Mustafa Arslan: Sorun Sürüyorsa Elbette Mücadele de Sürecek

El Yazmaları’nın Notu: 2024 yılını geride bırakıp yeni bir yıla hazırlanırken geçtiğimiz bir yıla çocuk hakları çerçevesinden bakmak istedik. Çocuk hakları, çocuk hak ihlalleri, çocuk politikası ve çocuk hakları mücadelesini çeşitli bağlamlarda ele alan bir dizi söyleşi yaptık. Bunlardan ilkini de Mustafa Arslan ile çocuk işçiliği üzerine yaptık. Yeni yılın, çocukları sermayenin çarklarından kurtardığımız bir yıl olması dileğiyle, iyi okumalar.

Çocuk işçiliğini düşünmeye başladığımız anda, başımızı çevirdiğimiz her yerde onlara rastlıyoruz. Sokaklarda kendinden büyük arabalarla kâğıt toplayanlar, işlek sokaklarda peçete satanlar, metroda müzik yapanlar, trafik lambalarının yanında cam silmek için bekleyenler, fabrikada, sanayide, en çok da tarlalarda çalışan çocuklar… Dünyada ve Türkiye’de çocuk işçiliği dağılımı desek karşımıza nasıl bir tablo çıkar?

İşçilik kavramı daha çok sermayeyle ilişkilenmiş olmayı gerektirir. Emeğin sermayeyle ilişkilenmesi, emekçinin emek gücünü kapitaliste belirli bir sözleşme gereği, belirli bir ücret karşılığında sattığı bir ilişkilenmeyi ifade eder. Bu ilişkide çalışan her emekçi, kendi ücretinin karşılığı olan değeri ürettiği gibi, kapitalistin kârı olan değeri de üretir. Bu düşünceyle baktığımızda, toplumsal yaşantının herhangi bir yerinde karşılaştığımız sokakta çalışan çocuklarla, fabrikada sanayide, tarım alanında çalışan çocuklar arasında, işçilik üzerinden bir ayrım yapmak uygun olur.

Sokakta gördüğümüz cam silen ve herhangi bir ürünü satarak, ailelerinin geçimine katkıda bulunan çocuklar, çalışmış olmalarına karşın kapitalist sömürü ilişkisi içerisinde değiller. Emek güçleri sermayeyle ilişkilenmemiştir. Ne var ki bu durum, sokakta çalışan çocukların da, çocukluklarından mahrum edildikleri gerçeğini değiştirmiyor. Bunu belirtmiş olalım.

Öte yandan tarım (özellikle mevsimlik tarım) alanında, sanayide, fabrikalarda, atölyelerde, hizmet sektörlerinde çalışan çocukların, emek güçleri sermayeyle ilişkilenmiştir. Emekleriyle toplumsal üretime katılırlar ve çocuk işçidirler. Çocuk işçi olarak, sermayenin değerlenmesi aracına dönüştürülerek, emekleri sömürülür.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 2021 verilerine göre dünyada, 160 milyon civarı çocuk, çocuk işçi olarak herhangi bir üretim alanında çalışmaktadır. Üstelik bu çocukların 79 milyonu doğrudan sağlıklarını, güvenliklerini tehlikeye atan; ahlaki gelişimlerini olumsuz etkileyen işlerde çalışıyorlar. 25 milyon çocuksa, zora dayalı olarak bir köle gibi çalıştırılıyor. Türkiye’de ise TÜİK’in 2019 yılında yayımlanan son çocuk işgücü anketi sonuçlarına göre, ülkemizde 5 ilâ 17 yaş grubundaki 16 milyon 457 bin çocuktan 720 bin çocuğun çalıştığı tahmin edilmektedir. Bir eğitim politikası olarak çıraklık eğitimi yoluyla yaratılan çocuk işçilik de dikkate alındığında 1 milyonun üzerinde çocuk, çocuk işçi olarak çalışmaktadır. Sığınmacı, kayıt dışı çocuk işçileri de eklediğimizde 2 milyon civarı çocuk işçi olduğu düşünülmektedir. Dünyada ve Türkiye’de, tüm bu verilerin tespit edilebilmiş sayılar olduğunu ve bazı çocuk çalışmalarının, bu verilere yansıtılmadığına da vurgu yapalım.

