COP29 ve Karbon Adaletsizliği

Elli yıl önce, iklim değişikliğini tahmin etme bilimi henüz emekleme aşamasındayken, Sovyetler Birliği’nden Mihail İvanoviç Budıko, daha sonra şaşırtıcı derecede doğru olduğu ortaya çıkan bir dizi iklim tahmini yaptı. Bu tahminler Batı’da onun diğer bazı çalışmaları kadar iyi bilinmiyordu. Bunun nedeni, Budıko’nun 1990’daki bir röportajda hatırladığı gibi, o zamanki meslektaşlarının çoğunun kaçınılmaz, uzun vadeli küresel ısınma fikrini tamamen imkânsız bir şey olarak reddetmesidir. Bilimsel kurumun Budıko’nun paradigmasını kabul etmesi neredeyse 20 yıl sürdü.

Geçtiğimiz 20 yıla baktığımızda ortalama küresel sıcaklıkların, Budıko’nun tahminleriyle uyumlu olarak her on yılda bir 0,25 oC artmaya devam ettiğini görüyoruz. İleriye bakıldığında birçok farklı tahmin yapılabilir ve örneğin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) dünyanın en kötü RCP (Temsili Konsantrasyon Rotaları) senaryosunu izlemesi durumunda sıcaklık eğilimlerinin daha da kötüleşebileceğini veya vaat edilen politikalar ve gelecek teknolojilerin ekonominin yoğun bir şekilde karbondan arındırılmasını sağlaması durumunda biraz iyileşebileceğini varsayabiliriz. Ancak şu anda böyle bir geçiş için neoliberal politikaların hâkim olduğu kapitalist düzende mümkün görünmüyor. Zira zenginler sınıfı kendi lüks yaşamları için milyarlarca insandan daha fazla karbon salınımına sebep olmaya devam ediyor.

Dünya yüzey katmanının ortalama sıcaklığına ilişkin NASA gözlem verilerinin M. İ. Budıko’nun tahmini ile karşılaştırıldığı grafik

 

Budıko’nun 1970lerde 100 yıllık bir tahmin yaparak oluşturduğu bu eğri 2070’e kadar ki tahmini yüzey ısınmasını gösteriyor. 2020 yılına kadar olan NASA gözleminin verileri de maalesef Budıko’yu haklı çıkarıyor. İklim krizi, ekolojik tahribat ve karbon adaletsizliği bilimsel olarak da bu kadar açık saçık ortadayken, aspirin tedavisi bile olamayacak kapitalist yeşil dönüşüm masalları aşılamayacak bir sorun olarak karşımızda. Bu tarihsel veriler ışığında COP29’u okumak çok daha doğru olacaktır.

COP29 ve Zenginler

Bu yıl 11-22 Kasım tarihleri arasında Bakü, Azerbaycan’da gerçekleşen 29’uncu Taraflar Konferansı (COP29) öncesi yoksullukla mücadeleyi amaçlayan bir STK olan Oxfam’ın karbon adaletsizliği raporu açıklandı. Dünyanın en zengin yüzde 1’inin yüksek karbon emisyonları, açlığı, yoksulluğu ve aşırı ölümleri daha da kötüleştiriyor. Lüks yatlar, özel jetler ve kirletici endüstrilere yapılan yatırımlar nedeniyle dünyanın en zengin insanlarının tüketimi, küresel ısınmayı 1,5 oC ile sınırlamayı giderek zorlaştırıyor.

28 Ekim’de yayımlanan Oxfam raporuna göre Dünya’daki herkesin ürettiği sera gazları şayet ortalama bir milyarder ile aynı olsaydı, 1,5 oC ile sınırlama hedefi için aşılmaması gereken karbon emisyonunu iki günden daha kısa sürede gerçekleştirebileceği ifade ediliyor. Ayrıca karbon emisyonları bugünkü gibi devam ederse, 4 yıl gibi kısa bir sürede bu sınır aşılacak. 

İngiltere’deki bütçe görüşmeleri, ABD’deki başkanlık seçimleri ve Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenecek olan COP29 iklim zirvesi öncesinde, yoksullukla mücadele grubu karbon eşitsizliğini ele alarak, hükümetlere aşırı tüketimi azaltmak, temiz enerjiye geçiş için gelir elde etmek ve küresel ısınmadan en çok etkilenenlere tazminat ödemek amacıyla aşırı zenginleri vergilendirme çağrısında bulundu.

Oxfam’ın araştırması, dünyanın en zengin milyarderlerinin elli tanesinin ortalama olarak üç saatten kısa bir sürede, ortalama bir İngiliz vatandaşının tüm yaşamı boyunca ürettiğinden daha fazla karbon emisyonu ürettiğini buldu. Ortalama olarak, tek bir yılda 184 özel jet uçuşu gerçekleştiriyorlar ve havada 425 saat geçiriyorlar. Bu, dünyadaki ortalama bir insanın 300 yılda üreteceği kadar karbon üretimine denk geliyor. Lüks yatları, ortalama bir insanın 860 yılda üreteceği kadar karbon üretiyor.

