Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Temelinde Yönetilemeyen Afet, Depremin Diğer Yüzü

Bir doğal afetin “bile isteye” el birliği ile katliama dönüştürüldüğü deprem bölgelerinde kadın olmak birden fazla yıkıcılığa maruz bırakılmak anlamını taşıyor.

Erkek devlet tüm yıkıcı ezici ve ayrıştırıcı dinamiği ile toplumsal cinsiyet eşitsizliğini körükleyen hamleler yapmaktan çekinmiyor.

Depremin ilk gününden bu yana deprem bölgelerine can suyu olmak ve kız kardeşleri ile dayanışmak için giden kadınlar tam da bu eşitsizliği gören bir yerden hak ihlallerine geçit vermeyecek bir dayanışmayı örüyor.

Deprem bölgelerine giden gönüllüler, kadın örgütleri, sosyalistler ve çeşitli kurumlar devletin yapmaktan imtina ettiği her yaşamsal faaliyeti büyük bir kararlılık ve halkçı dayanışma ile inşa etmeye başladı.

Bu kolektif bilincin bir tarafını da kadınlar örüyor. Toplumsal rollerin gittikçe körüklendiği, erkek şiddetinin meşrulaştırıldığı kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaların her geçen gün tırmandırıldığı bir gerçeğin içinde, erkek devlet ve iktidar kadın örgütlerinin dayanışma köprüsünü engellemekten gayri bir şey yapmıyor.

Geçici Barınma Alanları ve Toplumsal Roller

Az buz değil. Depremin üzerinden bir ay geçti. Ama hala kadınlar için güvenli barınma alanları inşa edilmiyor. Elektriğin ve yeterli aydınlatmanın olmadığı barınma alanlarında kadınlar hem cinsel şiddete hem de fiziksel şiddete maruz bırakılıyor. Hem de çadır kentlerde dolanan yüzlerce üniformalı ekip varken. Musa Orhan gibi yüzlerce üniformalı erkeğin nelere cüret edebileceğinin tanıkları iken.

Depremin ilk gününden beri güvenli barınma alanları sağlanmış olsaydı depremde enkaz altında kalıp canını zor kurtaran ve iki çocuğu ile sokakta kalan Alev Altun eski eşki Savaş Altun’un yanına gitmek zorunda kalmayacak, ölümle burun buruna bırakılmayacaktı. Cezasızlık politikaları ile kadın cinayetlerinin önünü açan erkek devlet bugün kadınlara sağlamak zorunda olduğu güvenlik sorumluluğunu üstünden atıyor. Kadınların yaşamını erkek şiddetine açık hale getiriyor.

Hal böyleyken, kadın kurtuluş hareketinin tuttuğu yer daha yaşamsal bir anlam ifade ediyor.

Kadınlar birbirinden aldığı güven ve güç ile güvenli barınma alanları inşa edip feminist kentler kurmak için kollarını sıvayıp, birbirine kol kanat geriyor. Adım adım feminist çadırların inşasından feminist kentlerin inşası tahayyülüne doğru bugünden harekete geçiyor.

Ancak, erkek iktidar güvensiz ve şiddet dolu kentlerin yeniden tahkiminin peşinde. O yüzdendir ki, bu süreçte, kadınların kolayca ulaşabileceği şiddet ve taciz birimlerinin kurulması ve bu birimlerin merkezinde kadın örgütlerinin olması elzem.

Deprem Bölgelerinde Bakım Krizi

Deprem öncesi evlerimizde hapistik şimdi ise çadırlarda ve toplu barınma alanlarında”

Bu kelimeler deprem bölgesinden Mersin’e gelen kadınların ortak söylemi. Ve bu söylem toplumun örmüş olduğu bütün erkek ağları tüm gerçekliğiyle teşhir edecek açıklıkta.

Mersin ili deprem bölgelerinden gelen halkın ilk tercihleri arasında. Hem deprem bölgelerine yakınlık açısından hem de geri dönüş kolaylığından önemli bir durak noktası.

