Kılıçlar Çekilirken

Kara, deniz ve hava harp okulundan mezun olan subayların mezuniyet törenlerinde fiili bir durum gerçekleşti. Geçmişte birçok defa gerçekleştiği ancak 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası bir daha gerçekleşmediği ifade edilen bir fiili yemin ritüeli beraberinde birçok tartışma getirdi.

Söz konusu yemin, törenin resmi akışı bittikten ve törene katılan cumhurbaşkanı ile diğer devlet görevlileri alandan ayrıldıktan sonra fiili bir şekilde gerçekleşti. Subaylar kılıçlarını havaya kaldırarak “laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller karşısında duracaklarına kılıçlarının daima keskin ve hazır olacağına” dair ant içtiler.

Geç Gelen Tepki

Olayı takip eden günlerde iktidar kanadı olaya düşük tonda tepkiler verse de aradan geçen bir haftanın sonunda Erdoğan İmam Hatipliler Kurultayı’nda yaptığı konuşmada sertliği arttırdı:

“Malum mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıktı, kılıçlar çektiler. Bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Ordumuza zarar verecek bir durumu görmezden gelmez, gerekli adımları mutlaka atarız. Birkaç kendini bilmez evelallah temizlenecek. 30 kişi olur, 50 kişi olur, kim olursa olsun temizlenecek.”

Soruyu, “Bu kılıçları kime çekiyorsunuz?” şeklinde sorması ve olayı üzerine alınması son derece normal. Çünkü belli ki kılıcın muhataplarının başında kendisi geliyor. Kılıcın modern Türkiye ve geç Osmanlı tarihindeki yeri mühimdir. Öyle ki günümüzde devletlerin gelişen teknoloji ile aldıkları ultra modern görüntü, en ileri teknolojilerle, en gelişmiş savaş teknolojileriyle donanmaları kılıcın alegorisini düşürmüyor. Kılıcın temsil ettiği siyasi/askeri güç, modern Türkiye/Osmanlı tarihini belirleyen en önemli tarih yapıcı öğelerden birisidir.

Kılıçların çekilip söz konusu yeminin içilmesi, beraberinde yeni bir darbe tartışması getirdi. Evvela şunu söylememiz gerekir ki orduda topyekûn bir darbe süreci yok. Böyle olması için çok daha karmaşık süreçler içerisinde olmamız gerekiyor. Yine de bu kılıçlı çıkış tarihsel olarak incelemeye değer. Geçmiş bugündedir.

Töre ve Ordu

Uzun çağlar boyunca göçer üretim tarzında örgütlenen ve siyasal formasyonu buna göre şekillenen kadim Türk toplumunda silahlı güçler bu ekonomik faaliyet biçimi içerisinde özel bir önem kazanmış ve bu tarihsel olgu her çağda o çağın kendi özgünlüğüyle yeniden biçimlenmiş, şekillenmişti. Göçebe Osmanlı toplumunda da ekonomik faaliyetin bir sonucu olarak yeniden üretilen bu töre, İslam hukuku ile birlikte Osmanlı sosyal yapısını belirleyen önemli bir faktördü. Osmanlı’nın sınıfsal kompozisyonu içerisinde merkezi bir güç haline gelen ordu, modern Osmanlı döneminde de modernleşmeye öncülük edecek en önemli güç idi. İşte Kemalizm bu tarihsel gerçeklik içerisinden gelerek modern Türkiye’yi kurmuş, kapitalizme geçişi bizzat ordu kurumu öncülük etmişti.

Ne var ki bu öncülük aynı zamanda ayrıcalıklı bir siyasal konum getiriyor, ordunun siyasete şekil verme ve ayrıcalıklı konumunu sürekli pekiştirme, tehdit altında hissettiği zaman da harekete geçme reflekslerini üretiyordu.

Kurucu kadrolar askerdi ve Türk modernleşmesine çoğunluğu asker kökenli kadrolar öncülük etmişlerdi. Bu öncülüğe eşlik eden ideolojik muhteva da devletin kurucu ideolojisi olarak şekillendi.

