Pedagoji, yani eğitimbilim, paid (çocuk) kökünden geldiği için çocuk eğitimi hakkında düşünme olarak tanımlanırdı. Ancak 20.yy.’da gelişen pedagoji kuramlarıyla beraber pedagojinin yalnızca çocukları değil, yetişkinleri de ilgilendiren bir bilim olduğu bakışı öne çıktı. Beraberinde, insanın her ediminin pedagojik bir tarafı olduğu bakışı yaygınlaştı ve toplulukların, örgütlenmenin bir yöntemi olarak pedagojiye dair kafa yorması önemli hâle geldi.
Her Pedagojik Bakışın Bir Felsefi / İdeolojik Yuvası Vardır
Pedagoji evrensel, mutlak bir yasa değildir. Her felsefi düşünüş, her ideoloji eğitime dair farklı şeyler söyler. Dolayısıyla bugünü kuran, geleceğe bakan her fikrin, her sosyal hareketin diğerlerinden ayrışan bir pedagojisi vardır. John Dewey pragmatik bakışını eğitime uygulamaya çalışmış, ‘‘işe yararsa doğrudur’’dan ‘‘işe yarayan bir eğitime’’ doğru çizgi çekmiş, Wilhelm Reich’ın baskılanmaya karşı savunduğu özgürlük fikri Summerhill Okulu’nda formüle edilmeye çalışılmıştır. Kurşuna dizilen Francisco Ferrer; laik, bilimsel çizgideki Modern Okul’un temelini bilimsel, anarşist fikriyatına uygun şekilde kurmuştur. İvan İllich, okulun toplumsal işlevini tartışıp tahakkümsüzlük ufkuyla Okulsuz Toplum’u yazmıştır. Ünlü Sovyet Pedagog Makarenko, eşit-özgür bir toplumun birlik olma kodlarını çocuk eğitimine uygulamaya çalışmış; ebeveynler, çocuk eğitimi ve kendi deneyimleri hakkında çok sayıda çalışma yapmıştır. Benzer şekilde, eşit-özgür bir yaşamın toplumsal olarak kökten değişiklik ile mümkün olduğu fikrinin peşinden giden bir devrimci olarak Freire de toplumu ezenler ve ezilenler karşıtlığı üzerinden okuyan bir felsefenin ve ideolojinin mensubu olarak Ezilenlerin Pedagojisi fikrini ortaya koymuştur.
Bu pedagoji yalnızca okulla, öğrenci-öğretmen ilişkisiyle sınırlı değildir; iletişimin, etkileşimin olduğu her alanda vardır. O sebeple bir örgütün içerisindeki öğrenme-öğretme ilişkisinden, çocukların akran öğrenimine, direnişlerin okul görevi görmesinden bir işi birlikte yapma kültürümüze kadar çeşitli alanlara pedagoji marifetiyle tekrar bakmamız gerekiyor.
Yeni Bir Dünya için Yeni İnsan, Yeni Bir İnsan için Yeni Bir Dünya
Yeni bir dünya isteyenler, yeni bir toplumsal düzeni kurmanın peşinden koşarlar. Yeni düzen ancak yeni insanlarla kurulur. Yeni insanlar da ancak yeni bir düzende yeni bir insan olurlar. İşte bu diyalektik çevrimde, dünyanın gidişatından memnun olmayanların eğitime dair bir fikir ortaya koymaları gerekir. Freire’den önce de bu fikirler ortaya atılmıştır. Lenin’den Makarenko’ya ve Vigotski’ye, İtalyan Marksist Antonio Gramsci’den Afrikalı devrimci önder Amilcar Cabral’a ve Harun Karadeniz’lere ve Hikmet Kıvılcımlı’ya kadar çok sayıda kişi bu konuya kafa yormuştur.
İki türlü bir kafa yormadır bu: Öncelikle işçi sınıfının, sömürülenlerin, ezilenlerin, sesi duyulmayanların güçlenmesi ve örgütlenmesi için bilinç oluşturma; ikinci olarak da öncülerin eğitilmesidir. Yani ünlü eğiticilerin eğitilmesi ilkesi.
