımlar yapması, farklı kombinasyonlar eşliğinde bir seçimi barındırmasıyla yetinmektedir.

Ancak çelişkinin niteliksel sıçrayışını kendi içinde barındırmaktadır. Zıtların birliği ve savaşımı, gerçek gelişimin kaynağını oluşturur. Bu gelişimin devrimci çözümü çelişkinin içinde var olan henüz gerçekleşmemiş olan potansiyelin açığa yaratıcılığı ancak çelişkinin doğru kavranmasıyla hayat bulmaktadır.

Bir bütün olarak fabrika ve üretim alanlarında verimliliği artırabilen, olasılık hesaplayan, makinenin yıpranma hızını, depolama maliyetlerini, tedarikin hızlandırılması ve bu süreçte bulanık mantığın otomatik karar alma yetisinin sınırları var olan çelişkileri gerçek biçimiyle modellemesinin de önüne geçer. İşçi sınıfının üretici emeği bu anlamda verimlilik hesabına sığmayacak sınıfsal bir içeriği barındırır. Emeğin kapitalizm altında kendisini gerçekleştirmesi, birtakım yasaları kendiliğinden doğurur.  Bugün işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki çelişki, somut ve soyut emek arasındaki çelişki, kullanım değeri ve mübadele değeri arasındaki çelişki, kapitalist makine kullanımı ve işçi arasındaki, emek ve sermaye arasındaki uzlaşmaz çelişki sadece nicelilkselleştirerek çözüme kavuşmayacaktır.

Bu anlamıyla işçi sınıfı hem kendisidir hem de içinde taşıdığı, kendisini de yadsıyacak sınıfsız toplumu yaratacak potansiyeli taşıyan tek devrimci sınıf olarak durmaktadır.

Son olarak;

Kapitalist üretim toplumsal gerekli emek zamanı uyguladığı despotik yolların dışında, teknoloji yoluyla da objektif olarak belirliyor. Kullandığı yapay zekâ araçlarıyla, teknolojinin gelişmişliği ile üretimi kendi anladığı biçimiyle, sermaye odaklı verimli hâle getiriyor. Merkezileşiyor, uluslararasılaşıyor ve girmediği, hâkim olmaya çalışmadığı hiçbir alan bırakmadan nüfuz etmeye çalışıyor. Bu aynı zamanda sadece sermayenin akışkanlığını ifade etmemektedir. Bu aynı zamanda da emeğin de akışkanlığını ifade etmektedir. Sermaye ne kadar uluslararasılaşıyorsa, proletaryanın da enternasyonal karakteri daha da belirginleşiyor. Sermaye ne kadar üretim teknolojilerini geliştirmek zorundaysa, onu geliştiren işçiler ve o teknolojiyi kullanan bir bütün olarak işçi sınıfı da nitel anlamda gelişiyor, sermaye emek sömürüsünde ne kadar despotlaşıyorsa, işçi sınıfı da o kadar öfke biriktiriyor… Sermayenin bu “ilerleyişinden” vazgeçme lüksü yoktur ancak işçi sınıfının sermayeden vazgeçmemesi için hiçbir neden bulunmamaktadır!


[1] Marx K. Engels F. (1987) Alman İdeolojisi, Çev: Sevim Belli, Sol Yayınları, sf.79-80

[2] Marx K. (2010). Kapital Cilt 1, Yordam Yayınları, Çev: Mehmet Selik, Nail Satlıgan, sf. 90 dipnot: 36

[3] Marx K. (2010). Kapital Cilt 1, Yordam Yayınları, Çev: Mehmet Selik, Nail Satlıgan, sf. 90 dipnot: 35

+ posts

merkan.aksoydn@gmail.com

Scroll to Top