Bölgesel Savaş Olasılığı

İkinci Dünya Savaşı sonrası özellikle Soğuk Savaş döneminde ABD’nin hegemonya mantığının önemli sayılabilecek bir boyutu, küresel çapta güç dengelerinin çok da oynayamayacağı, bunun çok riskli olduğu şeklindeydi. Dengelerdeki bir kırılma SSCB’ye yarayacak ve hegemonya tesisi sekteye uğrayacaktı.

Askeri ilhaklar ve emperyalist müdahaleler bu bağlamıyla çok titiz örgütlenmeliydi. Denge siyaseti şarttı. Askeri faaliyetler bir yere kadar ancak götürülmeli ondan sonra mutabakat veya anlaşmaya varılmalıydı. Anlaşmaların elbette ki Batı müttefiklerinden taraf olacağı ama ilhak edilen yerlere de küçük tavizler vererek denge kurulacağı gibi bir yönelim tarihte epey mevcuttur.

Bugün Soğuk Savaş ve sosyalist bir tehdit yok evet ama Çin ve Rusya’nın rahatsız edici yükselişleri ABD’nin mutlak güç olmasını yine de tehdit etmektedir. Hegemonya boşluğu bugün de dengeler siyasetini ve klasik hegemonya mantığını dayatmaktadır. Aksi halde Afrika ülkeleri ve özellikle de Orta Doğu ülkeleri Çin ile müttefik olma yoluna girmektedir. Ayrıca bu boşluktan yararlanan devlet olmayan örgütler devlet gibi davranabilmektedirler.Hegemonya krizinin yarattığı bir sonuç olarak bugün bölgesel inisiyatifler de güç kazanmaktadırlar. Bu durum hiçbir gücün her yeri yönetebilecek güce sahip olamadığı anlamına da geliyor. Hiyerarşiler ve kurallar geçersizleşiyor, riskli hamlelerin önü açılıyor. ABD’nin müdahalesi dengeleri gözetmek olsa da bölgesel inisiyatifler “kuralsızlık” siyasetini pusula belleyebiliyor.

Soğuk Savaş’ta ABD açısından ele geçirilmesi gereken Orta Doğu, bugün de küreselleşmeye entegre edilmesi gereken bölge olarak görülüyor. Artık şu açıktır, ABD emperyalizmi yıllardır Orta Doğu’yu insansızlaştırmanın davasını güdüyor, beynelminel sermaye için bir kan gölü yaratmaya çabalıyor. Bugün bunun aktüel hali Filistin genositidir.

***

Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’nin Tahran’da ve Hizbullah’ın önemli isimlerinden Fuad Şükür’ün Beyrut’ta suikastı ve bunların ardında yaşanan gelişmeler savaşın yeni bir eşiğe geldiğini gösteriyor.

Sanıyorum ilk vurgulanması gereken şey, Haniye’nin sürekli yaşadığı Doha’da değil de Tahran’da öldürülmesi, İran’ın savaşın içerisine çekilmeye çalışılmasıdır. Güdümlü füze aynı zamanda İran’ın itibarına atılmıştır. Bu şekilde hem İran devletinin Orta Doğu’da iş tuttuğu Filistin yanlısı devlet ve örgütlere göz dağı verilmiş hem Hamas’ın önemli şeflerinden biri öldürülmüştür.

İsrail iç politikası, Bakanlar Kurulu içerisinden ve ordu içerisinden olmak üzere tasfiye dalgasıyla savrulurken, Başbakan Natanyahu’nun sadece İsrail’in değil kendi kişisel çıkarlarını da dayattığı kimi durumlar göze çarpıyor. Görülüyor ki Netanyahu, sürekli bir savaş hali kurarak kendi siyasal kariyerini devam ettirmeyi de bir hedef olarak belirlemiştir. ABD’nin Kasım seçimlerine kadar süreci diri tutmak gibi bir yönelim de izlemektedir.

Reisi’nin helikopter kazasında ölümü sonrası seçimlere giden İran, Temmuz’un ilk haftasında seçim maratonunu sonlandırmış, reformcu aday Pezeşkiyan’ı Cumhurbaşkanı olarak seçmişti. Pezeşkiyan’ın bir seçim mühendisliği ile seçildiği açıktır. İç ve dış politikada dengeleri gözetecek, Batı ile başta nükleer müzakereler olmak üzere diyalogları sürdürecek bunları yaparken de Rusya ve Çin hattıyla ticari ilişkileri geliştirecek bir adayın seçilmesi Pezeşkiyan’ın Cumhurbaşkanlığına işaret etmişti. Nitekim seçim sonrası da dış politikada fevri tavır bu bağlamıyla da pek mümkün değildir.

Suikastlar sonrası Pezeşkiyan’ın her ne kadar dışarıya yanıtı saldırıların karşılıksız kalmayacağı şeklinde olsa da bu söylemin çok da karşılığının olmadığını görmek lazım. İran’ın Rusya ve Çin’in soğukkanlı kalınmalı şeklindeki uyarılarının dışına çıkamayacağı da söylenebilir.

***

İsrail’in Hizbullah komutanlarından Talip Sami Abdullah’ı öldürmesi sonrasında çok daha kapsamlı bir cephe haline gelen Lübnan’ın güney bölgesi ve İsrail’in kuzey bölgesi savaşta diri halini koruyor. Nasrallah’ın geçtiğimiz Haziran ayında Güney Kıbrıs’ı İsrail Savunma Kuvvetleri’ne ait hava unsurlarının ve Batı üslerinin orada bulunduğu gerekçesiyle saldırı ile tehdit ettiğini biliyoruz.