Ezilenlerin Pedagojisi kitabı bu tartışmaların açık seçik yapıldığı, yeni ufuklara ve kavramlara doğru bir yolculuğa kaynaklık etmeye devam ediyor. Bugün alternatif okulların, muhalif tiyatroların, sendika eğitimlerinin, kültür merkezi çalışmalarının, devrimci eğitim topluluklarının, tartışma gruplarının ve devrimci sanat gruplarının Freire’nin kavramlarından öğreneceği çok şey var.
Katolik Eylem Hareketi’nden Ezilenlerin Pedagojisine Paulo Freire
Pedagoji yoluyla mevcut toplumsal durumu ezen-ezilen karşıtlığı üzerinden tanımlayan ve kendisinden sonra üretilen tüm yetişkin eğitimi alanını etkileyen Paulo Freire, 1921’de Brezilya’da orta hâlli bir aileye doğdu. Annesi inançlı bir katolik, babası değildi. Bu farklılığın yaratabileceği çatışmadan uzak, sevgi dolu bir ailede büyüyen Freire’de, farklılıkların gerilimsiz bir şekilde bir arada olabileceğinin tohumları atıldı. Çocukluğunda, 1929’da başlayan, dünya ölçeğinde yaşanan ekonomik krizle beraber yoksulluğun yıkımını yaşadı ve yoksulluğun sonuçlarını gözlemledi. Üniversiteye gidip Portekizce öğretmenliğine başlayan Freire, yine eğitimci olan Elza ile evlendi ve onunla birlikte Katolik Eylem Hareketi’ne katıldılar. Küçük burjuva yaşamın, Hıristiyanlığın değerleriyle çeliştiğini anlatmayı amaçlayan bu hareket için zengin ailelerle bir araya gelerek çalışmalar yaptılar. İkisi için de hüsranla sonuçlanan bu çalışmalar, yerini işçi ailelerle yaptıkları çalışmalara bıraktı. 50’lerin sonunda üniversitede dersler vermeye başlayan Freire, işçilere okuma-yazma öğrettikleri “kültür çemberleri” çalışmalarına başladı. Bu çalışma, okuma-yazma bilmeyenlerin oy verme hakkının olmadığı dönemin Brezilya’sında işçilerin yurttaş olarak görülmeleri için ilk adımı atmalarına yardım etti.
1900’lerin ikinci yarısında ABD, kendi çıkarlarını korumak ve arttırmak için Güney Amerika ülkelerinde iç savaşlar ve CIA destekli darbeler organize etti. Bunlardan biri olan 1964 Brezilya darbesiyle bir süre tutuklu kalan Freire, 15 yıl sürgünde yaşadı. 1980’de çıkan afla ülkesine geri dönüp çalışmalarına devam etti ve 1997’de üzerine konuşulacak ve düşünülecek koca bir külliyat bırakarak yaşamını yitirdi.
Freire’nin düşünme biçimini etkileyen temel anlayışları şöyle sıralayabiliriz:
- Sosyal adalet, yoksul ve ezilen gruplara karşı bakışı, güçlü bir perspektifi olan Hristiyan sol.
- İnsanın sadece belirli bir güdüden oluşmadığını tarihsel bir varlık olduğunu, hayvanlar ve insanlar arasındaki farklarla açıklayan (insan merkezli bakış anlamında) hümanizm.
- İnsanın eylemleri yoluyla kendilerini var ettiklerine sık sık vurgu yapan varoluşçuluk.
- Frantz Fanon’un ırkçılık ve kolonicilik karşıtı eşitlik anlayışı. (Fanon’un bu yaklaşımı öncelikle Che Guevera’ya ilham vermiştir ve bir Portekiz sömürgesi olan Brezilya’da da karşılık bulmuştur.)
Tahakküm İlişkileri Tasviri: Ezen Ezilen İkiliği
“Kimse tek başına, kendi çabasıyla
kendini özgürleştiremeyeceği gibi
başkaları tarafından da özgürleştirilemez.”
Paulo Freire
Ezen ve ezilen sözcükleri çağrışımları aracılığıyla bize çok şey söyler. Hatta sözcüklerin biraz derinine inip baktığımızda yüzeyde karşımıza çıkandan daha karmaşık bir ikiliği görürüz. Ezenlerin dünyasına doğan; yaşamını, varlığını ilk önce ezenlerin dünyasına ait sözcüklerle, kavramlarla açıklamaya çalışan ezilenleri görürüz. Kontrol altına alınmış fikir dünyasının, ezenlerin baskısıyla nasıl şekillendiğine tanık oluruz. Yazının bu bölümünde ezenlerin dünyasında, ezilenlerin kendi özgürlük mücadelesini nasıl yürütebileceğine dair Freire’nin kavramlarından bazılarını açacağız.
