Arif Koşar: Günümüz Bilim ve Teknolojisinin Yardımıyla Sosyalist Bir Toplumu İnşa Etmek, Yüzyıl Öncesine Nazaran Çok Daha Kolay ve Mümkündür.

El Yazmaları’nın notu: Çalışma Ekonomisi Doktoru Arif Koşar ile “Robotlar İşimizi Elimizden Alacak mı?” isimli son kitabı, otomasyon ve robot teknolojisindeki gelişmeleri ve bu gelişmelerin üretim sürecindeki yansımaları üzerine konuştuk. Okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

 

Geçtiğimiz yüzyılından günümüze kadar teknolojik gelişmelerin, özellikle robot teknolojisindeki gelişmelerin hız kazandığını görüyoruz. Robotların bu kadar öne çıkmasının nedeni sizce nedir?

Kârları yükseltmesi. Kârı iki biçimde artırıyor. Birincisi, herhangi bir işletmenin robot kullanmasının nedeni, bilindiği üzere, verimliliği arttırmak, birim maliyetleri düşürmek, böylece kârı arttırmaktır. En yoğun robot kullanımı otomobil fabrikalarında. Robotlar o kadar hızlı ki üretim maliyetlerini düşürüyor, haliyle otomobil şirketleri robot kullanmayı tercih ediyor. Özellikle işçi ücretlerinin yüksek olduğu Almanya, Japonya gibi ülkelerde böyle. Ancak düşük ücretin egemen olduğu ülke ve sektörlerde robot kullanımı çok daha az. Tekstil robotları var ama Türkiye gibi ülkelerde tekstil sektörü emek yoğun bir sektör olarak varlığını sürdürüyor. Yani bir teknoloji var olsa bile, işçiler daha “ucuz” olduğu sürece uygulamaya giremiyor. İkincisi, robotları, yapay zeka uygulamalarını ve genel olarak yeni teknolojileri üreten şirketlerin kendileri büyük tekel kârları elde ediyorlar. Bugün Apple, Amazon, Google (Alphabet), Meta (Facebook), Microsoft gibi teknoloji tekelleri dünyanın en büyük şirketleri arasında başı çekiyor.

Yapay zeka hayatımızın her alanına sirayet etmiş durumda. Ancak, robotlar için bunu söylemek mümkün değil. Bir gün boyunca çevremize dikkatlice bakalım. Göreceğimiz robotların sayısı herhalde pek de fazla olmaz. Bununla birlikte, derin öğrenme, büyük veri gibi teknolojilerle robotların hareket, algılama ve karar verme kapasiteleri hızla artıyor, fiyatlarıysa düşüyor. Bu nedenle önümüzdeki yıllarda daha fazla sektör ve ülkede artan sayıda robot göreceğimizi söyleyebiliriz. Sokağa çıktığımızda tezgahtar robotlarla karşılaşabiliriz. Birkaç ülkede eczacı, dondurmacı ya da resepsiyonist robotlar henüz deneme amaçlı olsa da kullanılıyor. Yine de bunun pürüzsüz bir süreç olmadığını not etmek gerekir. Bağımlı ülkelerdeki yapısal düşük ücret nedeniyle robot kullanımı daha sınırlı kalacaktır.

Robotların üretim sürecindeki yerinin büyümesiyle birlikte, kitabınızın isminde de görüldüğü üzere, insanlarda işlerini kaybedeceklerine dair bir kaygı oluştuğu görülüyor. İnsanlar işlerini kaybedecekler mi?

Sadece robotlar değil, modern makinelerin ortaya çıktığı 18. yüzyılın sonlarından bu yana işçiler, işlerini kaybediyor. Ancak, bu, elbette, bütün işlerin yok olacağı anlamına gelmiyor. Zaten bazı işler yok oldukça, çok sayıda yeni iş de ortaya çıkıyor. Örneğin daktilo yazıcıları, asansör görevlileri, telefon santral çalışanları, arzuhalciler, kaset üreticileri, DVD çoğaltıcılar, kalaycılar ya tamamen ya da büyük ölçüde işlevsiz hale geldi. Sosyal etkileşim gerektiren işlerin makineler tarafından devralınması ise daha zor. Çocuk bakımı, eğitim, psikolojik danışmanlık, hukuk, tıp gibi alanlarda robotlar ve yapay zeka işleri devralmaktan çok verimliliği arttırmak üzere kullanılıyor. Elbette bu, dolaylı iş kayıplarına yol açabilir. Yine de sosyal etkileşim gerektiren işlerin makinelerce yapılması -imkansız olmasa da- pek kolay değil.

Öte yandan, Türkiye gibi ülkelerde, teknolojinin iş kaybı etkisi tedrici ve açıkçası uzun yıllara yayılan bir süreç. İşçi çıkarmaktan çok, yeni işçi almama biçiminde hayat buluyor. Ancak, bu süreç, sermaye birikimi ve yatırımı -ve bunun bir zorunluluk olması- nedeniyle başka sektörlerde yeni işlerin doğuşuyla birlikte ilerliyor. Dolayısıyla, Türkiye’de sermayenin, teknolojiyi emekçilere karşı kullanılmasındaki başlıca -ya da en yakın- tehlike iş kaybı değildir.

