* Bu yazı, Elyazmaları yazarı H. Arıkuşu’nun Kasım 2024’te İzmir TÖP il binasında yaptığı Felsefece Düşünmek: Diyalektik Materyalizm söyleşisinde alınan notlardan hareketle, İzmir TÖP Kültür Sanat Meclisi olarak kolektif şekilde kaleme alındı.
(Cebir, matematikte bilinmeyeni bulmak için “ X,Y,Z” gibi soyut harfleri kullanarak işlem yapan matematik dalıdır.)
İnsanın Düşünme Evreleri
İnsan, yaşadığı evreni sürekli anlamaya ve değiştirmeye çabalıyor, bu çabası üzerine de durmaksızın düşünüyor. İnsanın insan olma serüvenine eşlik eden bu düşünme evriminde çeşitli düşünme biçimleri ortaya çıkıyor. İnsanın kendisi de dahil olmak üzere hayvan sembolleri üzerinden yaşamı anlamlandırma çabası olarak görülebilecek animizm bunlardan ilki. İnsanlık tarihinin sınıfsal evrimi ve bunun kültürel yansımalarıyla beraber mitolojik düşünme, mitler, tanrılar üretme gibi biçimler hakim düşünüş biçimi haline geliyor zamanla. Dinsel, felsefi, sanatsal ve bilimsel düşünme de bunların devamında ortaya çıkıyor. Hiçbir düşünme biçimi tamamen yok olmuyor ve günümüzde de çeşitli formlarda devam ediyor.
Bir düşünüş biçimi olarak felsefe uzun yıllardır insan edimlerinin içerisinde yer alıyor. İçerisinde pek çok akım, felsefeci, düşünce okulu anılmaya değer. Her bir felsefeci biraz da kendinden önceki düşünüş biçimlerinden hareket edip, mevcut düşünsel potansiyeli aşmaya çalışıyor. Bizim bu yazıdaki esas konumuz olan diyalektik materyalizmi ise, sadece diğer felsefi akımların aşılması ereğiyle değil, aynı zamanda felsefenin kendisinin bir başka forma ulaştırılma çabası olarak da ele alabiliriz.
Felsefe, tıpkı diğer düşünme biçimlerinde olduğu gibi, bilme isteğinden doğar. Fakat diğerlerinden farklı olarak felsefedeki düşünüş daha soyut ve sistemlidir. Bir yanıyla felsefecilerin geçit töreni gibi okunabilecek felsefe tarihi, bir yandan da metaforların tarihidir. Einstein’ın bilimle ilgili söylediği ünlü sözü felsefeye uyarlarsak: “Her felsefe metaforla başlar, cebirle biter.”
Metafordan Cebire Giden Felsefe
Bilgi metaforla başlar cebirle sonlanır der bilim insanları. Lenin’ e göre ise diyalektik devrimin cebiridir. felsefi metaforlardan diyalektik cebire biz izlek sürülebilir.
Metaforlar; soyut bir fikri, bilinen bir olaya, nesneye, davranışa uyarlayarak gözler önüne serer. Düşünce aktarılır, oradan metafora gidilir, oradan tekrar düşüncenin kendisine gelinir. Bu aynı zamanda sürekli devinen bir düşünme diyalektiğini de hatırlatır: soyut-somut-soyut…
Metaforların yanına ona göre daha uzun ve anlatı temelli olan alegorileri de koymamız gerekir. Alegorilerde, genellikle yaşamda gözlenebilecek basit bir hikâyeden ya da kesitten hareketle topluma, hakikate ya da düşünceye dair büyük bir çıkarım vardır.
Metaforları ve alegorileri takip ederek de felsefe tarihinde gezinmek mümkün. Biz, özellikle de H.Arıkuşu’nun sunumundaki örnekleri sıralayınca görünmeyeni görmek, görünmeyeni göstermek için düşünme ve görünmeyeni göstermek için eyleme gibi bir doğrultuya bakmış olduk. Bu aynı zamanda bilinç-eylem diyalektiği açısından ve dolayısıyla diyalektik materyalizmi incelemek açısından da elverişli bir zemin oldu.