Freire, ezen ve ezilen karşıtlığı üzerine konumlandırdığı iki toplumsal sınıftan ezenleri adaletsizlik, sömürü ve baskıyla insanlaşmayı engelleyenler; ezilenleri ise özgürlük ve adalet özlemi duyanlar, kendinden çalınan insanlığı yeniden kazanmanın yollarını arayanlar şeklinde tanımlar. Bugün ezilenler karşımıza “azınlık, risk altındaki gruplar, marjinaller” gibi isimlendirmelerle de çıkar. İsimleri değişse de üzerlerindeki baskı ve sömürü benzerdir.
Ezenin Sahte Yüce Gönüllülüğü
Ezenler, ezilenlerle hayırseverlik ilişkisi kurar. Ezilenler, ezenlerin dünyasına uygun şekilde yaşarsa ancak o zaman insan olarak görülebileceğine inandırılır. Adaletsiz bir düzenin kökleri, hayırseverlikten güç alır; oradan beslenir. Freire ezilenlerin kendi arasında öncelikli olarak dayanışmayı esas almaları gerektiğine dikkati çeker. Çünkü dayanışma, yatay bir ilişki imkânı barındırır, dolayısıyla hiyerarşik değildir. İnsanlaşmanın birbirini gözeterek, birbirine destek olarak mümkündür. Ezilenler açısından ezenler gibi olmanın, ezer hâle gelmenin bir kurtuluş kapısı olduğunu; ancak bu kapının bireysel kurtuluştan fazlasını vaad etmediğini de ekler. Freire’nin bununla anlatmak istediği bizde “Kurtuluş yok tek başına..” sloganı ile meydanları dolduruyor.
Temelde ezilenlerin özgürleşmesinin önündeki en büyük ve ciddi sorun; ezilenin, ezenin bilincini kendinde içselleştirmesidir. Ezilenin tüm dünyası, insanlaşma algısı, ezenin kodlarıyla oluşuyor. Yani ezilen, insanlaşmak için çareyi ezen gibi olmakta buluyor; bu yolla insanlaşacağına, kabul göreceğine inanıyor. Oysaki insanlaşma; insanlığı elinden çalınmış olan ezilenlerin, kendi özgürlük mücadelesini yürütmesiyle mümkündür. Ezilenlerin sorumluluğu, kendini özgürleştirirken tüm ezilenlerle beraber özgürleşmekte yatıyor. İşte bu özgürleşme yoluna giren insanı Freire “yeni insan” olarak tarif ediyor.
Ezilenlerin Gözlüğü
Diğer yandan özgürleşme mücadelesinin biraz korkutucu olduğunu hatırlatarak ezilenlerin, ezenlerin dünyasına doğduğunu yineliyor Freire. Bu dünyada ezenlerin gözlüğünü takan ezilenler için kendini tanıma, kendi gibileri bulma, adalet arama çok da kolay değildir. Ezilenler, bu gözlükten gördükleri dünya karşısında değersizlik hissiyle ikiye bölünmüş bir benlikle yaşamak zorunda kalırlar. Bölünmüş benliği ona kendisinin hiçbir işe yaramadığını söyler durur. Freire, kendini “şeyler” gibi hisseden ezilenlerin gerçek olmayan bu düşüncesinin değiştirilebilir olduğunu “Ezilme gerçekliği çıkışı olmayan, kapalı bir dünya değil; dönüştürülecek kısıtlayıcı bir durum.” cümlesiyle ifade eder. Bölünmüş olarak yaşamaktansa içimizdeki ezeni püskürtmeye, kendine yabancılaşmaktansa insani bir dayanışma kurmaya, seyirci olmaktansa kendi seçimleriyle yaşamın bir oyuncusu olmaya, sessiz kalmaktansa yeniden ve yeniden yaratmaya çağırır ezilenleri. Kendi gerçekliğinin yarattığı bu trajik acının dermanının ise kendisine, tıplı kendisi gibi ezilen halka duyulan koşulsuz, içten sevgide filizlendiğini söyler; birlikte mücadelenin en önemli anahtarını, içten sevgide görür Freire.