Peki nedir asıl tehlike?

İşi yok etmekten çok çalışma sürelerini uzatma, işi yoğunlaştırma, denetim ve gözetimi arttırma…

Dünyanın en robotik işletmelerinden biri olan Amazon depolarında çok sayıda işçi yeterince üretken olmadıkları için işten atılıyor. Buna karar veren şeyse bir yazılım. Amazon’u temsil eden bir avukat, Ağustos 2017 ile Eylül 2018 arasındaki yaklaşık bir yıllık sürede, şirketin üretkenlik kotalarını karşılayamadığı gerekçesiyle sadece tek bir tesiste yüzlerce işçinin kovulduğunu açıkladı. Resmî belgeler otomatikleştirilmiş bir izleme ve sonlandırma sürecine işaret ediyor: Amazon’un sistemi, her bir çalışanın üretkenlik oranlarını takip ediyor, kalite veya üretkenlikle ilgili herhangi bir uyarı veya fesih, amirlerden girdi olmaksızın otomatik olarak gerçekleştiriliyor. Sistem, şirketin TOT olarak kısalttığı “görev dışı süre”yi takip edecek kadar ileri gidiyor. İşçiler beklenenden daha “uzun” süre ara verirse sistem otomatik olarak uyarı oluşturuyor ve sonunda çalışan kovulabiliyor. Bazı işçiler, işten atılmamak için tuvalet molalarından bile kaçınıyor.

GPS teknolojisi, motokuryeler için kesintisiz bir gözetim teknolojisine dönüşüyor. Birçok uygulamada motokuryelerin güzergahları siparişlere göre algoritma tarafından atanıyor ve bu güzergahın dışına çıkmaları yasak. Eski işinden atıldığı için notere girmek ve avukata vekalet vermek isteyen bir motokurye, güzergahının hemen karşısındaki yolda olmasına rağmen işten atılma kaygısıyla 10 dakikalığına notere giremiyor. Keza ilaç mümessilleri ve diğer gezici satış personelleri araç takip sistemleriyle daimi bir gözetim altında. Elbette bu denetimin amacı, salt işçileri gözetlemek değil. Onları daha yoğun çalıştırmak ve böylece verimliliği arttırmak.

Bir çok teknoloji, günlük kullanımın ötesinde geçip sermayenin iş aracı haline dönüştüğünde, emekçilere karşıt bir işlev kazanabilir. Mesela akıllı telefonlarımız, gece saatlerinde işverenin maillerine ve ek mesailerine maruz kalmamıza yol açabilir. Her an erişebilir olma hali, mesai saatlerinin işyeri dışına taşması ve tüm hayata yayılmasına vesile olmaktadır. Bugün, özellikle beyaz yakalı işçiler açısından dijitalleşmenin zemin hazırladığı en büyük tehlike çalışma sürelerinin tüm günü kapsayacak biçimde uzama eğilimidir.

Peki, üretim sürecinde tam otomasyon mümkün mü?

Tam otomasyon toplumu, üretim sürecinde ve ekonomik faaliyette insan unsurunun yer almadığı ya da çok az yer aldığı bir toplumu tanımlar. Günümüzde ise eğilim tam tersi yönde. Robotik ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmelerle otomasyon artarken, çelişkili gibi gözükse de toplam işçi sayısı artıyor. Son 30 yılda, dünya genelinde işçi sayısı bir milyardan iki milyarın üstüne çıktı. Tek tek ülkelerde de rakamlar benzer. Otomasyonun doğrudan sonucu işçilerin işini devralmak olsa da, bu “teknik” etki içinde yaşadığımız kapitalist toplumda özgün bir bağlamda hayat buluyor. Otomasyonla kârını arttıran sermayenin büyümesi hız kazanıyor ve bu da yeni yatırımları ve istihdam alanlarını teşvik ediyor. Otomasyon, finansallaşma, teknolojik rant gibi etkenler bu artışı yavaşlatıyor ama yine de artış sürüyor. Ayrıca yeni teknolojilerin kullanımı, eğitimi, güncellenmesi, yenilenmesi ve dolaylı yoldan yarattıkları ile yeni bir istihdam alanı açılıyor.

Örneğin bilgisayarlar… ABD’de 1970-2015 yılları arasında daktilo üretimi, sekreterlik ve muhasebecilik dahil olmak üzere bilgisayarların piyasaya sürülmesiyle toplam 3,5 milyon iş yok oldu. Ancak, birçok sektörde en az 19,3 milyon iş yaratıldı. Böylece 15,8 milyon net iş ortaya çıktı. Bunlar arasında bilgisayar ve gerekli parçaların imalatının yanı sıra bilgisayarlarla ilgili meslekler ve bilgisayar kullanan meslekler (müşteri hizmetleri çağrı merkezleri, e-ticaret) sayılabilir. Net yeni işlerin sadece %1’i doğrudan bilgisayar imalat sanayi ve sadece %3’ü tedarikçi sanayilerinden geldi. Yeni işlerin %96’sı bilgisayarların dolaylı yoldan etkileri sonucu ortaya çıkan işlerdir ve bu nedenle her zaman açıkça görülemezler.

