Cosimo Pica
Marine Le Pen’in Ulusal Birlik partisinin haziran başında gerçekleşen Avrupa seçimlerindeki başarısı, Fransız siyasetinde bir deprem etkisi yarattı. Bir aşırı sağ partinin öne geçmesi ve diğer siyasi partilere, özellikle Cumhurbaşkanı Macron’un siyasi hareketine, açık ara fark atması, Macron’un sürpriz bir kararla parlamentoyu feshetmesine ve seçimlere gitme çağrısına neden oldu. Bu karar iki temel sorunu tartışmanın merkezine çekmiş oldu: aşırı sağın (Macroncu tarafın iş birliği ile) yükselmesi ve Macron’un tepeden inme ve otoriter yönetimi.
Fransa’da Aşırı Sağın Normalleştirilmesi
Gaullist olmayan bir sağcının, açıkça neofaşist bir siyasi hareketin liderinin, ilk kez 2002 cumhurbaşkanı seçimlerinde ikinci tura kalmasının üzerinden 20 yıldan uzun bir süre geçti. Bu durum büyük bir sansasyona neden oldu ve kitlesel bir seferberliği tetikledi, böylece cumhuriyetçi cephenin oluşmasına ve mevcut Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın yüzde 80’den fazla oy ile kazanmasına yol açtı.
Son 22 yılı gözden geçiremeyeceğimiz için, ulusal ve uluslararası ölçekte önemli olaylarla ele aldığımız bu kıyaslama aşırı sağın ülkedeki rolünün dikkate değer değişimini ve önemini anlamamızı sağlayacaktır. Sırasıyla Cumhuriyetçi sağı ve Sosyalist partiyi temsil eden, karmaşık ve heves kırıcı Sarkozy ve Hollande başkanlıkları, Fransız siyasetinin merkezinde olan bu iki tarihsel partinin yakın dönemde gittikçe gerilemesine neden oldu.
2017 cumhurbaşkanlığı seçimi önemli bir dönüm noktasıdır. İlkinden neredeyse 20 yıl sonra dikkate değer fark, bu defa meydan okuyanın mevcut cumhurbaşkanı ya da Gaullist sağın, hatta sosyalistlerin temsilcisi değil, sosyalist partiden çıkıp, başını (hâlâ) çektiği, yeni bir siyasi yapı oluşturan genç bir merkezci yeni yetmenin olmasıdır. Ulusal Cephe partisinin tekrardan seçim pusulalarına girmesi, Fransız toplumunda büyük bir tepkiye neden oldu ve aşırı sağa karşı cumhuriyetçi bir blok çağrısı doğdu, böylece Macron’un Elysée’ye ilk kez seçilmesinin yolu açıldı. Fakat iki adayın arasındaki fark 2002’deki kadar büyük değildi; Ulusal Cephe neredeyse 10 milyon ile yeni bir eşik atlamıştı. Böylece Marine Le Pen’in liderliği babasının gölgesinden kurtuluyor ve hem seçmenlerin gözünde hem de medyada daha fazla itibar ve meşruiyet kazanıyordu. 2018 yılında tarihi Ulusal Cephe ismini terk edip Ulusal Birlik ismini benimseme adımı, birkaç yıl içerisinde Fransa’daki aşırı sağ partinin büyük bir normalleştirilme sürecine girdiği ve Haziran 2024’teki Avrupa seçimlerinde oy oranı bakımından ilk sıradaki siyasi güç haline geldiği yeni bir aşamanın başlangıcı oldu.