“Ne de olsa hiçbir gerçeklik
kendi kendine dönüşmez.”
Paulo Freire
Özgürleşmenin tüm aşamalarında ezilenlerin, ontolojik ve tarihsel bir mücadele yürüttüğünü bilmesinin önemi büyüktür. Bu düşünüş, ezileni kendi eylemiyle buluşturur. Düşünme ve eylemin birlikteliği, masabaşı devrimciliğin önüne geçer. Özgürleşme mücadelesinin temel adımlarını şöyle belirler Freire: Keşif, örgütlü mücadele, conscientizaçao (eleştirel bilinç). Bu üç adımın iç içeliği, mücadelenin farklı imkânlarını da beraberinde getirir. Özgürlüğün armağan edilmeyeceğini ancak ve ancak fethedilebileceğini söyleyen Freire, consientizaçao’yu yani eleştirel bilinci inşa etmenin koşulunu diyalogda görür. Çünkü diyalogla dünya yeniden anlam kazanır. Diyalog kuran kişi hem eylemi hem de düşünmeyi bir araya getiren kişidir, öznedir. Ezilenler özneleşerek kendi bilincini değiştirmediği sürece, içinde yaşadığı maddi koşulların değiştirilmesi gerçek bir özgürlüğe karşılık gelmez. Dolayısıyla conscientizaçao (eleştirel bilinç), gerçek düşünmenin kapısı dışarıdan açılmaz. Bu bilinç, bir defa olup biten bir şey değil; bir süreçtir ve sürekli bir devinim hâlindedir. Eleştirel bilincin marifetiyle ortaya çıkan praksis ise örgütlenmeyle, örgütlü mücadele ile hareket alanı sağlar. Birlikte yapmanın gücü, ezenlerin ördüğü duvarı aşındırır. Örgütlü mücadele ile ezilenler, kendisine dayatılan dünyaya karşı özgürleşmenin peşine düşer.
Direniş Tasviri: Bankacı Eğitime Karşı Problem Tanımlayıcı Eğitim (Özgürleştirici Eğitim)
“Eğitim anlatım hastalığından mustariptir.”
Paulo Freire
Öğretmenler ve öğrencileri iki ayrı kutup olarak ele alan bankacı eğitim modelinde Freire öğretmenleri ezen, öğrencileri ise ezilen kategorisinde inceler.
Bankacı eğitimde, bütünlükten koparılmış bilgileri öğrenciye aktaran öğretmen, aynı zamanda öğrencileri disipline edendir. Öğrenci bilgiyi ezberleyip geçer, bağlamından koparılmış bilgiyle gündelik yaşamda ne yapacağını bilemez. Bankacı eğitim modelinin bu anlayışı, öğrencileri doldurulması gereken kaplar olarak görür. Sartre’ın kavramıyla öğretmen, bilgileri öğrenciye tıkıştırır. Parayı bankaya yatıran sermayedarın banka memurluğunu yapan öğretmen de bilgiyi bir yatırım aracı olarak görür. Dünyayı değiştirmek, dönüştürmek için gerekli olan eleştirel bilinci güdük kalan öğrenciler ise olsa olsa bilgi koleksiyoncusu/ istifçisi olabilirler. Ezenler, ayrıcalıklı konumlarını sürdürmek için bankacı eğitim modelini öne çıkarır; çünkü eleştirel bilinç sahibi ezilenlerin yapacaklarından korkarlar. Bu eğitim modeli egemenliğin pratiğidir.
Öğretmen ve öğrencinin yoldaşlaşması
Ezilenlerin ihtiyacı ise özgürleşme pratiğidir, bu pratiği de problem tanımlayıcı eğitim modelinde bulur. Bu modelde dünyayı bir problem olarak tanımlayıp yeniden ve yeniden anlamaya çalışmak önemlidir. Öğretmen ve öğrenci birbirinin içine geçen bir yapıdadır, sürekli birbirlerinden öğrenme hâlindedirler, birbirlerinin yoldaşı olma yolunda bir ilişki geliştirirler. Bu ilişkide öğretmenler ile öğrenciler birbirinden iki farklı kutup gibi uzaklaşmaz, özgürleşme ihtiyaçları ortaklaşır.
