Yüzyılımızın başından itibaren ateşi sürekli artan savaş hâli, ulaştığı küresel zeminde çok özneli ve boyutlu içeriğiyle kalıcılaşma eğiliminde. Süreklileşen eylemler ve söylemlerle kendini ortaya konan bu kalıcılaşma, savaş hâlinin yeniden tanımlanması ihtiyacını duyuruyor. Hakan Fidan’ın açıkça söyleyerek gündeme getirdiği “3. Dünya Savaşı” tanımının, yapılan ateşli tartışmaların gösterdiği üzere, bu ihtiyacı büyük oranda karşılayacağı görülüyor. Fakat son dönemlerde gerçekleşen gelişmelerin sürekliliği ve genişliği ile öznelerin hamlelerinin kazandığı boyutların çokluğuna bakıldığında ise “3. Dünya Savaşı” tanımının içeriğiyle birlikte tartışılması ve “kullanılmasının” önemli olduğu ortaya çıkıyor.
Süreklilik ve Benzerlik
“Üçüncü” ve “Dünya Savaşı” tanımlamalarından yola çıkıldığında son dönemdeki gelişmelerin “ilk ikisinde” olanlar ile süreklilikleri ve benzerlikleri göze çarpıyor. Bunların içerisinde ise ekonomik kriz, yani kapitalizmin yapısal krizi başı çekiyor. 2008 yılında açığa çıkan kriz, yapılan son açıklamaların[1] da gösterdiği üzere önümüzdeki yıllarda derinleşerek devam edecek. Her biri bir öncekinden daha büyük ve derin yıkımlara yol açan önceki krizlerden savaş ve yok etme[2] yoluyla “çıkan” sermaye güçleri, bugün de aynı yolu denemeye kararlı olduklarını ABD politikaları özelinde gösteriyorlar.
2000’li yılların başında “imparatorluk” hayalleri suya gömülen ve 2008’de mortgage kriziyle süreci başlatan ABD, hegemonyasını ve kapitalist sistemin bekasını yerel savaşlarla sürdürmeyi hedeflemişti. Krizin derinleşmesiyle bağlantılı olarak genişleyen savaşlar önce bölgesel ve günümüzde ise bölgeler arası seviyeye ulaştı. Bu seviyede “başarılı” olmanın yolu ise bloğa “sahip olmaktan” geçiyor.
Nitekim Ukrayna savaşı ile bu “zorunluluğun” gerektirdiği büyük adımı atan ABD, hedefine yaklaşmış durumda. “Batı” ve “Kuzey” ağırlıklı ülkeleri Haziran ortasında gerçekleşen “Ukrayna Barış Konferansı”nda toplaması ve konferans bildirisinde özellikle Çin’e yönelik tanımlamalarında öncekilerden farklı olarak “düşmanlığı” vurgulaması, ABD’nin “bloğunu” oluşturduğuna işaret ediyor. Ek olarak son aylarda ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’daki savaş sanayilerindeki sermaye ve işgücü artışı[3] ve Batılı askerlerin Ukrayna’ya gönderilmesi tartışmasının artması, “bloğun” bundan sonra savaşa doğrudan katılacağını gösteriyor.
Süreklilik ve benzerliğin bir diğer örneğini ise “karşıt blok” oluşturuyor. ABD öncülüğündeki “bloğun” karşısına koyduğu bu bloğun öncülüğünü Rusya ve Çin çekiyor. Bu iki ülke her ne kadar “karşıtlık” oluşmaması için on yıllardır çaba gösterip kapitalizmin küresel düzeye sıçramasına “yardımcı” olsalar da hedef olmaktan “kurtulamadılar”. Gerek geniş hammadde olanaklarına gerek devasa pazar büyüklüklerine gerekse sosyalist geçmişlerinin getirdiği nitelikli ve “ucuz” işgücüne sahip olmaları, onların “hedef” olmaları için oldukça yeterli nedenler. Ayrıyeten Batı sermayesine sundukları olanakların devlet kontrolünde “sınırlı” bir biçimde olması ve Rusya’nın askeri gücü ile Çin’in sermaye birikiminin “dışarılara” taşıp başka pazarlara ulaşmaları da “karşıt” olmaların bir diğer nedenleri. İki ülke uzun süredir “karşıt” olmadıklarını kabul ettirmeye çalışsalar da artık geri dönülemez noktaya gelindiğinin farkına vararak hamlelerini sıklaştırıyorlar.
Eylül 2023’te BRICS’in genişletilmesi ve Çin’in Tek Kuşak Tek Yol (TKTY) projesine hız vermesiyle ekonomik ve siyasi olarak oluşturulmaya çalışılan bloğa Putin’in Kuzey Kore ve Vietnam gezileriyle askeri boyut da ekleniyor. Kuzey Kore ile Rusya arasında askeri ittifak kurulması, Pyongyang’ın Kiev’e karşı savaşmak üzere asker göndermeyi gündemine alması ve Putin’in nükleer silah kullanma ihtimalini tekrarlaması ile Kiev’e silah vereni de vuracaklarını ileri süremesi, “karşıt bloğun” bir yönüyle savaşın genişletilmeşine, diğer yönüyle Çin’in kuşatılmasını kırmaya yönelik “askeri” hamlelerini ve savaşın ateşini artıracağını ortaya koyuyor.
