Denizlerde İklim ve Savaş Açmazı

On bin yıl önceki son buzul çağından bu yana dünya üzerinde eşi benzeri görülmemiş bir iklim değişikliği yaşanıyor. Bunun sonucu olarak küresel ısınma ile gezegenimizin kutuplarındaki buzullar erimekte ve sayısız felaketlere gebe. Tüm bunların yanı sıra egemenlerin emperyalist hırsları ile bitmeyen savaşlar ayrıca denizlerimizi ısıtıyor ve deniz işçilerinin kilit rol aldığı deniz ticaretinde büyük değişimlere neden oluyor. Arktik bölgesinde deniz buzu oranlarının kayıtların tutulmaya başladığı 70’li yıllardan bu yana rekor bir azalma gösterdiğinden Rusya’nın uzun Arktik kıyısı boyunca Ice-Class* olmayan gemilerin dâhi rahatlıkla seyir yapabileceği rotalar oluşuyor. 1980’lerden itibaren gözle görülür bir düşüş yaşanması ile zaten Sovyetler Birliği liman yatırımlarını arttırmıştı. Üstüne Putin Rusya’sının ortaya koyduğu Arktik 2035 projesi de hem ticari hem de askeri anlamda Arktik’teki rekabeti kızıştırıyor. Putin Rusya’sı sadece Arktik’te değil Ukrayna’yı işgal ile Karadeniz’de de suları ısındırmayı başararak iklim krizi ile somut olan ısınmayı emperyalist emellerle mecazen de gerçekleştirdi.

İklim ve Denizcilik

19. yüzyıl itibariyle hızla gelişen teknoloji sanayileşmenin önünü açtı ve maalesef buna paralel olarak çevre ve iklim krizinin temeli atıldı. Bunun şüphesiz en temel sebebi ise fosil yakıtların yarın yokmuşçasına harcanarak enerji ihtiyacının karşılanmaya çalışılmasıdır. Tüm bu zincirin halkaları da en sonunda karbon emisyonlarının tavan yapmasıyla günümüz ekolojik krizlerini yarattı. 80’li yıllarda kutup araştırmacılarının ozon tabakasındaki seyrelmeyi keşfetmelerine (Farman vd. 1985) kadar çevre ve iklim farkındalığı ekonomik gelişmede hep göz ardı edildiği için hiç önemsenmemişti. Hâlen daha neoliberal kapitalist ekonomi politikaları içinde sürdürülemez bir anlayış dünya geneline dayatılmaya çalışılsa da toplumsal olarak iklim değişikliği ve çevre kirliliğine ilişkin farkındalıklar artıyor. Bilimsel çalışmalar sonucunda iklim değişikliğinin buzulların erimesini hızlandırmakla birlikte, deniz buzlarının erimesi sebebiyle düzensizleşen okyanus akıntıları (Trossman ve Plater, 2021) ile aşırı karbon salınımının yarattığı okyanus asitlenmesi (Vargas vd., 2022) gibi sayısız çevresel sorunlar iklim araştırmacılarının gündemini meşgul ediyor. Ekonomi politikalarında ürün ve sermaye merkezli anlayış dünya üzerindeki doğal kaynakların bir sonunun olduğunu hiçbir zaman hesaba katmadan tüketmeye devam ederek yalnızca sermayedarların kâr güdüsünü merkeze koyuyor. Bu nedenle iklim sorunlarına yönelik çözüm için atılan adımlar ya somutlaşamamış ya da geç kalınmış önlemlerden öteye geçememiş ve içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda karbonsuzlaşmak için iklim konferanslarında görüşülen problemler yalnızca geri dönülemez tehlikeli eşiğe gelmemeyi amaçlıyor. Kısacası iklim krizini çözmekten ziyade zaman kazanmak ve sermayedarların kâr marjını mümkün mertebe korumak hedefleniyor.