Freire’ye göre, ezilenleri bir yatırım nesnesi olarak gören eğitim faaliyetinin yerine hümanizmle yoğrulmuş, diyalog anlayışına dayalı özgürleştirici bir eğitimle ezilenlerin özgürleşmesi mümkündür. Böylece ezilenler/ öğrenciler nesne olmaktan özne olmaya dönüşürler. Öğretmen-öğrenci gibi ayrımlar, karşıtlıklar yerine birlikte öğrenmek, özgürleşmenin sorumluluğunu almak vardır. Ezber bilgi edinimi yerini idrak etme devinimine bırakır. Problem tanımlayıcı eğitimde bilinç su yüzüne çıkar, çıkarılır; bankacı eğitimdeki gibi boğulmasına izin verilmez. Eleştirel düşünmeyi ve yaratıcılığı her daim canlı tutmaya çalışan öğretmen, öğrenci ile bütünleşir, bir olur. Öğrenciler de durağan bir gerçeklik değil, her zaman olma sürecindedir; kendi hızıyla öğrenir; öğrencilerin kendi özgün koşulları, öğrenmenin belirleyicisidir. “Eğitim böylece praksis içinde sürekli yeniden oluşturulur.”
Diyalogdan Devrime Giden Yol
Hümanist ve özgürleştirici bir praksis olan problem tanımlayıcı eğitim, yaşama dair devrimci bir umut taşır. Egemenlere tabi kılınan ezilenlerin kurtuluşu bireycilikle değil, dayanışmayla mümkündür. Problem tanımlayıcı eğitim egemenlere hizmet etmez, çünkü yalnızca devrimci bir toplum neden diye sorma cesaretini gösterir. Ezilenleri özgürleştiren bu modelde devrimci önderler tüm iktidarı ele geçirmeden de bu yöntemi uygulanabilir. Tek bir şartla, ilk andan itibaren devrimci yani diyalogcu olmak kaydıyla.
Ezenler kendi eylem kuramını oluştururken ezilenlerle diyaloğa başvurmazlar, çünkü ezilenlerin eleştirel, yaratıcı düşünebilmelerini istemezler. Ezenlerin, ezilenlerde olmasını istemediği şeyi, devrimci önderler istemelidir ve insana duyduğu sevgi ve inançla birkeştirip halkla diyaloğunu kurmalı ve eylemlerini inşa etmelidir.
Biz Ne Durumdayız?
Ezilenlerin Pedagojisi’ni tartışmak, tartışmanın içeriğinden de kaynaklı olarak aynı zamanda kendi çalışmalarımıza dair yeniden bir bakışı ve eğitim çalışmalarımızı, topluluk içerisindeki iletişimi, örgütlenme biçimlerimizi bir de bu gözlükten görmemizi gerektiriyor.
Toplumsal Özgürlük Partisi olarak da, partinin sunduğu paradigmayı temel alarak hareket eden örgütlenmeler olarak da aslında oldukça pedagojik bir çalışma yapıyoruz. Meclis tipinde örgütlenmek ve hareket etmek, tüm karar alma ve uygulama süreçleri boyunca üyelerin birbirinden sürekli öğrendiği ve birbirine sürekli öğrettiği bir biçimi ortaya çıkarıyor. Yani ezilenlerin pedagojisi gözlüğümüzü takarak bakacağımız ilk yer kendimizin bulunduğu topluluklar olmalı.
Her Yer Çocuk
Bir de elbette kitle çalışmalarındaki pedagoji var. Örneğin en etkili çalışmalardan birisi çocuk çalışması. Her Yer Çocuk yaz etkinliklerini düşünelim, üyelerimiz ve onların çevrelerindeki gönüllüler, emekçi mahallelerindeki binlerce çocukla temas ediyor. Çocuklar çalışmalarda söz ve karar sahibi oluyor, yön veriyor. Gönüllüler çeşitli kültür-sanat etkinlikleri yoluyla çocukları özneleştirmeye gayret ediyor. Öğretmen pozisyonundaki gönüllüler her zaman bir şeyler de öğrenerek, fark ederek yürütüyor atölyeleri. Böyle olunca çocuklarla kurulan ilişki bir çeşit yoldaşlaşlığa dönüşüyor.