İlk örneğimiz Platon’un mağara alegorisi. Bu alegori, özellikle gerçeklik, toplumsal bilinç, eğitim gibi konular açısından dikkat çekici. İnsanın kendi gerçekliği ve dolayısıyla sınırlılığı içinde düşündüğüne dair zihin açıcı olan alegorik hikâyede, insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmiştir. Sadece arkalarındaki ışık sayesinde karşılarındaki gölgeleri görürler. Doğuştan mağarada yaşayanlar ise gördükleri gölgeleri hakikat sanırlar. Bir gün içlerinden biri zincirlerinden kurtulur ve ışığı takip ederek mağarayı terk eder. Bu kişi mağara dışında yeni gerçeklik ile tanışır. Işık etrafını aydınlattıkça mağarada gördüğü gölgelerin gerçek olmadığını kavrar. Gördüklerini arkadaşlarına anlatmak için geri döndüğünde ise bir türlü ona inanmazlar. Gözleri karanlığa bakan bu insanlara gerçekleri aktarabilmek imkânsızdır. Bu mağara metaforunda Platon’un felsefesinin özü olana “idea dünyası/ gerçek dünya” ayrımını görebiliriz.
Sokrates’in at sineği metaforu da benzer bir düşünceyi ortaya koyuyor. Fakat bu kez “aydın”a bir işlev yüklüyor. Filozof, yapıyı (Sokrates’te devlettir bu yapı) yavaş ilerleyen at ile özdeşleştiriyor, kendisini ve kendisi gibi yanlışlara dikkat çeken aydınları da atı sürekli rahatsız eden, kandıran ve sürekli rahatsız etmeye devam eden bir “at sineği”ne benzetiyor. Yine Wittgenstein’ın şişedeki sinek metaforu da bu iki anlatıya benzer niteliktedir. İnsan da dilinin/düşüncelerinin sınırlarını fark edemediği için adeta camdan bir şişenin içerisinde hapsolmuştur. Hatta felsefenin amacını “şişedeki sineğe çıkış yolunu göstermek” şeklinde ifade eder.[1] Felsefe tarihinde bir dil felsefecisi olarak görünmeyen dilin/camın sınırlarıyla bilginin ve düşüncelerin kapsamını imgeler.
Yine Hegel’in Minerva baykuşu da benzer bir doğrultudadır Minerva Baykuşu, bilgeliğin öğreticisidir. Çünkü baykuş kafasını 360 derece çevirebilmesiyle, kimsenin görmediğini görür, bilmediğini bilir. Herkesin uykuda olduğu karanlıkta sessizce kanat çırpmaya başlar.
Marx ve Engels’in ortaya koyduğu felsefe ise, mitolojik karakter Prometheus’un “ateşi çalması” ile ilişkilendirilir. Bu mitolojik anlatıya göre, Prometheus tanrılardan ateşi (bilgi diye de okunabilir) çalıp insanlara vermiş ve bunun sonucunda Zeus tarafından cezalandırılmıştır. Prometheus’un pedagojisi yukarıdaki mesihvari yaklaşımdan daha farklı. Prometheus’un kendisi, yaşamı dönüştürmenin bir parçası olmaya çalışıyor. Böylece metaforlar geçidinde de fikir ile eylemin diyalektiği kurulmuş oluyor. Devrimci sınıf proletaryanın imgesini (ateş; emeğin, sanatın, zanaatın simgesidir aynı zamanda) Prometheus’ta görüyor. Marx’ın sözleriyle sağlamasını yapalım: “İnsan… düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini pratikte kanıtlamalıdır.”[2]
Bir anlamda proleteryayı “kolektif prometheus”[3] olarak konumlandırmak için bu mitolojik karaktere ve dolayısıyla metafora başvurmamız Marx ve Engels’in buradaki çizgi farkını anlamak açısından kolaylaştırıcı ve zihin açıcı oluyor.