Günümüzdeki eğilim hem otomasyonun artışı hem de yeni -ve eğitim, sağlık gibi eski- iş alanlarında istihdamın artışı ve toplam işçi sayısının büyümesidir. Teknolojideki gelişmelerin yarattığı beklenti işçi sayısının azalması iken, sermaye birikiminin genel eğilimleri bu “teknik” eğilimin egemen olmasını engelliyor, kendi eğilim ve yasalarını dayatıyor. Bugün için, otomasyon bazı işleri ortadan kaldırsa da hatta kimi sektörlerde işçisiz fabrikalar söz konusu olsa da bunun sermaye birikimi ve bu bağlamda istihdam artışının gölgesi altında kaldığını söylemek mümkün.

Gelecekte, finansallaşma ve teknolojik gelişmelerin yanı sıra demografik krizin küreselleşmesiyle birlikte toplam istihdamda kritik bir düşüş olabilir ve daha güçlü bir otomasyon dalgası söz konusu olabilir. Ancak, şimdilik bundan çok uzağız.

Öte yandan kapitalizmde tam otomasyonu engelleyen başka yapısal koşullar da söz konusu. İlk akla gelen, üretilen metaların satılabilmesi için bunları alabilecek bir tüketici kitlesinin olması gerekir. İşçiler aynı zamanda tüketici olduklarından kapitalist tam otomasyon koşullarında, tüketiciler de ortadan kalkmış olacaktır. Kapitalistlerin ürettiklerini satamadığı ya da temel gelir adı altında ücretsiz dağıttığı, böylece kâr elde edilemeyen bir kapitalizm mümkün değildir. Kârın asıl kaynağının emek süreci ve artı-değer olduğu, emek olmaksızın artı-değerin de mümkün olmadığı, tartışmanın başka bir yönü.

Kitabınızda üretimdeki robotlaşma yoğunluğunun ülkelere göre farklılaştığını ileri sürüyorsunuz. Bunun nedeni nedir?

Evet, farklı. Öncelikle robot ve yapay zeka teknolojileri az sayıda ülkede ve az sayıda tekel tarafından üretiliyor. Bunların başında çok bilinen teknoloji tekelleri geliyor. Bu nedenle robot kullanımının belirli ülkelerde (genellikle emperyalist ülkelerde) yoğunlaşmış olması, ilk aşamada teknolojinin üretimiyle ilgili. İkincisi, robotlar pahalı. Onları satın alıp kullanmak bile büyük yatırımları yani tekelci olanakları gerektirir. Bu da onların kullanımını belirli ülkelerle sınırlandırır. Üçüncüsü, robotların, işçiye göre daha kârlı olması gerekir. Ucuz işgücünün yaygın olduğu bağımlı ülkelerde robotlar yeterince kârlı değildir. Bağımlı ülkelerin büyük kısmında işçilik o kadar ucuzdur ki, yeni teknolojik yatırımlar yapmak gereksiz, hatta irrasyonel olmaktadır. Örneğin Almanya’daki asgari ücret, Bangladeş’tekinin 20 katı civarındadır.

Sizce robot teknolojisindeki gelişmeler sosyalizmin maddi olarak mümkün olduğunu gösteriyor mu?

Evet, üretim araçları, dijitalleşme ve diğer teknolojilerdeki gelişmeler o kadar güçlü ki, çok az çalışma ile tüm toplumun refah içinde yaşaması, üretim ve dağıtımın yapay zeka teknolojileri ile kolayca planlanması/güncellenmesi çok daha mümkün. Günümüz dünyasının çarpıcı çelişkilerinden birisi de bu. Teknoloji böyle bir refah olanağı sunmasına rağmen, insanlığın büyük kısmı hâlâ açlık, yoksulluk, geçim derdi, uzun sürelerle çalışma, yoğun sömürü gibi sorunlarla mücadele etmek zorunda.

İnsanlığın ortak bilimsel ve teknik bilgi birikimi temelinde gelişmesine, yine bilim emekçileri tarafından üretilmesine rağmen teknoloji şirketlerce mülk edinilmekte. Sermayenin çıkarları doğrultusunda işlev kazanıyor. Çalışma sürelerini kısaltabilir, ama uzatmak için kullanılıyor. İş yoğunluğunu azaltabilir ama arttırmak için kullanılıyor. Tüm halkın refahını sağlayabilir ama küçük bir azınlığı zengin etmek için kullanılıyor.

Teknolojinin kullanım biçimini değiştirmek için onun mülkiyet biçimini değiştirmek, onu, üretim araçlarıyla birlikte halkın mülkiyeti altına almak gerekir. Günümüz bilim ve teknolojisinin yardımıyla dünyanın yoksulluk, evsizlik, açlık, eşitsizlik, yoğun çalışma gibi makro sorunlarını çözmek, yani sosyalist bir toplumu inşa etmek, yüzyıl öncesine nazaran çok daha kolay ve mümkündür.