Mor Dayanışma
Mor Dayanışma’nın temel felsefelerinden biri olan ‘‘birbirimiz için birlikte eylemek’’ aslında ezilenlerin pedagojisinin kadın mücadelesine tercümesine denk geliyor. Yine bilinç meselesinde, ‘bilenlerden bilmeyenlere’ giden bir bilinçten ziyade, hep birlikte eyleyerek öğrenmek, eylemek, özneleşmek, özgürleşmek çizgisini öne çıkartan buluşmalar, atölyeler, eylemler, organize ediliyor.
Serüven Kültür
Pedagojik tarafı ağır basan çalışmalardan biri de Serüven Kültür. Serüven Kültür’deki atölye çalışmaları, buluşmalar, tartışmalar, üretimler… Bunların hepsi çok değerli öğrenme-öğretme süreçleri. Serüven Kültür’e sürekli gelen, faaliyetlerine katılan pek çok kişi orasının şimdiye kadar benzerini hiç görmediği bir okul olduğunu anlayacaktır. Çünkü Serüven Kültür’deki çay-kahve içme eyleminden atölye işleyişlerine kadar ince ince örülen dayanışma ve kolektivite ve her etkinlikte bir şekilde ortaya konan eleştirel, karşı-hegemonik zemin oraya gelen giden kişilere yepyeni bir düşünme biçimi kazandıracaktır. Hele de kişi, bu eleştirel düşünce ile eleştirel kolektif pratiği de birleştirebilirse o zaman özgürleşme yolunda da önemli bir adım atmış olacaktır. Serüven Kültür’deki sinema atölyesi bu konuda iyi bir örnek çıkardı. Öğrenci-öğretmen yoldaşlığını sağladı. Yönetmen merkezli sinema anlayışının karşısına konumlanacak şekilde çalışıldı. Kolektif şekilde senaryoyu yazıp dayanışma yoluyla çekimleri yaptılar ve şimdilerde gösterimlerini organize ediyorlar.
Yine partinin eğitim çalışmaları bu pedagojik bakışın önemli örneklerindendir. Tek kişinin anlattığı diğer herkesin sadece dinlediği bir biçimden herkesin konuştuğu, deneyimleriyle beslediği bir eğitim biçimine doğru evrilmemiz bunun önemli bir çıktısı olarak görülmelidir. Yine kültür çalışmalarında katılımcı, kolektif biçimler aramamız, Birlikte Müzik, yazı atölyeleri gibi denemelerle topluluğumuzun bu biçimlerde deneyim kazanmasına ön ayak olmak çok değerli bir yerde duruyor. Bunların her biri toplumun özgürleşmesinin ihtiyaçlarından hareketle ortaya çıkan, katılımcıların kendi eyleminin öznesi olmaya doğru ilerlediği atölyeler. Her bir atölye eleştirel bilinci ortaya çıkaran çalışmaların ürünü ve her bir atölyenin mutlaka bir eylemi var.
Eleştirel Pedagoji Okuma-Tartışma Grubu
Bu tartışmayı Zamanımız ve Biz Söyleşileri kapsamında yapmamızın en önemli motivasyonu partimiz öncülüğünde oluşturulan Eleştirel Pedagoji Okuma-Tartışma Grubu’nun biriktirdikleriyle pedagoji alanına yön verme iradesidir. Böylece bu alana dair derinleşme ve kendimizi sınayarak güçlendirme imkanı yaratmış oluyoruz.
Pedagoji kendinden menkul bir çalışma alanı değil bizler için. Ancak ve ancak söz ve eylemin birleştiği yerde anlamını bulduğunu düşünüyoruz. İşte tam da yeni insana, sosyalist bir düzene dair hayallerimizle birleştiği noktada pedagojiyi, eyleyerek keşfetmenin kılavuzu olarak görüyoruz.
* Bu yazı Toplumsal Özgürlük Partisi İzmir Kültür Sanat Meclisi’nin organize ettiği Zamanımız ve Biz Söyleşileri kapsamında gerçekleşen Ezilenlerin Pedagojisi başlıklı sunumdan hareketle kolektif şekilde kaleme alınmıştır.
bilgi@elyazmalari.com