Bu yüzden geçici barınma alanlarına yerleşen aileleri ziyaret ederken hep aynı kadın yüzlerine rast gelmek tesadüf değildi biliyoruz. Kadını ev içine hapseden erkek devlet bugün kadınları göç ettikleri kentlerde tümüyle toplumsal cinsiyet kıskacına hapsetmiş durumda. Beraber kaldığı aile fertleri ile birlikte yaşama tutunmaya çalışıyor kadınlar.

Erkekler geldikleri kentlerde dışarı işlerine koştururken bir yandan da bulundukları şehirlerin sosyolojik kültürel ve ekonomik açıdan koşullarını anlamaya çalışıyor. Bu süre zarfında ise kadınlar kendileri ile kurtarıp getirebildiği birkaç eşyasını ve nakit parasının güvenliğini üstleniyor. Ayrıca diğer aile bireylerinin özellikle eşlerinin, oğullarının ve baktıkları yaşlıların temel ihtiyaçlarını (giyim, gıda) gerekli kurumlardan istemek ve ulaşmakla görevli. Çünkü erkekler, başkasından bir şey istemeyecek kadar ‘gururlu’.

Belirsizlikler içerisinde geçici olsa da bir yaşam kurmaya çalışan kadınlar diğer aile fertlerinin bakım hizmetini karşılamak için bulundukları yerlerden dışarı çıkmıyor/çıkamıyor. Elbette bunun bir diğer yüzünü ise deprem bölgelerinde çadırlarda kalan kadınlar çoklu kriz boyutlarıyla yaşıyor.

Depremle birlikte, patriyarkal sömürü boyutlanırken, yeniden üretim krizi derinleşiyor.

Hal böyle iken, kadınlar ne acısını yaşayabiliyor ne de yas tutacak vakit bulabiliyor.

Oluşturulmayan hijyen koşulları gebe olan çocuğu olan yahut regl olan kadınlar için yeni bir yıkım yaratarak, yaşamsal bir mana taşıyor.

On binlerce kadın depremin üzerinden geçen bir ayda hala, hijyenik pet, tampon gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Kaldı ki ekonomik krizden en çok etkilenen kadınlar ucuz olduğu için sağlıksız birçok hijyenik ürünü kullanmak zorunda bırakılarak çeşitli enfeksiyonlara da her zamankinden daha da açık hale gelmiş vaziyette.

Hijyen koşullarının oluşturulmadığı her geçen gün deprem bölgelerinde mantar veya enfeksiyon hastalıklarının artması kadın sağlığı için büyük tehdit oluşturuyor.

Mobil WC’lerin ve banyoların her mahallede yeteri kadar olmaması salgın hastalıkların da kol gezdiği koşullarda büyük bir halk sağlığı krizinin önünü açıyor.

Ataerkil toplumun kalıplaşmış yargıları, bugün bu yıkımla karşı karşıya kalmış bütün kadınları cinsiyetçi muamelelere maruz bırakıyor.

Feminist çadırlardan feminist kentlerin inşasına adımlarken, kadınları önleyici ve koruyucu kadın odaklı bütüncül politikaları hayata geçirmek geldiğimiz aşamada acil bir ihtiyaç ve zorunluluk haline gelmiş durumda. Erkek devletin tüm yıkıcı ve erkek siyasetine , kadınlar dayanışma kültürüyle deprem bölgelerinde kurdukları kadın çadırları ile bu politikanın başlangıç adımını açısından örnek oluşturuyor.

Bu yıl 8 Mart’ı öfkemiz ve isyanımızla karşılarken, feminist kentleri beraber kurmanın ortak duygusu ve iradesiyle sokaklarda olacağız. Kızkardeşlik şiarımızı yara alan tüm kadınların öfkesi ile örgütlü bir güce dönüştüreceğiz.