Ulusal Birliğin (RN’nin) neden büyüdüğünü anlamak için, Fransız sosyal devlet modelinin kademeli olarak artan krizini ve geleneksel partilerin seçmenlerin büyük bir kısmında konsensüs kaybını ve işçi sınıfının ya seçimlere katılmaması ya da “ırksal” kökenlerine bağlı olarak, sağcı ya da solcu radikal partilere oy verdiğini göz önünde bulundurmak gerekir. RN ülke çapındaki geniş destek tabanına rağmen, özellikle sağın tarihsel olarak güçlü olduğu güney ve kuzeydoğu bölgelerinde geleneksel olarak sahip olduğu yerelleşmesini korumaktadır. Bu destek genellikle banliyö veya kırsal alanlarda oldukça güçlü olmakla beraber, özellikle son yıllarda, giderek artan bir şekilde, banliyölerde toplumsal gerileme yaşayan beyaz nüfus için bir referans noktası olarak kendini tesis etmektedir. Beyaz Fransızların ihtiyaçlarını öne çıkaran ‘ulusal tercih’ söylemi, bu kesim için ırkçı ve göçmen karşıtı çağrışımlar taşımaktadır. Aynı zamanda, Bolloré’nin CNews’i gibi medya kuruluşlarının da RN’yi desteklemesi RN’nin daha muhafazakâr grupların etkin üyeleriyle iletişim kurma kabiliyetlerini göstermektedir. Bu destek, Le Pen’in neofaşistlerini normalleştirmede önemli bir rol oynayarak, onları neoliberal düşünce ve politikalarla uyumlu bir güç olarak göstermiştir. Le Pen’in yükselişi, küçük suçlara, özellikle banliyölerdeki ırksallaştırılmış gençlerin suçlarına karşı sert tutum, beyaz Fransızlara yönelik ulusal tercih, göçmenlere karşı düşmanlık ve neoliberal politikalarla uyumluluk gibi bir söylem karışımıyla pekiştirilmiştir. Ancak, Macron’un da bu duruma katkısını kabul etmeliyiz; onun halk düşmanı politikaları, göz boyama, otoriter yönetimi ve halk kesimlerine ve kitle örgütlerine yönelik saldırıları, son yıllarda Fransa’da kamusal söylemin ve sağduyunun sağa kaymasına önemli katkılarda bulunmuştur.
Aşırı Sağın Yükselişinde Macron’un Politikalarının ve Otoriterliğinin Katkısı
RN’nin başarısız olmasında, olağanüstü antifaşist mobilizasyon ve Fransız seçim sisteminin, en fazla oyu alanları değil, iki turda en çok seçim bölgesini kazananları ödüllendirmesi etkili olmuştur. Aynı zamanda, Macron’un yedi yıllık iktidarı, Fransa’da aşırı sağın yükselmesini körüklemiştir. Macron’un başkanlığı, Fransa’daki kamu sistemi ve sosyal hizmetlerin kalıntılarını tamamen ortadan kaldırmayı amaçlayan agresif bir neoliberal programla bezeli olarak devleti ve kamu sektörünü cumhuriyetin önemli bileşenleri olarak gören Fransız modelini tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.
Macron, Elysee’de göreve başladığından bu yana, artan durgunluk ve ekonomik krizle birlikte, taban karşıtı politikaları, 2017 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce bile Fransa’da büyümekte olan toplumsal çalkantının ortasında birçok grev ve mobilizasyonu tetiklemiştir. Pek çok örnek arasında, son yıllarda Fransız siyasetini şekillendiren iki hareket öne çıkmaktadır: sarı yelekliler hareketi ve emeklilik reformuna karşı muhalefet. Bu iki toplumsal hareket ilginç bir tartışma konusu, çünkü teorik olarak, zamanla Macron’a karşı ortak bir düşmanlık geliştiren farklı nüfus kesimlerini temsil etmektedirler. Sarı yelekliler, en azından embriyo halinde, kırsal ve banliyö bölgelerinin, serbest meslek sahiplerinin ve giderek çeşitlenen ve parçalanan iş dünyasının temsilcilerini ifade ederken; emeklilik reformuna karşı hareket, kamu sektörü çalışanlarının temellerine dayanıyordu. Ancak, bu iki hareket, karşılık geldikleri sosyal bloklarının sınırlarını aşarak, ülke genelinde hızla yayıldı ve taban karşıtı ve neoliberal politikalara öfkeli herkesi kapsamış oldu. Her iki durumda da hükümetin otoriter yönetimi tüm acımasızlığıyla kendini gösterdi. Sarı Yelekliler protestoları sırasında, çatışmalar ve polis şiddetinin neden olduğu ölümler, yüzlerce yaralanma ve tutuklama ile sonuçlanarak, Fransız polis güçlerinin sokak gösterilerini yönetiminde önemli bir dönüm noktası oldu. Baskı, aylarca sokaklara çıkan ve ülkenin stratejik sektörlerini, rafinerilerden limanlara, okullar ve üniversitelere kadar bloke eden emeklilik reformuna karşı hareketi de etkiledi. Hükümet ve hükümet yanlısı medya, kamu düzenini sadece otoriter bir şekilde zapt etmekle kalmadı, aynı zamanda işçileri, özellikle de kamu çalışanlarını, sendikaları ve reforma karşı çıkan solcu sivil toplum kuruluşlarını hedef alan bir anlatı oluşturdu. Hükümetin toplumsal talepleri dinlemeye isteksiz oluşu ve sendikalar ve muhalefete karşı başlattığı sert saldırılar, reformun parlamentoyu pas geçerek onaylanması için Anayasa’nın 49.3. Maddesi’ne başvurulmasına yol açtı.