Devinen Madde Donmuş İdealara Karşı
İkinci bir felsefe tarihi irdelemesini de ana felsefi akımlar üzerinden yapabiliriz. Tarih boyunca felsefe, birbiriyle savaşan iki ana kamp halinde ilerler: idealizm ve materyalizm. Çağlar boyu düşünürler bilincin mi, yoksa maddenin mi öncül olduğu konusunda kafa yormuş, tartışmışlar. Bu soru, “Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan?” basitliği ile retorik şekilde cevaplanabilecek bir soru değil. Gözlemlenen olayların ve olguların açıklanmasına dair önemli bir temel. Ve yine bu tartışmayı felsefe alanının içerisinde bırakılamayacak kadar kapsamlı kılan şey, maddi yaşamın bir çeşit yansıması olması.
İdealizm; aşkın amaç, kesinlikler ve düzenliliklerin değişmezliği üzerine kuruludur. Gerçek olan varlık bir ve mutlaktır. Ulaşılamayacak ama temel olan bir hakikat vardır. Nesnel olarak ortada olan şey ise gerçeklik değildir.
Materyalizm, insanların söylediklerinden, hayal ettiklerinden değil, gerçek ve faal olan insandan hareket edip, gerçek yaşam süreçlerini temel alarak bunların ideolojik yansımalarının ve yankılarının gelişimini göstermek suretiyle elle tutulur canlı insana varmak ister. İnsanın zihninde oluşan inanılmaz hayaller bile ampirik olarak gösterilebilen ve maddi temellere dayanan maddi yaşam süreçlerinin doğurduğu imgelerdir. Böylelikle ahlâk, din, metafizik, her çeşit ideoloji ve de bunlara tekabül eden bilinç şekilleri maddeden bağımsız görünümlerini kaybederler. Bunların tarihleri yoktur, gelişimleri yoktur; ancak insanlar maddi üretimlerini ve maddi ilişkilerini geliştirerek kendi öz gerçeklikleriyle birlikte, düşüncelerini ve düşüncelerinin ürünlerini değiştirirler. Yaşamı belirleyen bilinç değildir; bilinci belirleyen yaşamdır.”[4]
Dolayısıyla materyalizm, sadece fikirler için değil, maddi olguların kendileri için de açıklama arar ve tanrılar gibi doğa ötesi müdahale odaklarına değil maddi sebeplere bakar. Bu, Marksizmin çok önemli bir yönü olup, onu diğer düşünme yöntemlerinden ve mantığından ayırır.
Onun için egemenlerin idealizmi öne çıkarması, karşısındaki devrimcilerin ise materyalist düşünmeyi öne çıkarması tesadüf değil. Özcesi, devrimcilerin kampı olan materyalizm, çıkış noktasını maddeden alır. Yanına gelen diyalektik de devinimi anlamanın kılavuzudur. Ayrıca “kaba materyalizm”e, yani materyalizmin determinist (kaderci) ve mekanik tarzda kavrayışına karşı koruma gözlüğümüzdür diyalektik. Fakat diyalektik, materyalizmin sadece süsü olarak görülmemeli. Engels şöyle anlatıyor diyalektiği: “gerek dış dünyanın ve gerekse insan düşüncesinin genel hareket kanunlarını bildiren bilim”dir[5]. Hiçbir şey yerinde durmaz, Nazım’ın şiirindeki vurgu gibi: “akar, akar, akar”. Hegel, diyalektiği ustaca ama fikirler dünyasının sınırları içerisinde inceledi. Yani bir anlamda diyalektik bir idealizmin yolunu yürüdü. Marx ve Engels diyalektiği maddenin hareketi içerisine oturttular. Toplumsal yaşamı da tarihselliği ve devinimi içerisinde inceleyerek maddeyi kökleri ve filizleriyle birlikte tanımladılar. Maddenin devinimi içinde oluşan bilincin de madde üzerinde etkili olduğu Lenin’in vurgularıyla tamamlanmış oldu.
