Devlet Krizi “İvmeleniyor”

Hayatın her alanında yaşanan gelişmeler, hızını ve şiddetini giderek artırıyor. Dünya çapındaki hızlanma ve şiddetlenme, Türkiye’de kendisini ivmelenmiş bir biçimde gösteriyor. Bu “ivmelenme”yi tetikleyenlerinden birisi de devletin yaşadığı kriz.  

Vazife  

Yazılı tarihten bu yana kurumsallaşmış olarak var olan “devlet aygıtı”, toplumsal yaşamın düzenlenmesi ve istikrarlı bir biçimde devam etmesini sağlamakla vazifelendirilmişti. Günümüze kadarki gelişmelere bakıldığında devletin, egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda toplumsal yaşamı düzenleyip idame ettirerek vazifesini yerine getirdiği görülüyor. Devletin vazifesini yerine getiremediği zamanlar da var: Ezilen sınıfların yaşamlarına sahip çıkarak “başkaldırdığı” ve egemen sınıflar arasında paylaşım mücadelesinin keskinleştiği zamanlar. 

Türkiye özelinde bakıldığında devletin krizi, birincisinin de kimi zaman etkili olduğu ama esas olarak ikincisinin (“şimdilik”) ağır bastığı bir zamana tekabül etmekte. Kapitalizminin derinleşen yapısal kriziyle bağlantılı olarak Türkiye burjuvazisinin yaşadığı kriz, sermayeyi toplumsal yaşamın her zerresini sömürmeye zorluyor. Sermayenin bu zorlaması da devletin “ideolojik aygıtlarından” daha fazla “şiddet tekelini” kullanmasına neden oluyor. Şiddet tekelinin sağladığı yeni sömürü alanları egemen sınıfların ağızlarını sulandırmanın yanı sıra bu tekele sahip olma arzusunu da artırıyor. Bu bağlamda siyasal alandaki söylemler ve eylemlerde de “şiddetin” dozu artırılarak devletin şiddet tekelinde pay kapılmaya çalışılıyor. Şiddet, zorlama ve pay kapma çabasının birleşip kaynaşması ise devletin vazifesini gerçekleştirmesini engellemekle birlikte “bütünlüğüne” de zarar veriyor ve krizinin büyümesine neden oluyor. 

Patlama  

AKP-MHP-Ergenekon ittifakının büyük oranda hükmettiği devlet aygıtının krizi, bu özneler ve öznelerin temsil ettiği sınıfsal tabakalar arasındaki pay kapma mücadelesinin büyümesinden kaynaklı derinleşiyor. Taksim’deki patlama, Suriye’ye yönelik operasyon çabası, zincir marketlere yönelik söylemler gibi gelişmeler bu derinleşmenin ivmelendiğinin göstergeleri. 

Taksim’deki patlamaya yönelik soru işaretlerinin giderilememiş olması, Erdoğan’ın İçişleri Bakanından değil de İstanbul Valisi’nden bilgi alması, şüphelinin MHP’li ilçe başkanının telefonundan aranmış olması ile şüphelinin yakınlarının ÖSO ile bağlantısı ve bunun gibi “bilgilerin” halka açık hale getirilmesi, patlamanın AKP/Erdoğan’dan “habersiz(!)” bir biçimde MHP-Soylu kliği tarafından uygulandığına dair intibayı güçlendiriyor. Keza patlamanın ardından Suriye’deki Kürt güçlerine yönelik operasyon hazırlığına girişilmesinde Bahçeli ve Soylu’nun özel çaba göstermesi de ikilinin özel bir hamle içerisinde olduğunu gösteriyor. 