Kapitalizmin iklim krizini bir maskeleme yöntemi olarak kullandığı sürdürülebilirlik ve yeşil dönüşüm safsataları kapsamında COP29’a dair yayımlanan ara raporun geneli iklim finansmanı ve geri kapitalistleşmiş ülkelerin iklim krizine yönelik atacağı adımlar ile ihtiyaç duydukları finansmanı anlatıyor. Ayrıca kömürden çıkılıp nükleerin güzellendiği raporda, bunların yanı sıra COP29’da önemli dünya liderlerinin yer almadığı ve fosil yakıt sektörünün domine ettiğini bu sebeple de ilerleyen yıllar için iklim krizinin kapitalistçe yönetiminin bile kötü bir tablo çizdiği itiraf edilmiş.

Zenginin Şatafatı Yoksulun Ölümü

Raporda ayrıca karbon eşitsizliğinin ölümcül sonuçlarına da yer veriliyor: Önümüzdeki yüzyılda, en zengin yüzde 1’in yalnızca 2015-19 yılları arasındaki tüketimlerinden kaynaklı emisyonlar nedeniyle 1,5 milyondan fazla ölüm meydana gelecek. Son 30 yıldır bu zengin kesimin tüketim emisyonlarının küresel ekonomik çıktıyı 2,9 trilyon dolar düşürdüğü ve yıllık 14,5 milyon insanın günlük kalori ihtiyacına eşdeğer ürün kayıplarına yol açtığı belirtiliyor. İklime karşı izole edilmiş, klimalı hayatlar yaşayan ve çoğunlukla küresel kuzeyde bulunan en zengin yüzde 1’lik kesim, insan nüfusunun üçte ikisini oluşturan ve çoğunlukla küresel güneydeki daha fakir ülkelerde yaşayan 5 milyar insandan daha fazla karbon kirliliğine neden oluyor.

Uluslararası hangi iklim çalışmasını incelersek inceleyelim askerî operasyonlar sebebiyle doğaya verilen tahribatı modellemek ve sayısal verisini toparlamak mümkün değil. Devletlerin sır gibi sakladıkları askerî teknolojiler sadece tükettikleri devasa fosil yakıt miktarlarıyla değil aynı zamanda neden oldukları patlamalar sebebiyle de verisi elimizde olmayan karbon salınımlarına sebep oluyor. Ormansızlaşma sadece sanayi ve tarım endüstrileri eliyle değil savaşlar sebebiyle de dünyanın dört bir yanında devam ediyor. Bu da yine benzer sır perdeleri ardında gizlendiği için ancak kaba tahminler yapmak mümkün. Kısacası elimizdeki veriler ve bilimsel çalışmalar bu bağlamıyla da iyimser kalıyor demek yanlış olmayacaktır. 

Sonuç

Kapitalizmin doğayı tahribine karşı tez olarak doğa merkezli bir sosyalist toplum modeli önerildiğinde buna karşı çıkanlar, kapitalizmi dünya kuruldu kurulalı var sanıyorlar. Toplumlar tarihine şöyle bir göz atıldığında 300 yıllık bile olmayan mevcut sermaye düzeninin her alandaki adaletsizliği sebebiyle yurdumuz olan dünyayı yaşanmaz bir yer haline getiriyor. Marks Kapital birinci cildinde artık değer üretimi üzerine geliştirdiği teoride, tarımda makineleşme sonrası köylülüğün ücretli kır işçiliğine dönüşmesini sadece halkın sermaye tarafından nasıl sömürüldüğünü anlatmıyor. Bu dönüşümün başta toprak olmak üzere doğanın sermaye düzeninin kâra endeksli çarpık üretim ilişkilerinin nasıl tahrip edildiğini de ifade ediyor. Daha 19. yüzyıl ortasında yani sanayileşmenin çok yeni olduğu bir dönemde ekolojik sorunlara göz kırpmış, doğamız için de kapitalizmin büyük bir tehlike olduğunu göstermiştir. Kapitalist sistemin ekolojik tahribatı gayet açık. En zenginlerin lüks yaşam tarzlarından ve daha da önemlisi kirletici faaliyetlerinden kaynaklanan aşırı emisyonları eşitsizliği, açlığı körüklüyor ve hayatları tehdit ediyor. Onların pervasızca kirletmesinin, kolektif geleceğimizi tehdit eden krizi körüklemesi sadece haksızlık değil, aynı zamanda ölümcül.  

Belki de gelecekte gezegeni soğutmak için stratosferde aerosollerden oluşan bir “Budıko battaniyesi” kullanmak zorunda kalabiliriz. Ancak bu tür jeomühendislik projeleri her zaman doğanın dış etkilere beklediğimizden farklı tepki vermesi riskini taşır. Radikal iklim kontrolü projelerinin daha da geliştirilmesi gerekiyor, ancak bunların uygulanması, daha basit hafifletme yöntemlerinin artık istenen sonuçları vermediği noktaya kadar ertelenmelidir. Ayrıca kapitalist sistemin devamı hâlinde iklim krizinin asla çözülemeyeceği tüm raporların sayısal verileriyle sabit. Hafifletme adına yeşil dönüşüm yalanlarının ardına sığınarak emisyonların azaltılması bir tarafa artışı bile yavaşlatılabilmiş değil. Bu nedenle, önümüzdeki on yıl, hatta yirmi yıl boyunca, atmosferik karbon dioksit konsantrasyonu ve sıcaklığındaki artıştaki mevcut eğilimlerin, tam olarak Budıko’nun 1972’de öngördüğü gibi devam etmesi büyük olasılıkla devam edecek gibi görünüyor.

Scroll to Top