El Yazmaları’nın notu: Yasama yılının son günlerinde alelacele komisyona ve ardından meclise getirilerek yasalaşan 5119 Sayılı Kanun’da değişiklik öngören kanun teklifinin daha mürekkebi kurumadan art arda toplu köpek katliamları haberleri ile karşılaştık. Yasanın niteliğini ve son zamanlarda ardı arkası kesilmeyen toplu köpek katliamlarını Toplumsal Özgürlük Partisi Sözcüler Kurulu üyesi ve DEM Parti Mersin Milletvekili aynı zamanda site yazarımız Perihan Koca ile konuştuk.
5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda değişiklik öngören yasa teklifi geniş bir itiraza rağmen alelacele ve üstelik yasama yılı uzatılarak geçirildi. İktidarın bu acelesinin sebebi neydi? Bu yasa teklifini geçirmek için niçin bu kadar acele ettiler?
Sorduğunuz soruyu aynı zamanda “Neden bu katliam yasasına ihtiyaç duyuldu?” sorusunun cevabı ile birlikte düşünmek gerekiyor, kanaatindeyim. Hatırlarsanız; Türk Psikologlar Derneği, geçtiğimiz günlerde, 8 Ağustos gecesi hayvanseverler ve hayvan hakları savunucularının Ankara Altındağ Belediyesi’ne ait arazideki ölüm çukurlarında poşetlerin içinde öldürülmüş halde bulunan 11 köpeğin vahşet görüntüleri ardına bir açıklama yaptı ve dedi ki: ‘‘(…)ülkemizde gerçekleşen hayvan katliamı görüntüleri, hepimizde derin travmatik etkiler yaratmıştır.(…) Psikologlar olarak uyarıyoruz, bu yasa, şiddete eğilimli kişilerin cesaretlenmesine zemin hazırlamaktadır. Bu olay, daha da korkunç şiddet olaylarının habercisi olabilir. Yasayı iptal edin, dün gece yaşananlar, ülkemizi başta çocuklar olmak üzere hepimiz için tehlikeli bir yer haline getirdi.(…)Şiddetsiz bir toplumda yaşamak herkesin hakkıdır.” Tam da psikologların uyardığı ve defaatle yasama faaliyeti sürecinde de ifade ettikleri şey, aslında iktidarın acelesinin sebebini çok açık ve net bir şekilde gösteriyor.
İktidar ayakta kalabilmek için faşist rejimi kurumsallaştırmak istiyor. Bunun için de faşizmi gündelik yaşamda toplumsallaştırma gayreti içinde. İhtiyaç duyduğu toplumsal iklimi an be an örgütlüyor. Bizzat örgütlediği toplumsal iklimin örüntülerini, toplumsal öfke ve hıncın gündelik yaşamda açığa çıkaracağı sonuçların küçük fragmanlarını yaşıyoruz biz şu an sadece. AKP’nin “Türkiye yüzyılı vizyonu” dedikleri şey sadece bir seçim propaganda söylemi değil, siyasi iktidarın yürüdüğü rejimin inşasında açılmış bir parantez. O parantez rejimin inşası için gerek duyulan aparatlarla doldurulmak isteniyor. Bundandır ki, şu an çoklu kriz olarak tarif edebileceğimiz ekonomik-siyasal-toplumsal krizin kitlelerde yaratmış olduğu öfkeyi kendilerinden gayri başka odaklara kanalize edecek muazzam bir algı operasyonuyla ülkeyi yönetilebilir kılma stratejisi içindeler.
Yasa görüşmeleri sırasında meclis kürsüsünde Adorno’nun bir sözüne atıfta bulunmuştum. Burada da ifade edeyim. “Auschwitz, birisi bir mezbahaya bakıp, ‘ama onlar hayvan’ diye düşündüğünde başlar” diyor Adorno…. İşte şimdi biz tam da o eşikteyiz. Faşizmi kurumsallaştırmak için önce ölümü kurumsallaştırmaya, gündelik yaşamda şiddeti olağanlaştırıp gündelik olanın sıradan bir parçası haline getirmeye çalışıyorlar. Topluma büyük travma dalgaları ile şok yükleniyor. Kitleler travmatize edilerek şok tedavisi ile aşılanıyor.