Diyalektik Materyalizmin Kökleri
Diyalektik materyalizmin kökleri “Aynı nehirde iki kez yıkanamazsın.” diyerek değişimin değişmezliğine vurgu yapan Herakleitos’tan bugüne onlarca filozofun katkılarıyla beslenmiştir. Ancak diyalektik materyalizmi oluştururken Marx ve Engels’in etkilendiği, öğrendiği ve de aşmak için kıyasıya eleştirdiği filozoflara ve beslendikleri doğrultuya bakarsak: Bauer’in “özgür eleştiricilik”i, Feuerbach’ın materyalizmi, Hegel’in “nesnel diyalektiği”ni sayabiliriz. Bu düşüncelerin yanı sıra Fransız Devrimi’nin ve sonrasındaki işçi ayaklanmalarının pratikte ortaya koyduğu irade-değiştirme diyalektiğiyle birlikte bilimsel buluşlar da diyalektik materyalizm kavrayışının oluşmasına katkı sağlamıştır. Yine hücrenin (canlılık, dinin parçalanması) keşfedilmesi, evrim teorisi (değişim, gelişim) ve enerji korunumu kanununun (dönüşüm, süreklilik) bulunması da bu felsefenin temellerini kuvvetlendirmiştir.
Madde sürekli değişim halindedir. Bu dönüşüm kendisine ve etrafına da dönüşüm olarak yansır. Karşıtını da içerir, kendisi sürekli değiştiği için karşıtını da değiştirir. Varlığı karşıtının varlığına bağlıdır, Karşıtını yok etmek için aynı anda kendisini yok etmesi gerekir. Ve hiçbir nesneyi, olayı, olguyu kendinde tanımlayamayız. Çünkü her şey, başka şeylerle etkileşim ve ilişki halindedir, sonuçta bir bütünün parçasıdır. Dolayısıyla bir şeyi ancak başka şeylerle ilişkisi ve tarihsel varoluşu üzerinden tanımlayabilir, bütün içerisindeki yere göre konumlandırabiliriz. 11. Tez’deki o cümleyi hatırlayalım, “Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, oysa aslolan dünyayı değiştirmektir.”[6] İşte diyalektik materyalizmi aynı zamanda bir eylem felsefesi yapan şey de budur: değiştirmek. Aynı diyalektik yaklaşımı bu değiştirme faaliyetinde de görürüz, değiştirmek isteyen özne değişmek zorundadır ve tabii ki değişmek isteyen özne aynı zamanda değiştirmek zorundadır. Bunlar peşi sıra etaplar değil, aynı anda oynanan maçlardır. Onun için 11. Tez şöyle de yazılabilir: Bir şeyi ancak dönüştürme-dönüşme pratiği içerisinde anlayabiliriz.
Diyalektik materyalizm, bugünün değişiminin ana gücü olan işçi sınıfının anlama ve eyleme felsefesidir diyebiliriz. Değiştirme eylemine büyük bir yer açtığı için bir eylem felsefesi demek de yanlış olmaz. Bir yanıyla da toplumsal gelişmenin ve tarihin motoru olan insanın olaylara ve durumlara karşı pozisyonunu ve aksiyonunu belirleyen bir kılavuzudur, bu bağlamda da devrimcilerin en büyük düşünsel silahlarından biridir. Ve diyalektik, bugünü anlamak ve değiştirmek, yeni bir bugünü inşa etmek için verilen çabanın otobüsüdür.
Yani “Diyalektik devrimin cebiridir.”
[1] Ludwig Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar, Fol Kitap, 2023
[2] Karl Marx & Friedrich Engels, Feuerbach üzerine tezler (Alman İdeolojisi içinde), Sol Yayınları, 1999, s.22,
[3] Tülin Öngen ve Kansu Yıldırım, Marx, Kapital ve ‘Kolektif Prometheus’, https://www.birgun.net/amp/makale/marx-kapital-ve-kolektif-prometheus-215526, 11.05.2018
[4] Karl Marx & Friedrich Engels, Alman ideolojisi, Sol Yayınları, 2017
[5] Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Aktaran: Hikmet Kıvılcımlı, Diyalektik Materyalizm Nedir? Nasıl Kullanılır? Ne Değildir?, Derleniş Yayınları(1999), syf. 29.
[6] Karl Marx & Friedrich Engels, Alman ideolojisi, Sol Yayınları, 2017