Denizcilik sektöründe ise IMO tarafından yürütülen çevre koruma planları herhangi bir somut çözüm önermiyor. Herhangi bir kaza ve sonucunda açığa çıkan felaketler yaşanmadan deniz ticaretinin dümenindeki kurumlar hiçbir şekilde bilim insanlarının ikazlarını dikkate almıyorlar. Kazalar neticesinde alınan kararlar da genelde ilk cümlede ifade edildiği gibi göstermelik adımlardan öteye gitmiyor. Tarihte meydana gelen çeşitli tanker kazaları sonucu açığa çıkan petrol kirliliği ve off-shore platformlarda meydana gelen kazalar sonucu oluşan çevresel felaketler ile biyolojik çeşitliliğinin mahvolması bu kazalara örnek olarak verilebilir. MARPOL sözleşmesinin açığa çıkmasındaki en önemli olay ise şüphesiz 1967 yılında meydana gelen Torrey Canyon süper tankerinin karaya oturarak İngiltere kıyılarında ciddi bir çevre kıyımına sebep olmuştu. Ancak MARPOL’e ilişkin ciddi adımların 80’li yıllarda atıldığı göz önüne alınınca küresel sermayenin hantal bürokratist yapısı sebebiyle çevre korunmasının çok da büyük bir önem arz etmediği gün gibi aydındır. Bundaki en önemli ana unsur ise, tek cidardan** çift cidara geçmek gibi, gemilerin temelden teknik yapılarının ve teknolojilerinin geliştirilmesi, karbon emisyonu gibi hususlarda da yeni yakıtlar ve makine tahrik sistemlerinin geliştirilmesi gibi teknolojik atılımlar ve yatırımlar gerekiyor ve bu da sermayenin para kaybetmesi anlamına geliyor. Sözün özü sermayedarlar için sorun çevre kirliliği, işçi hakları, insanlık ve doğa yararına olacak herhangi bir konu ise tartışmalar yıllar hatta on yıllar sürer ve muhtemelen işe yarar bir sonuca varılmaz. Varılsa bile bu bir asır sürebilir. Ama sözde ulusal güvenlik, askeri operasyonlar, sınır güvenliği, mülteci krizi gibi tamamen emperyalistlerin yarattığı savaşların bir sonucu olan suni sorunlar için 1-2 yıl gibi kısa sürelerde hızlıca kararlar alınabilir. ISPS’in [SOLAS’a ek güvenlik kuralları, Ed. Notu] hızlıca SOLAS’ın [Denizde Can Güvenliği Uluslararası Sözleşmesi, Ed. Notu] içine nasıl sıkış tepiş yerleştirildiğinin anlatıldığı MayDay’in ilk sayısındaki Dünya Denizciler Günü Nedir? başlıklı makalede de belirtildiği gibi, küresel sermayenin uluslararası hukuka istediğini yaptırma taktiği. Aynı hızlandırmayı ise gemi sökümünün çevreye ve işçilere olan zararlarını engellemek için tasarlanan Hong Kong konvansiyonunda nedense göremiyoruz (IMO, 2021).

Tahıl Koridoru ve Ukrayna Savaşında Karadeniz: “Mayın Tarlası”

Şubat 2022 itibariyle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile birlikte Karadeniz adeta mayın tarlasına döndü, bunun sonucunda deniz işçileri aylarca evlerine gidemediler, limanlarda mahsur kaldılar. Rusya ve Ukrayna devletlerinin fütursuzca yaptığı saldırılar sivil denizciliği vurdu, serseri mayınlarla ayrıca bölgeyi ısındırdı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi savaşın başlarında Ukrayna limanlarında mahsur kalan gemilere Neo-Nazi grupları musallat oldular, yağmalarla denizcileri perişan ettiler. İlerleyen süreçte tahıl krizi baş gösterdiği için kısa süreli bir yumuşama olsa da son süreçte bu da sallantıda olduğundan hâlâ bölgedeki gemilerde denizciler hapis durumdalar. Emperyalizmin hırslarının en tabii sonucu olarak meydana gelen savaşlarda sadece zenginler kazanıyor, sıradan vatandaşlar ölüyor. Buradan nemalanmak isteyen armatörler ise gemilerinin sigortalarına güvenerek deniz işçilerinin bedenlerine sadece fiyat biçiyorlar.