Bu otoriter ve küçümseyici tutum, bu iki yasama dönemi boyunca sürdürüldü ve erken seçim çağrısına kadar büyüdü ve bu durum, sadece kamuoyunu değil, Fransız toplumunu da bir bütün olarak kutuplaştırdı ve genellikle halk sınıflarını, özellikle de ırksallaştırılmış sınıfları, sendikal örgütleri ve sol hareketleri hedef aldı. Eski eğitim bakanı Frédérique Vidal’in birkaç yıl önce İslamofobi ve ırkçılığa karşı eleştirel tutum belirten üniversite öğrencilerini hedef almak için kullandığı ‘İslamo-Goşist (Aşırı solcu İslamcılar) terimine karşı yürütülen haçlı seferini düşünün. Bu terim, o zamandan beri, siyasi ve toplumsal kesimde benzer tutumlara sahip olan herkesi hedef almak için kullanılmıştır. Gazze’deki soykırım ve hükümet ile birçok medya kuruluşunun Filistin’i destekleyenlere yönelik suçlamaları, bu konuyu tekrar öne çıkarmıştır. Le Pen’in neofaşistleri, bu haçlı seferlerinin yarattığı verimli cadı avı ortamından yararlanmıştır. Bu iş birliği, Ocak 2024’te kabul edilen tartışmalı göç yasasında da görüldüğü gibi, hareket özgürlüğü ve Fransa’da göçmenlerin kabulü karşısında aşırı sağın tarihsel taleplerinin bazılarında da kendini gösterir. Öte yandan, bu mesele, sadece metropolde değil, bir zamanlar Fransız sömürge imparatorluğuna ait olan ülke dışındaki bölgelerde de görülen ve Fransız toplumunu şekillendirmeye devam eden sömürgeci ayrımcılıkla da uyumludur. Banliyölerdeki ırkçı ayrıma maruz kalan—geçen yaz Nanterre’de Nahel Merzouk’un polis tarafından öldürülmesi sonrasında olduğu gibi, isyanları her zaman patlak vermeye hazır olan—gençlere yönelik polis şiddetini göz önüne almak bunu görmek için yeterli olacaktır.
Ancak, Macron’un sömürgeci zihniyeti sadece Fransa metropolleri ile sınırlı kalmıyor; Yeni Kaledonya’daki seçim sistemini yeniden düzenlemeye yönelik önerisi, 1990’ların sonlarında Matignon ve Nouméa anlaşmaları ile onaylanan halihazırda kırılgan sistemi zayıflatmış ve özellikle Mayıs 2024’te Kanak nüfusunun öfkesini ortaya çıkarmıştır. Bu öfke, Yeni Kaledonya’da ve Fransa metropollerindeki diasporada, Fransız sömürgeciliğinin tamamen sona ermesini ve gerçek bir Kanak bağımsızlık sürecini talep eden gösterilerle devam etmektedir. Le Pen’in, bu bölgelerin Fransa’nın bir parçası olduğunu iddia ederek bu topraklarda demir yumruk uygulanmasını defalarca talep ettiği göz önüne alınırsa, Macron ile aşırı sağ arasındaki tercihe dayalı yakınlıkların bir başka teyidi de budur.