Halk nezdinde desteği ve itibarı azalan, mafyöz sermayenin ihtiyaç duyduğu payı sağlamakta güçlük çeken bu ikilinin özel hamleyle hem siyasal hem de ekonomik alanda güç kazanmayı planladıkları gözüküyor. Yaşanan gelişmeler planlarında tam anlamıyla başarılı olamadıklarını, ama yapılan hamleyle sahip oldukları güçleri bir süre daha konsolide etmeyi sağladıklarını gösteriyor. Öte yandan Erdoğan ve Ergenekon’un ise bu özel hamleye doğrudan müdahil olmayıp yaratacağı sonuçlardan doğru kazanç sağlamayı çalışıyorlar. Erdoğan’ın ABD, Rusya ve hatta Esad’la ve Ergenekoncuların ise Rusya ve Esad’la iletişime geçerek Suriye’ye operasyon yapmaya çabalamaları buna işaret etmekte.  

Pay Kapma  

Zincir marketlere yönelik tartışmalarda da iç mücadelenin izlerini görmekteyiz. Bahçeli’nin süregelen söylemleriyle başlayıp karşı cevaplarla alevlenen tartışma şimdilik sönümlense de kor halinde alttan altta yanıyor. 12 Eylül’ün ardından İslamcı hareketlerin ve tarikatların yoksul mahallelerde örgütlenmelerini sağlayan ve AKP dönemiyle holdingleşecek kadar büyüyen zincir marketler, önemli bir siyasal, toplumsal ve ekonomik güce sahip. Çeşitli tarikatların sahip oldukları zincir marketler başta AKP’nin olmak cemaat ve tarikatların kitle örgütlenmelerini sağlamanın yanı sıra ekonomik güç de sunuyor. Bu nedenle MHP ve Ergenekoncuların iştahını kabartıyor.  

MHP halkın zamlara ve yoksulluğa duyduğu öfkeyi zincir marketlere yönlendirerek iktidar ortağını korumaya çalışırken, cemaat ve tarikatların iktidardaki alanını daraltarak kendi yerini büyütmeye çalışıyor. Büyütme çalışması da tarikatlar ile MHP arasındaki gerilimi şiddetlendirerek devlet krizine bir fay hattı daha ekliyor. 

Ergenekoncular ise bir taraftan halkın zamlara ve yoksulluğa duyduğu öfkeyi diğer taraftan cemaat ve tarikatların çocuklara uyguladıkları ve istismar nedeniyle yükselen halkın tepkisini “halkçı” ve “laiklik” söylemleriyle kapsayarak bu ekonomik, toplumsal ve siyasal “pasta”dan pay kapmak istiyorlar.  İktidar alanının içinde ama sorumluluğundan “dışarıda” olmaya özen gösteren Ergenekon kliği, popülist söylemlerle krize başka bir gerilim daha yüklüyorlar. 

İktidar alanında bulunan siyasal özneler, aralarındaki bu mücadeleye rağmen, “dış düşmanlara” karşı “birlik” içinde durarak ortaklığı “şimdilik” bozmamaya özen göstermekteler. Fakat bu “özen”in, eğer iktidar alanında güç kazanmayı sağlayacaksa “dış düşmanla” pragmatik ilişki kurulmasını (HDP heyetiyle görüşme, İYİP ve CHP üyelerini “teşviklerle” kazanma) dışlamadığı görülüyor. Şayet pragmatik ilişkilerin sağlayacağı kazançlar büyük olursa “dış düşmanların” öznelere göre değişiklik göstermesi de büyük bir olasılık. “İçeride” şiddetlenen pay kapma mücadelesine ek olarak “dış düşmanların” görecelileşmesi de özneler arasındaki gerilimi artırabilir. Ve gerilimin artması da “vazifesini” yerine getiremeyen devletin krizinin ivmelenip içinden çıkılamayacak kadar derinleşmesine neden olabilir. Fakat krizin derinleşmesi, halk hareketleri siyasal alanı etkileyen mücadeleleriyle müdahil olmadığı takdirde, devletin “şiddet tekelini” daha güçlü ve konsolide olmuş biçimde (yani faşizmi kurumsallaştırarak) uygulamasına yol açabilir. Dolayısıyla sermayenin dünya çapındaki kriziyle bütünleşmiş ve derinleşmiş devlet krizinin halkın lehine giderilmesinin tek yolunun devletin “restore” edilmesinden değil, halkın mücadelesiyle oluşacak gerçekten demokratik bir cumhuriyetten geçtiği görülüyor.