Çambükü Köyü Direnişi

Toprakları için direnişte olan köylülerin daveti üzerine İstanbul’daki doğa savunucularıyla beraber Amasya’nın Taşova ilçesine bağlı Çambükü köyü için 14 Aralık Çarşamba günü hep birlikte yola çıktık.

Çambükü’ndeki köylüler topraklarına, mahsullerine, (mutualist bir yaşam pratiği olarak görecek olursak) hem temel geçim kaynağı hem en yakın dostları olan hayvanlara saldıran jandarma ve sermayenin iş makinelerine karşı tek bir saldırıda devlet bilinci edinerek canları pahasına mücadele ettiler. Bu mücadele alanının direngen özneleriyle tanışıp deneyim aktarımı almak, birlikte forum yaparak yerel mücadeleden dersler çıkarmak ve toplumsal tahakkümle doğa tahakkümünün iç içe geçtiği bu yerde hep birlikte yürüyüşe geçip basın açıklamamızı yaparak kolektif bir emek üretiminde bulunmak bizim için çok kıymetliydi.

Geçmişteki birkaç ekoloji mücadelesi örneğinden yola çıkarak bu gibi direniş yerleri ziyaretlerinin önemini açıklamaya çalışacağım: Bergama’da köylüler altın madenleri şirketlerine karşı 1992 yılından 2001 yılına kadar İl İdare’ye, Danıştay’a, Anayasa Mahkemesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar dava açtılar ve hepsini kazandılar. Hem hukuki hem sokakta politik mücadele vererek yeri geldiğinde boğaz köprüsünde pankart açarak yeri geldiğinde çıplak eylem yaparak seslerini duyurmuşlardı. Aslında kazandıran şey hukuk mücadelesini önceleyen ve kapsayan direnişlerdi. Çünkü doğanın korunmasına dair yasalar yıldan yıla zayıflatılıp etkisizleştirilirdi. Doğayı koruyan en büyük hukuk direnişlerin hukuku oldu.

Aynı yıl Erzincan –İliç’te Şirketler Bergama’daki köylü-halk direncine benzer bir tepkiyle karşılaşmamak için madene yakın bölgede bulunan köylüleri ABD’ye ikna ziyaretine götürmüştü. AK Parti, CHP, MHP ve Anavatan Partisi ilçe başkanları ve çeşitli milletvekillerinin de katılımıyla Colorado ve Nevada eyaletlerinde madenlerle ilgili sözde teknik gezi yapmıştılar. Gerçekte ise tüm bunlar devletin, altın madeni şirketlerinin doğayı talan ederek karına kar katmasına karşı köylülerin mücadele etmesini engelleyip güçlerini kırmak için yaptığı kara propagandaydı, manipülasyondu.

Tam bu noktada devlet ve sermayedarların bizden olan sınıfımızın insanlarını köylüleri, çiftçileri yurdunda toprağı için mücadele edecekken türlü baskı ve manipülasyonlarla ABD’de teknik geziye götürerek maden faaliyeti aracılığıyla toprağı, nehirleri zehirlemeye ikna ettiğini görüyoruz.

İnsanları parayla ayartmaya çalışan otoritelerin doğayı ve tüm canlıları metalaştırıp para kaynağı olarak gösterip talan etmesine karşı ekolojistlerin bunun gibi lokal direniş yeri ziyaretlerini sıklaştırması gerektiğini düşünüyorum. Ekolojistler, doğa ve yaşam savunucusu solcular olarak toplumla bağlarımızın koparılmaya çalışıldığı, örgütlenme özgürlüğümüzün en yoğun biçimde baskılandığı bu dönemde absürt biçimde yurtdışına teknik geziler düzenleyerek halkı manipüle edenlere karşı kitlelere güven verebilmek için daha fazla direniş yerinde, köyde, madende, sokakta yan yana olmalıyız.

Çambükü’nde Geçmişten Bugüne Yaşatılanlar:

OSB inşa edilmek istenen bu topraklar 1995’te DSİ’nin “İyi Tarım Projesi” kapsamında köylüye kurayla verildi. Dönemin Taşova Kaymakamı Ali Kazgan’ın röportajına göre çiftçilerin gelir durumunun iyileştirilmesi amacıyla yapılan bir çalışmaymış bu. 1997 yılında ise yine kaymakam tarafından 33 dönüm tarım arazisi tapu kayıtlarında geçtiği şekliyle ata toprağı olarak Çambükü halkına verilmişti. Burada o yıllarda Kadastro müdürlüğü parselleme yaptı, Devlet Su İşleri (DSİ) de bölgede teraslama yapıp su kanalları inşa etti ve topraklar tarıma uygun hale getirildi.

Köylülerin mera olarak kullandığı, mısır, bamya, yonca yetiştirdiği bu alanı 2021 yılına gelindiğinde ise OSB kurulması için rantiyeye tahsis ettiler. Köylüler de bunun üzerine yaşam alanları ve geçim kaynağı toprakları için direnişe geçti.