Oldukça karanlık bir tabloyla karşı karşıyayız. Peki yıllardır herkesin bildiği, çocukların gelişimini bu kadar etkilen bir sorun neden çözülemiyor? Yoksa çözülmüyor mu? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Çocuk işçiliğinin önlenmesi amacıyla, uluslararası ve ulusal düzeylerde mücadele verildiğini biliyoruz. Yasalarla bağıtlanmış yaş sınırlamaları, çocuk işçiliğinin önlenmesi için uluslararası ve ulusal programlar olduğunu biliyoruz. Ne var ki tüm bu çabalar, çocuk işçiliğini önlemekten ziyade kapitalist sistemin izin verdiği ölçüde, sermayenin ihtiyacı gözetilerek düzenleme çabaları olmaktan öte gitmiyor.   

Kuşkusuz çocuk işçiliğinin önlenmesi önünde birçok engel var. Bu engeller aynı zamanda, çocuk işçiliğini yaratan nedenlerdir de. Bu nedenlerden kapitalizme içkin olan iki büyük yapısal engelden söz etmek gerekir.

Bu yapısal engellerden ilki ve en önemlisi çocuk işçiliğini sürekli olarak yeniden üreten, ailelerin sosyal ve ekonomik yapısıdır. Başka bir deyişle ailelerin sistem tarafından zorunlu bırakıldığı yoksulluktur. Ailenin yoksulluğu, ailede bulunan her yaştan bireylerin çalışmasını zorunlu kılmaktadır. Ailenin yoksulluğunu yaşayan çocuklar da, ailenin gelirine katkı için bizzat aile eliyle sömürü çarkına verilmektedir. Marx bu duruma yönelik olarak, aile reisi olan erkek işçilerin, çocukları satan köle tüccarına dönüştüğünü yazmıştı.

Çocuk işçiliğinin kaldırılmasındaki bir diğer yapısal engel de, sermayenin ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç, sermayeler arası rekabetçi ortamda; kapitalistin rekabet gücü kazanmak ve daha fazla kâra ulaşmak için üretim maliyetini düşürme zorunluluğundan doğar. Ucuz emek gücü, üretim maliyetini düşürmenin yollarından biridir. Dolayısıyla kapitalistler, ucuz emek gücü olan çocuk işçilere yönelir.

Şimdi bu gerçeklik minvalinde baktığımızda, çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılmasının engeli kapitalist sistemin bizzat kendisi olduğunu görüyoruz. Zira çocuk işçiliğinin asıl nedeni olarak gördüğümüz yoksulluk, kapitalist üretme biçiminin yarattığı bir durumdur. Sermayenin ucuz emek gücü ihtiyacı çocuk işçiliğini, sürekli olarak yeniden üretiyor. Bu durum, kapitalist üretme biçiminin yarattığı zorunlu sonuçtur. Buraya sermayenin ihtiyacı olan emperyalist savaşları da eklemek gerekir.  Emperyalist savaşların göçmenlik-mültecilik yoluyla ortaya çıkardığı çocuk işçiliği de, ucuz emek gücü olarak sermayenin emek gücü deposudur. Emperyalist savaşları yaratan da yine, sermayeler arası rekabetin sonucudur. Dolayısıyla kapitalist sistemin kendisidir.

Soruya dönersek, bilincinde olunsun ya da olunmasın, kapitalist sistemin selameti için çalışan siyasal iktidarların ve sermayenin ihtiyacını aşamayan pratiklerin; çocuk işçiliğini önleme çalışmaları, kapitalist sömürü ilişkisinin izin verdiği ölçüde yürümektedir.

Ekim ayından beri mecliste bütçe tartışmaları sürüyor. Çalışma Bakanlığı çocuk işçiliğini önlemek için 1000 lira ayırırken MESEM’lerle iş birliği yapan iş yerlerini 6,5 milyon lira bütçe ayıracağını açıkladı. Bunun yanında hızlıca 5 şehirde mesleki ortaokullar açıldı. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? MESEM’ler gerçekten nedir?