Daha yasanın mürekkebi kurumadan yaşananlar bunun kanıtı. Niğde’de Altındağ’da yani aslında ilkin AKP Belediyeleri başta olmak üzere yurdun dört bir yanında şiddet, istismar, ölüm, cinayet ülkenin normali haline getiriliyor. Yasama faaliyetini de buna içkin olarak tümüyle devlet şiddetiyle yürüttüler. Yasama organını felç edip darbe pratikleri ile yasayı geçirdiler. Çünkü artık göründüklerinin aksine güçlü değiller, muktedir hiç değiller. Toplumsal rıza üretemedikleri gibi, meşruiyetleri de sorgulanır vaziyette. O yüzden de siyasal alanda da toplumsal alanda da devlet şiddetiyle yürütüyorlar gemilerini. Bu yasama faaliyetinde baştan sonra izledikleri yol bunun kanıtı.
Aceleye getirmek tercih değil zorunluluktur bir bakıma. Çünkü bizim anlam veremediğimiz acelecilik ve ısrarın onlar açısından zorunlulukları var. Onların evreninde bu yasal değişiklik hedefe ilerlemek konusunda zorunlu ve acil bir adım. Vahşeti, şiddeti, sadizmi gündelikleştirmek için bu zorunlu.
Yasa değişikliği yürürlüğe girmeden önce de sokak hayvanlarına karşı sistematik bir şekilde suç işlendiğine, birçok toplu köpek katliamına, işkence edilmiş, uzuvları kesilmiş hayvan haberlerine denk geliyorduk. Yasanın çıkışının ardından üst üste iki belediyenin toplu olarak köpek katlettiği hayvan hakları mücadelesi yürüten kesimler tarafından ortaya çıkarıldı. Önce Niğde’de ardından da Altındağ’da yaşananlar yeni bir şeye mi işaret ediyor?
AKP’nin her kritik dönemeçte lafzını açtığı kimi kavramlar vardır. ‘‘Normalleşme’’ kavramı bunlardan biri. Şu an rejimin normalleşme sürecinin kapıları açıldı. Yaşananlara bakılırsa bugün; o kavram cehennemin kapılarının açılması ile eşdeğer. O yüzden, evet, yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte AKP’nin faşist rejime statü kazandırma yürüyüşünde ‘‘normalleşme’’ sürecinin kapıları açılmış vaziyette. Altındağ’da açığa çıkan görüntüler patileri, kafaları kesilmiş, bağırsakları ortalığa saçılmış, ağır bıçak darbeleri ile işkenceyle öldürülmüş köpek cesetleri görüntüsü… Bu ölüm sergisini Edirne Uzunköprü Belediyesi’nin çöplüğüne poşetlere sıkıştırılıp atılmış 15 köpek cesedi, Manisa Salihli’de Muzaffer Şen isimli şahsın yavru kedileri paspas sopasıyla vahşice darp ederek öldürmesi, Silivri’de zehirlenerek öldürülen köpekler, Kocaeli Belediyesi’ne ait aracın yolda yatan bir sokak köpeğini acımasızca ezerek öldürmesi izliyor.
Bu ölüm sergisi sadece bizim bilebildiklerimizden oluşuyor…. Kim bilir, kayda geçmeyen, bilinmeyen daha nice hayvan cinayeti vardır… Hiç kimse yaşanan bu cinayetlerin psikopat, hasta, sapık şahısların normal dışı davranışları olarak açıklayamaz…Ülkeyi çok bilinçli politikalarla koca bir cinayet mahalline çevirdiler… Sadistçe işlenen hayvan cinayetlerini, artık gündelikleşen kadın cinayetleri, Kürtlere yönelik sistematikleşen zulüm, doğanın sermaye ve iktidar eliyle yıkımı ve emekçilerin gün be gün sürüklendiği sefalet düzeni ile birlikte düşündüğümüzde iktidarın izlediği güzergah daha iyi anlaşılıyor.
Birincisi yaşananlar yeni değildir, alışkın olduğumuz şiddet dünyasının veçheleridir. İşçi ve kadın cinayetlerinin, gündelik şiddetin türlü biçimlerinin, gündelik yaşamın akışında sürekli ortaya çıkan ve kaza olarak nitelendirilen ama her biri ayrı bir ihmalin ve/veya neoliberal uygulamanın sonucunda zaten ölüm sokaklarda kol geziyor. Sokaklarda gezen ölüm AKP/MHP’nin yaratmakta olduğu rejim açısından bu rejim altında yaşayan biz ölümlülerin yabancısı olduğu bir şey değil. Bu ölümler bütünlüklü olarak ele alınmalıdır. Örneğin İzmir’de elektrik akımına kapılarak ölen yurttaşlarımızla maden göçüğünde ölen işçilerin, İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilinmesiyle iyice artan kadın cinayetlerinde katledilen kadınlarla Niğde’de uzuvları kesik bir şekilde gömülen köpeklerin kaderi birdir. Hepimiz neoliberal kapitalist dünyanın içerisinde bulunduğu krizlerin cinayetleriyle ölmekteyiz. Hepimiz neoliberal kapitalist dünyanın kendisini yeniden ve yeniden üretebilmesi için çığırından çıkarak iyice canavarlaştırdığı hükümranların yani kapitalistlerin, yani fail erkeklerin, yani hayvan düşmanlarının, ırkçıların hedefiyiz. Yasayla birlikte bu bağın daha da güçlü hissedildiği kanısındayım.