AKP’li Yıllarda Dönüşüm

AKP’li yıllara kadar gelen darbeler tarihi bu tarihselliğin ürünüydü. AKP uluslararasılaşmış sermayenin neoliberal ihtiyaçları çerçevesinde devlet mimarisinde kimi değişikliklere ihtiyaç duymasının ardından kullanılan koçbaşı idi. Bugüne dek ayrıcalıklı konumunu korumak için darbeler düzenleyen, muhtıralar yayınlayan ordu kurumunun bu özel konumu, AKP/Cemaat koalisyonuyla bitirilmeye, ordu ehlileştirilmeye çalışılmıştı. Bu, büyük oranda başarıldı. Sonrasındaki hikâyeyi hepimiz biliyoruz. AKP-Cemaat koalisyonunun çatlamasının ardından oluşan devlet krizi ve yeni koalisyonların ortaya çıkışı…

2016 sonrası Kemalist klikler Erdoğan’ın zayıflayan konumundan hareketle Erdoğan’ı koalisyon masasına oturtmuş ve kimi tavizler koparmışlar ama kendileri de birçok taviz vermek zorunda kalmışlardı. Günümüze kadar süren bu özgün koalisyon işte son olarak kılıçlı yemin olayında yaşandığı gibi kendi özgünlüklerini yaratıyor. Bu özgünlük darbe yapmaya siyasal ve iktisadi olarak gücü yetmeyen, ama varlığını ve tarihsel konumunu sürekli hatırlatmak zorunda kalan ordu merkezli Kemalist kliklerin zaman zaman ortaya çıkan (mesela Amiraller Bildirisi) ifade biçimleriyle kendilerini ortaya koyuyor. Öyle ya, Allah’ın bir lütfu olan 15 Temmuz’un yarattığı fırsatlar ordunun geleneklerine, kendisini yeniden üretme kapasitesine darbeler indirmesi için bulunmaz fırsatlar sundu. Askeri okullar kapatıldı, Milli Savunma Üniversitesi kuruldu ve başına Erhan Afyoncu gibi karikatür bir figür atandı. Ordunun el değiştirmesi amaçlanıyordu.

Kılıçların Çekilmesi Ne Getirecek?

Şimdi iktidar olmaktan uzak olan bu çıkışın bir önemi var mı acaba? Elbette var. Şu ana kadar aktardığımız özetin özeti olan süreç birçok krizden, dünyanın içerisinde bulunduğu siyasal atmosferden soyutlanarak aktarıldı.

Tablonun geneline bakacak olursak Türkiye’deki kurucu unsur olan ordunun içerisinde klikleşmenin iyice belirginleştiği bir kez daha tescillendi. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz.” sloganı bir toplanma alanı yaratıyor ve her ne kadar bu toplanma alanı iktidar olmasa da ülkenin kurucu kodlarında yer aldığı için dağılmıyor da. Şimdi bu toplanma alanı ile bunun karşısında İslami referanslarla yer alan toplanma alanının mücadelesi yakın gelecekteki olayları belirlemeye devam edecek, bu sancı sürecek.

İkinci olarak; teğmenler hakkında bir soruşturma açıldığı bilgisinin basına yansımasının ardından Erdoğan’ın bu unsurları ordudan temizleyeceğini açıklaması ve böyle bir şeye girişmesi sürecin en kritik noktası olacaktır. Olası bir ihraç/cezalandırma ordu içindeki bu genç subayları daha fazla kahramanlaştıracak. Bu durum kılıç çıkışının etkisini arttıracaktır.

Hatırlanacağı gibi Erdoğan Amiraller Bildirisi sürecinde düşük tonda tepki vermeyi kabul etmek zorunda kalmıştı. Ama krizlerin tahrik edici gücü onu bu sefer daha fazla hata yapmaya zorluyor. Belki de ihraç etmek hata değil zorunluluktur. Çünkü olayları sineye çekmek de Erdoğan’ın Kemalist muarızlarına moral gücü verecektir.

Görünüşe göre olası bir cezalandırma süreci olayları büyütecek, Erdoğan öncülüğündeki koalisyonun bir türlü kuramadığı tam hegemonya bir başka hegemonya alanıyla daha fazla baskılanacak. Ekonomik krizin devasa yıkıcı etkileri de düşünülünce Erdoğan’ı zor günlerin beklediğini söylemek güç değil.

Karşılıklı didişme sürecinden halka daha fazla ızdırap dışında bir şey düşmeyeceğini anlamak içinse kâhin olmaya gerek yok.

Scroll to Top