Bu üsler İngiltere’ye ve Yunanistan’a ait üsler. İngiltere’ye ait iki üs, Akrotiri ve Dikelya, teknik güçlendirildiği ve binlerce askerin daha yerleştirildiği bir süreçten geçiyor. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Lübnan’daki, İsrail’deki ve Güney Kıbrıs’taki İngiliz vatandaşlarına bulundukları ülkeyi terk etmeleri çağrılarında bulunuyor.

Bu cephenin Güney Kıbrıs ve İngiltere’nin dahil olmasıyla daha da büyümesi sadece bu ülkelerle sınırlı kalmayacağı anlamına gelir. Yunanistan’a ait üsler de Kıbrıs’ta bulunmaktadır. Bu cephenin Yunanistan ve İngiltere’nin katılımı ile güçlenmesi İran’ın müdahale etme olasılığını da güçlendirir. Bu olası durum Suriye’yi de içine çeker.

Lübnan ve İsrail cephesinin varlığı, İran devletinin devletler arası ilişkileri bakış açısıyla “Direniş Ekseni” denilen, Yemen Husileri’ni kapsayan, Lübnan Hizbullah’ını kapsayan, Irak’ta kimi direniş hareketlerini kapsayan bir birlikte hareketin diri kalacağı demektir. İran burada Arap Birliği içerisinde diplomatik ilişkileri yöneten pozisyonundadır ve bu ona diplomasi ile birlikte meşruiyet katmaktadır.

***

Hamas Siyasi Büro Şefi Haniye’nin ölümü sonrası onun yerine askeri kanattan Yahya Sinvar seçildi. Sinvar seçilebilecek radikal isimlerin başında gelen isimdi. Yirmi üç sene hapis yatan ve Han Yunus’lu bir savaşçı.

Türkiye ve Katar ateşkes için arabuluculuk peşindeydi. Hesap şuydu: ordusu olmayan Mahmud Abbas’lı Filistin Yönetimi ile birlikte Hamas ve Filistin İslami Cihad’ını kapsayan üç aktörü, Hamas da törpülenerek, ılımlı bir çizgiye çekerek kendi arabuluculuklarında ateşkese ikna etmek.Hamas’ın İsrail’i tanıyıp iki devletli çözüme çekerek ve onu dönüştürerek İsrail devletinin çıkarlarına uyumlu hale getirmek.

Bu hesabın gerçekleşmesi zaten olası değilken Sinvar’ın şefliği bunu neredeyse imkansız hale getirmiştir. Sinvar direnişin diri kalması taraftarı olacaktır.

***

Sonuç olarak “kuralsızlık” hali eskiden pek de mümkün olmayan şeylerin artık mümkün olmasına olanak sağlamaktadır. Riskli hamlelerin önünün açılması ve kuralsızlık, dengeleri hassas bir zemine çekmektedir. Bu hassas zeminde savaş hali her an daha büyük çapta cepheleşmeye neden olabilecektir.

Direniş Ekseni’nin birlikte saldırı olasılığı gerçekleşmesi durumunda eğer Hayfa ve Tel Aviv hedef alınırsa İsrail’in karşılık vermesi daha kapsamlı olur. Bu durumda savaş kapasitesini arttırmış olur.

İran’ın savaşa girmesi demek Türkiye ve Azerbaycan’ın, Orta Doğu’da birer Batı karakolu olarak, İran topraklarına müdahale başta olmak üzere, savaşa dahil olmaları gerekebilir. Bunun yanında bu İran topraklarının birer savaş bölgesi olması Kürtlerin de oraya müdahalesinin önünü açacaktır.

İran ve İsrail arasında kara sınırları yoktur. İki ülkenin birbirine kara hareketi başlatabilmesi demek iki ülke arasında olan Irak, Suriye, Ürdün başta olmak üzere savaşın içerisinde olması demek. Bu olasılık demek zaten bölgesel savaş demektir ve böyle bir durum şimdilik söz konusu değildir.

İran devletinin yakın dönem politikasına bakılacak olursa iç ve dış politikada denge ve soğukkanlılık epey önemlidir. Bu soğukkanlı tutum olası bir İran-İsrail cephesinin açılmasına engeldir. Fakat şunu da sormak lazım İran daha kaç itibar suikastına dayanabilir ki? Bu cevapsızlık hali bu kural tanımaz suikastların İran devleti yetkililerine kadar genişlemeyeceği ne malumdur?

Lübnan-İsrail cephesinde Güney Kıbrıs gerilimi mevcut cepheyi genişletme potansiyeli ile yüklüdür. İngiltere başta olmak üzere gerilimi tırmandırmaktadır. Daha da ileriye gidilmesi, mevcut hassas zemin de göz önünde bulundurulursa, bu cepheyi genişletecektir. Şunu da hatırlatmada fayda var, Lübnan kendi iç gerilimleri kendine yetecek bir ülkedir ve sınırlı durmak zorunda olduğu gerçeklik hala kendisini sürdürmektedir.

Türkiye ve Katar’ın arabuluculuk üstlenmesi Sinvar’ın seçilmesi ile çok daha imkansız hale gelmiştir. Direniş ve diplomasi hala Direniş Ekseni etrafında şekillenmektedir.

Son olarak kapsamlı bir savaş olduğu zaten açıktır. Fakat savaşın biçimi önceki savaşlara benzememektedir. Yeni durum daha çok fiziki bir yenmenin ötesinde sürekli hale gelip karşı tarafı yıpratmaya indekslidir. Bölgesel savaş hepimizin anladığı tanımıyla henüz görünmüyor ama “kuralsızlık” her an iplerin kopacağı bir zemin yaratıyor.

Scroll to Top