“Farklılıklar”
Süreklilikler ve benzerlikler ağırlık kazansa da kimi “farklılıklar”, bir “dünya savaşının” gerçekleşmeme olasılığının da olabileceğine işaret ediyor.
Farklılıkların başında savaşların yerel ve bölgesel düzeyde ağırlıklı olmasına gösterilen “özen” geliyor. Ukrayna’daki ve Filistin’deki savaşın “sınırları” aşmaması ve Tayvan’daki gerilimin savaşa dönüşmemesi hâlâ bir “özen”in olduğuna işaret ediyor.
Fakat son dönemde Rusya’ya yönelik Dağıstan ve Abhazya’da gerçekleşen saldırılar, İsrail’in Lübnan’a girmeye yönelik hazırlıklar yapması ise bu “özen”in kısa süre sonra yok olabileceğini gösteriyor.
Bir diğer “farklılığı” ise faşist hareketlerin yükselişi oluşturuyor. Oksimoronun parlak bir örneğini oluşturan bu gelişme, halkların “3. Dünya Savaşı”na henüz ikna olmadıklarına dair bir işareti de barındırıyor.
Faşist hareketlerin yükselişinde kapitalizmin krizinin getirdiği yoksulluk, geleceksizlik, güvencesizlik ve dolayısıyla kötümserliğin etkisinin olduğu büyük bir gerçeklik. Öte yandan son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde faşist hareketlerin aldıkları yüksek oyların gösterdiği bir diğer gerçeklik ise halkların ABD’ye bağlanmanın getirdiği siyasi ve ekonomik sonuçlara tepkili olduğudur. Nitekim Biden’in savaş politikalarına karşı Rusya ile “barış” görüşmelerini savunan ve NATO’ya para ödemeye karşı çıkan Trump’ın anketlerde önde olması, ABD’de de savaşa yönelik soru işaretlerinin güçlü olduğuna işaret ediyor.
Bunlarla birlikte sermayedarların faşist hareketlere ilgi göstererek liderleriyle görüşmelerde bulunması, bu hareketlerin dünya savaşına kanalize olma olasılığının ciddiyetini de gösteriyor.
“Farklılıkların” son örneğini ise savaşı ve yıkımı durduracak “karşıt” hareketlerin varlığı oluşturuyor. “Birinci Dünya Savaşı” öncesinde II. Enternasyonal’in kendi burjuvazilerini desteklemeleri, “İkinci Dünya Savaşı” öncesinde devrimci hareketlerin faşizm tarafından tasfiye edilmesinin aksine çeşitli biçimlerde mücadele eden halk hareketlerinin varlığı söz konusu.
Geçtiğimiz haftalarda yeni bir darbe girişimine karşı Bolivya halkının inisiyatif alarak gösterdiği örgütlü mücadele, Fransa’da solun faşist hareketlere karşı bir araya gelerek kurduğu Yeni Halk Cephesi’nin şimdilik anketlerde ikinci gözükmesi, Gazze’deki soykırıma karşı üniversitelerde gelişen eylemlerin nükleer savaş karşıtı eylemlere dönüşmesi ise “karşıt” hareketlerin güç kazanmasının ve büyümesinin ihtimal dahilinde olduğuna işaret ediyor.
Sonuç olarak bakıldığında benzerliklerin ve sürekliliklerin ağırlık kazandığı ve dolayısıyla yerkürenin “3. Dünya Savaşı”nın öngünlerini yaşadığı söylenebilir. Fakat “farklılıklardan” faşist hareketler yerine halk hareketleri güç kazandığı takdirde bugünlerden kurtulma olasılığı da oldukça yüksek. Aksi hâlde ise savaşın ve yıkımın canlı yaşamı hızlıca yok edeceği acı bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
Dipnotlar:
[1] https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/unlu-ekonomist-buyuk-finansal-cokus-icin-tarih-verdi-bir-kac-ay-2218792
[2] Bkz. Komünist Manifesto: “Burjuvazi, krizleri ne yolla aşıyor? Bir yandan üretici güçlerin büyük bölümünü zorla yok etme, öbür yandan yeni pazarlar fethetme ve mevcut pazarları daha dibine kadar sömürme yollarıyla. Yani? Daha çok yönlü ve daha büyük krizleri hazırlama ve krizleri önleyici araçları daha da azaltma yoluyla.” https://www.marxists.org/turkce/m-e/1848/manifest/kpm.htm
[3] https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/yeni-silahlanma-yarisi-2219921