MESEM’ler sermayeye ucuz emek gücü olarak, çocuk işçi sağlama aracı durumundadır. Çocuk işçiliğini önleme çalışmaları ise çocuk işçiliğine karşı bir tutumdur. İki uygulamanın sahibi de siyasal iktidarın kendisidir. İşletmelere çocuk işçi sağlamaya yönelik program olan MESEM’lere ayrılan kaynağın, çocuk işçiliğini önleme gibi bir iddiayı zaafa düşeceği ortadadır. Burada siyasal iktidarın bir tercihi var. Bu tercih, siyasal iktidarın bütçeden çocuk işçiliğini önleme çalışmalarına ayırdığı parayla, MESEM uygulamasına ayırdığı para karşılaştırmasında açıkça görünüyor.

Bakanlığın, Mesleki ve Teknik Anadolu Liseleri bünyesinde açtığı Mesleki Ortaokullar; henüz yeni ve sonuç üretmemiş bir uygulamadır. Ama bu konuda birkaç şey söylenebilir. Bakanlık, “Beceri Geliştirme Programı” kapsamında ortaya koyduğu bu uygulamayla, çocukların mesleki becerilerini geliştirerek daha nitelikli emek gücü sahibi bireyler yetiştireceği iddiasındadır. Okulun dört duvarları arasında olsa da, öğrenimin pratikle birleştirilmesi çocuğun çok yönlü gelişimine katkıdır. Ne var ki ilkokuldan çıkmış ama henüz, ilgi alanı ve yeteneği belirlenmemiş bir çocuğun, bir meslek dalına yönlendirilmeleri sorunludur. Zira yetenek ve ilgi alanı önceden belirlenmemiş olan ve daha 10 yaşında bir çocuğun, geleceğin işçileri olarak damgalanması, çocuğun geleceğine vurulmuş bir darbedir. Çocuğun ileride daha nitelikli bir iş seçme olanağının elinden alınmasıdır. Bu okullara, yoksul ailelerin çocuklarının talebi düşünüldüğünde, bu okullar, ailelerin yoksulluğunun ve sınıfsal konumlarının yeniden üretilmesinin aracı olacağı görülüyor.

MESEM uygulamasıyla bakanlık, “işletmelerin çırak ihtiyacının karşılanması ve çırak öğrencilerin ahilik kültüründen gelen usta çırak ilişkisiyle mesleklerini işbaşında öğrenmelerinin amaçlandığı”nı belirtiyor. Programa ortaokul mezunu olan öğrenciler kayıt olabiliyor ve eğitimleri, 4 yıl sürüyor. Öğrenciler, haftada 1 gün okulda teorik eğitim görürken; haftanın 4 günü ise MEB’in çıraklık sözleşmesi yaptığı iş yerlerinde staj adı altında çalıştırılıyorlar. Çocuklar MEB anlaşmalı iş yerlerinde yetişkin bir işçinin yaptığı her türlü işi yapıyorlar.  İş güvencesizliği ve ağır sömürü koşullarında, uzun saatler öğrenimlerine devam ediyorlar. Çalıştıkları iş yerlerinde yetişkin işçinin yaşadığı tüm olumsuzlukları onlar da yaşıyorlar. İş kazalarında yaşamlarını kaybediyorlar. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre, 2023 – 2024 eğitim-öğretim döneminde 9 çocuk, MESEM kapsamında çalışırken yaşamını kaybetti.

İşletmelerin çırak ihtiyacını karşılama ve çocuklara meslek edindirme amacıyla kurulan MESEM’ler kapsamında çalıştırılan çocukların, ne çalışma koşullarının çocuğa göreliği, ne çalışma saatinin çocuğa göreliği dikkate alınıyor. Çocukların güvenceli çalışma hakkının da pratikte korunmadığı görünüyor. Denetimin yetersizliği ortamında çalışan çocuklar, asgari ücretin yüzde 30’una denk gelen bir ücretle; sermayenin sömürü aracına dönüştürülüyorlar.

Bu röportaj dizisini 2024’ü çocuk hakları açısından nasıl bir yıl olduğunu ortaya koymak için yapıyoruz. Siz 2024’ü çocuk işçiliği penceresinden nasıl görüyorsunuz? 2025’te bizi neler bekliyor?