Bu topraklardan köylüleri bu sefer işgalci yaftalamasıyla çıkarmak için dava açtılar. Mahkemenin birinci keşif raporu köylünün lehine sonuçlanınca iptal ettirildi. İkinci keşif raporuna zemin hazırlamak için de Çambükü köyüne 5 Aralık’ta sermayenin iş makinaları jandarmanın korumasıyla girerek, köylülere şiddet ve işkence uygulayarak, arazilerini ve bütün ekinlerini talan etti. Süreç genel itibariyle bu şekildeydi.

Özetle OSB ile burada amaçlananı ve halk için sonuçlarını açıklayacak olursak şunları sıralayabiliriz:

1-Buraya OSB kurulması ile bölgenin doğası ve bölge halkının yaşamı tamamı ile yok edilecektir.

2-Bu apaçık diğer talan alanlarında da gördüğümüz doğasızlaştırma ve insansızlaştırma politikasıdır. Bandırma’da da OSB inşa eden aynı rantçı zihniyet, köylüler daha buğday hasadını yapamadan köylülerin ekinlerini talan edip topraksız bırakmıştı. Çambükü’nde de aynısı yaşandı. Gölgesinde oturacak tek bir ağaç dahi bırakmadılar.

3-OSBler yabancı sermayeye açık üretim merkezleridir.

4-OSBlerin kurulması başlı başına bir doğa talanı ve ekokırım suçu iken kurulduktan sonra da enerji ihtiyacını gidermek için çeşitli doğayı sömürü araçlarına başvurulur. Yani OSB inşaatı Yeşilırmak nehrini ve bölgenin havasını, toprağını, ekolojik dengesini gözetmekten ziyade rantın iktidarın sermaye ortaklarının siyasi dengesini gözetmektedir. Bu nedenle ne Çambükü’ne ne de başka bir yeşil doğal alana inşa edilmemelidir.

5-OSBler sigortasız, can güvenliksiz işçileri ve ucuz işgücü diye adlandırdıkları savaş mağduru göçmenleri sömürerek savaş sanayisine üretim yaparlar. Kırıkkale Organize Sanayi Bölgesi’nde olduğu gibi doğrudan veya dolaylı yoldan bu sömürüyü gerçekleştirirler.

6-OSB’lerin inşa edilmesiyle birlikte devletin bölgedeki insanların yaşam şartlarını sınırlandırarak seçeneksiz bırakıp göçe zorlayacağını veya kaldığı takdirde ya OSB’de ya da OSB’nin ihtiyaçları için çalışan hizmet sektöründe istihdam etmek zorunda bırakacağını görüyoruz.

Burada yaşanan hadiselerden çok açık olarak görüyoruz ki toprağı, doğası için direnen çiftçi köylülerle mücadele edemeyen devlet, köylülere terörist ve işgalci diyerek kriminalize edip kara propaganda yapıyor. Senelerce emek verip yüzlerce ceviz ağacı yetiştiren, yonca, bamya, mısır yetiştirip üç bine yakın hayvanı besleyen köylüler mi işgalci yoksa tüm ağaçları iş makineleriyle kökünden söküp ekinleri talan edip köylülere tahsis ettiği alana acele kamulaştırmayla geri çökerek tükürdüğünü yalayan kurumlarının işleyişinden bihaber devlet mi? Burada koruyucu pratiklerin karşısına örgütlü şiddet söylemiyle bir örgütlü yok etme siyasetinin çıkarıldığını görüyoruz. Tarımı doğayı savunan çiftçiler jandarma da dahil kendilerine savaş açan devlet kurumlarındakilerini ürettiği mahsulüyle doyururken jandarma ve sermayedarlar OSB’lerde üretilen iş makineleri ve silahlarıyla kendilerini doyuran bu halka, köylülere savaş açtılar.

Sermayedarların ve devletin zor aygıtlarının üreteceği tek şey şiddet ve yıkımdır. Biz ekolojistler, yurdun dört bir yanında toprağı için direnen köylüler, çiftçiler, emekçiler ve en ön safta cesurca jandarmayla dövüşen kadınlarla birlikte sizin yıldırma politikalarınıza da savaş, yıkım ve zulüm iktidarınıza da boyun eğmeyerek yaratmaya, yeniden yapmaya, tohumları yeşertmeye ve yaşamı her canlının hakkını savunmaya devam edeceğiz. 

Bölgedeki Hayvanlarla İlgili İzlenimlerim ve Vizörüme Yansıyan Kareler:

Taşova’ya vardığımızda gördüğüm pek çok hayvan hastaydı ve çoğunda parazit vardı. Vücutları yara bere içindeydi. Sanırım yeterli beslenememekten kaynaklı hepsi zayıftı.

Çambükü köyündeki hayvanlar ise gayet iyi görünüyorlardı, birkaç köpek birlikte direnmiş hatta kadınlarla, köylülerle. Bizim peşimizi hiç bırakmayan yeni geldiğimiz için bize rehberlik eden bir köpek de vardı adına Diren dedik ama herkes ona başka bir şey söylüyordu. O da pek umursuyor gibi değildi sevgi ve okşanma ihtiyacını gidermesi kâfi gibiydi ona göre.