Yeni Halk Cephesi Sol İçin Benzersiz Fırsatlar ve Zorluklar Sunuyor
Macron’un taban karşıtı politikaları ve neofaşistleri normalleştiren medya anlatısının körüklediği kamuoyu tartışmalarındaki ve siyasi çerçevedeki sağa kayma bağlamında, parlamento seçimleri cesaretlendirici ve bazı yönlerden beklenmedik bir sonuç verdi: Sol, farklılıklarına rağmen, Yeni Halk Cephesi (NFP) içinde yeniden bir araya geldi. Avrupa seçimleri, ülkenin faşizmin yükselişiyle yeniden mücadele etmesini zorunlu kılan bir senaryo yarattı, ancak bu kez yeni, modern ve “demokratik” bir biçimde, tıpkı 1936’daki gibi. Bu nedenle, ülkenin önde gelen sol fraksiyonları doğru bir kararla, geçmişte olduğu gibi hem siyasi hem de sosyal yönleri kapsayan bir halk cephesi kurulmasını önerdi. Çeşitli sendikalar, dernekler ve kolektifler seçim kampanyasında aktif rol üstlendi ve Yeni Halk Cephesi’nin zaferine belirleyici katkı sağlayan bir programı ve mücadeleyi kabul etti. Bu olay, kasvetli bir duruma iyimserlik getirmiş oldu. Seçim zaferi esas itibariyle ve bazı açılardan tarihi bir öneme sahipti; vekil dağılımında mutlak çoğunluk elde edilememiş olsa da NFP temsilcilerini çağırıp onlara yeni bir hükümet kurma yetkisi vermeye istekli görünmeyen Cumhurbaşkanı’nın engellemeleriyle uğraşmak zorunda kalacaklar.
Parlamenter siyasi güçler, NFP’nin zaferine katkıda bulunan tüm örgütler ve bireyler bu esaslı oyunda önemli bir rol oynayacak. Cumhuriyetçi başkanın çekingenliği ve Macron’un partisi ile cumhuriyetçi sağ arasında anlaşma olasılığı karşısında, halk seferberliğinin gücü belirleyici bir ağırlığa sahip olacak. Öte yandan, NFP’nin olgunlaşması, hatta doğuşu, bu yılların mücadele ve mobilizasyon döngülerinin getirdiği birikimlerin bir sonucudur. En radikal milletvekilleri ve oluşumları incelersek—örneğin France Insoumise— CGT gibi önemli sendika örgütlerini, ATTAC gibi sol aktivistleri ve banliyölerdeki mahalle komitelerinden temsilcileri barındıran bu tür halk mobilizasyonlarını temsil etmektedirler. Öte yandan, 2017’de Macron ve Le Pen arasındaki çatışma gibi seçim üzerinden çöktüğü tasdik edilmiş olan geleneksel siyasi sistem, otoriter çağrışımlar ve neofaşistlerle iş birliği içeren ultra-liberal ve muhafazakâr hipotezlerin fikir birliğini göstermiştir. Bunun yanı sıra, Jean-Luc Mélenchon liderliğindeki, 2017’de küçük bir farkla üçüncü olan ve 2022 seçimlerinde sandığı zorlamanın eşiğinde olan, France Insoumise tarafından temsil edilen, solda bir kopuş hipotezinin büyümesini de işaret etti. Bu siyasi güç, özellikle ırksallaştırılmış sınıflar ve büyük metropollerin ihtiyaçlarını dinlemeyi başardı ve son yıllarda tüm önemli mobilizasyonlarda kolektifler, dernekler ve sendikalarla birlikte yer aldı. Bu Yeni Halk Cephesi’nin oluşumu ve zaferi için hayati bir öneme sahipti. Şimdi, France Insoumise için NFP’yi radikal değişim sloganları altında bir arada tutmak için belirleyici bir dönem açılmaktadır. Bu sloganlar toplumsal hareketlerden doğmuş ve programda yer almış olsa da koalisyondaki daha ılımlı güçlerle, örneğin Sosyalist Parti ile olası bölünmelerle karşı karşıya kalma riski taşıyor. Sağı yenmek üzere ilerici ve solcu bir seçenekle tabandan birleşmiş olanlar, Macron ile yapılan taktiklere ve diyaloglara kararlılıkla karşı çıkarak bir kez daha belirleyici rolünü oynayacak.
Bu ittifak sadece seçimle sınırlı kalmaz, aynı zamanda sokaklarda ve mahallelerde, halkla birlikte ve halkın içinde gerçek bir değişimi tabandan dayatmak üzere güçlenirse, NFP zafer kıvılcımını yakmaya devam edebilir.
*El Yazmaları için İngilizce olarak kaleme alınan bu yazı Buğra Gültekin tarafından Türkçeye çevrilmiştir.