Ama ikincisi yaşananlar bir bakıma yenidir. Toplu köpek mezarlığı bu ülkede çok az kişinin bildiği bir olguydu. Üstelik bu çok az kişi yıllardır haykırıyordu ve ama sesleri çok az duyuluyordu. Artık hemen yasanın ardından çok daha fazla köpek katliamı yapılmaya başlandı ve bu katliamlar o kadar çoktu ve o kadar vahşiydi ki kimsenin üzerlerini örtme gücü yoktu. Sokakta gezen canları hedefine almış ve arkasına yasal dayanak almış bir katliamcı akıl var. Bu katliamcı aklın ülkenin dört bir yanında tetikçileri türedi. Aslında türetildi. Bu yaygınlık ve bu örgütlülük daha önce olmamış bir düzeye geldi. Bu bakımdan da yeni bir şeyle karşı karşıyayız.
Altındağ’da ve Niğde’deki köpek katliamında öne çıkan şey “Toplu köpek mezarlığı” oldu. Toplu köpek mezarlığı bize ne söylüyor?
Toplu köpek mezarlarına bakınca toplu katliam yapan odak kendisini son derece dehşet verici bir şekilde hatırlatır. Toplu köpek mezarlığına bakınca her gün ölmemek için bin bir türlü mücadele vermek isteyen herkes kendinden bir şey görür. O toplu mezarda bugün köpekler yatmaktadır, ama başka ıssız bir yerde, kimseye sesini duyuramayacağınız bir yerde, dağ başında, kentin çok dışında kader ortaklarınızla birlikte yatma ihtimalinizin hiç de az olmadığını hatırlarsınız. Zavallı köpeklere acımakla, merhamet etmekle, onları koruyamamanın verdiği vicdan azabıyla kalmaz olay. Ölümün herkes için kol gezdiğini görürsünüz. Toplu mezarlar tüm toplumsal kesimlere yönelik bir tehdittir.
Başından beri bu yasa değişikliğine karşı muhalefetin içerisinde oldunuz. Birçok hayvan hakları savunucusu ile birlikte çalıştınız. Yasa meclisten geçti ancak bu koşullarda uygulanmasının mümkün olmaması bir yana toplumda daha yüksek düzeyde infial yaratacağı anlaşılıyor. Bu noktadan sonra hayvan hakları savunucularının genel olarak talepleri ve çözüm önerileri ne olabilir?
Yasa meclisten geçerek yasalaştı diye elimizi kolumuzu bağlayıp oturmayacağız. Mücadele sürecek. Hayvanları gerçekten korumakla yükümlü bir yasa zorunlu bir ihtiyaç. Bu ihtiyacı karşılamak için çalışmaya devam edeceğiz. Buradan yasayla birlikte moral bozukluğu yaşayan tüm kesimlere başta da başından beri yasayı engellemeye çalışan hayvan hakları savunucularına seslenmek istiyorum. Mücadele uzun solukludur, sabır gerektirir. Ama en önemlisi örgütlü güç gerektirir.
Bu kritik dönemeçte; ne yapmalı sorusu tayin edici bir mana taşıyor. Halk başından beri bu katliam yasasını sokakta veto ediyor. Ama şimdi bu vetoyu örgütlü bir güce dönüştürmekle, “Yasa meclisten geçti ama sokaktan geçemeyecek’’ şiarını yerellerde örgütlemekle yükümlüyüz. Bunu yapabildiğimiz oranda yaşam hakkı mücadelemizi somut bir yaptırım gücüne dönüştürebiliriz. Üstelik bu mücadele sadece sokak hayvanlarını yaşatmak manasına gelmeyecek, yaşamak ve yaşatmak adına yeni dönemi belirleyecek.
İhtiyaç olan örgütlülüğü sağlayana, sokağın gücüyle yazılacak bir yasayı yapana, tüm canlılara özgürce yaşayacakları bir dünyayı kurana kadar mücadelemize devam edeceğiz.