Uluslararası Çalışma Örgütü verilerine göre dünyada 160 milyon, TÜİK verilerine göre Türkiye’de 720 bin civarı çocuk, çocuk işçi olarak, sermayenin sömürü çarkındadır. İSİG verilerine göre, 2013 yılından bu yana 713 çocuk, çalışırken hayatını kaybetmiştir. Bu çocuklardan 9’u MESEM kapsamında çalışırken yaşamını kaybetti. Çocuk işçiler, iş güvenliği önlemi alınmayan iş yerlerinde, yetişkin işçilerin yaşadıkları sorunları yaşadılar. Ucuz emek gücü olarak çalıştırıldılar, iş kazalarında yaşamlarını kaybettiler.

Geçmiş yılların verilerine bakıldığında, çocuk işçiliğinin önlenmesi lehine ciddi bir dönüşüm olmadığı görülüyor. Aksine, MESEM gibi uygulamalarla, çocuk işçiliğin beslendiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Gelecek yıl için de, iddialı bir söylem ortaya koyacak bir veri yoktur. Ama sorun sürüyorsa, elbette mücadele de sürecek.

Son olarak İSİG Meclisi sitesinde yayımlanan son yazınızda Marx’ın çocuk işçiliğine bakışını işlemişsiniz. Peki sizce çocukların emek gücünü sömüren bu düzende çocuk işçiliği ile nasıl mücadele edebiliriz?

Sistemli bir şekilde çocukları işçi kimliğiyle damgalayan kapitalizmin tarihi, aynı zamanda çocuk işçiliğine karşı çözüm arayışlarının da tarihidir. Çocuk işçiliğinin önlenmesi için çıkarılan yasalar, uluslararası ve ulusal programlarla verilen mücadeleler, kapitalist sistemin yarattığı yoksullaşma ve sermayenin ucuz emek gücü ihtiyacı kıskacında yürüyor. Bu nedenle de emek sermaye ilişkisinin izin verdiği ölçüde pratiğe yansıyor. Siyasal iktidarlar bir yandan çocuk işçiliğini önleme çalışmaları yürütürken diğer yandan, sermayenin ucuz emek gücü ihtiyacını karşılayan uygulamalara imza atıyor. Bu yolla, bilincinde olunsun ya da olunmasın çocuk işçiliğine meşruluk kazandırmış oluyorlar. Bunun bir örneğini 4+4+4 sistemi pratiğinde gördük. Eğitim sisteminde 4+4+4 düzenlemesiyle, çocukların eğitim hakkından mahrum kalmasının önü açıldığı gibi, çalışma hayatında yer almalarını da kolaylaştırmıştır. Bu düzenlemenin ardından sermayenin ihtiyacına yönelik ortaya koyulan çıraklık, stajyerlik uygulamalarıyla ilgili yasal düzenlemeler yapılarak; MESEM uygulamasıyla, çocuk işçiliğine adeta meşruluk kazandırılmaktadır. Kuşkusuz bu tarz uygulamalar, sermayenin ihtiyacını gözeten ve çocuk işçiliğine meşruluk kazandıran uygulamalardır.

Sonuç olarak şunu belirtelim ki, sermayenin rekabet gücünü ve kâr ihtiyacını gözeten çocuk işçiliğini önlemeye dönük çalışmalar, çocuk işçiliğine karşı mücadeleyi emek sermaye ilişkisinin izin verdiği noktada tutmaktan başka bir sonuç üretmiyor. Zira çocuk işçiliğini yaratan ve sürekliliğini sağlayan asıl özne, emek sermaye ilişkisidir ve bu ilişkinin bir ifadesi kapitalizmin kendisidir. Bu gerçeklikten hareket eden bir yaklaşım, çocuk işçiliğine karşı mücadeleyi daha uygun bir zeminde yürütebilir. Bu yaklaşım, çocuk işçiliğini büyüten uygulamalara karşı direnç oluşturabilir. Bu yaklaşım, çocuk işçiliğini önlemeye yönelik yasaların eksiksiz uygulanması için etkili bir baskı unsuru olabilir. Bu yaklaşımın asıl öznesi de, çocuk işçiliğini bünyesinde taşıyan ve bütün kurumlarıyla öne çıkması gereken işçi sınıfıdır.

Scroll to Top