Tahıl koridoru anlaşması ilk gündeme geldiğinde Türkiye öncü olarak yoksul ülkelerde kıtlığın engellenmesi için Rusya ile ortak bir çalışma başlattı. İstanbul’da müşterek bir merkez kurularak koridordaki seyrin takibi ve organizasyonu yapıldı. İlk başlarda her şey iyi görünürken Rusya’nın buradan çıkan gemilerin tahılı Afrika değil de Avrupa’ya taşıdığını öne sürmesinin ardından Kırım’da koridoru denetleyen gemilerin vurulması ile Karadeniz tekrar ısındı ve bölgede savaş şartlarında çalışan deniz işçilerinin durumu Şubat 2022’deki şartlara geri döndü. Savaşın yarattığı istikrarsız ortamda navlun fiyatları [Yük taşıma bedeli, Ed. Notu] uçmuş olduğu için özellikle koster piyasasındaki birçok armatör koridordan tahıl çekme yarışına girmiş, ancak hiçbiri Uluslararası Taşımacılık İşçileri Sendikaları Konfederasyonu (ITF) belirlediği savaş bölgesi maaş ikramiyelerini deniz işçilerine ödememiştir. İkramiye bir yana, savaş bölgesinde çalışmak istemeyen deniz işçilerinin kontratlarını feshetme hakları olmasına karşın mafyatik armatörler tarafından sürekli tehdit edilen deniz işçileri ailelerinin geçimini düşündükleri için çalışmaya mecbur kaldılar ve kalmaya da devam ediyorlar. Normal şartlarda aşırı stresli olan denizcilik, ısınan sularda, mayınlarda ve savaşların gölgesinde daha da stresli bir hal alarak deniz işçileri arasında hipertansiyon ve kalp krizi oranlarını da gözle görülür ölçüde arttırdı.

Savaş Sürecinde Arktik İklimi

Rusya’ya uygulanan yaptırımlar sonrasında neredeyse AB ile ticari bağın kalmaması sebebiyle Türkiye, Çin ve Hindistan gibi ülkeler Rusya’dan çıkan ürünlerin direkt olarak aktarma merkezi haline gelmiştir. Enerji ham maddelerinin büyük oranda sahibi olan Rusya, kömür ihracatını Hindistan, Çin ve Türkiye’ye hali hazırda yapmaktaydı ancak Karadeniz’de ısınan sular ve mayın krizleri sebebiyle Arktik’te bulunan bir limanı gözde haline getirdi: Murmansk! Sovyetler Birliği’nin son dönemlerinden itibaren artan Arktik yatırımları Ukrayna savaşına kadar genel olarak Yamal yarımadası çevresinde konuşlanan doğalgaz tesislerinin Sabetta limanına gaz ikmal edip buradan da Murmansk’a ve Çin’e LPG gemileri ile taşınması ölçüsünde küçük bir ticaret hacmine sahipti. Yıllar geçtikçe iklim değişikliği ile artan küresel ısınmanın yarattığı deniz buzu kayıpları Arktik’te özellikle yaz döneminde buzsuz bir alan oluşturmayı başarmış bu sayede de gemi trafiği daha da artmıştır. Bu artmanın asıl sebebi ise artık Ice-Class gemiler dışındaki gemilerin de büyük bir zaman diliminde rahatça seyir yapabilmesi olmuştur. Çünkü bu sayede buzul seyir için gemilere teknik masraf yapılmak zorunda kalmadan çok kestirme rotalardan ticaret hızlanmıştır. Ancak iklim değişikliğinin hat safhada olduğu bu dönemde bir de gemi trafiğinin Barents denizi ve Arktik genelinde artması kırılgan olan doğaya iyice darbe vuruyor.

Arktik 2035 programı ile Rusya Arktik’te kesintisiz olarak askeri tatbikatlar gerçekleştirdiği için ayrıca ölçülemeyen ve tespiti çok zor kirlilikler meydana geliyor. Tabii Arktik Rusya kıyısından ibaret değil. Kanada, Norveç, Danimarka (Grönland adası) ve ABD de en az Rusya kadar buradaki etkinliğini arttırmıştır. Bugün özellikle Ukrayna savaşı sebebiyle birçok dökme yük gemisi ve tanker Murmansk Limanı’na gelerek kömür ve petrol ürünlerini alıyor, bunlar çoğunlukla Hindistan, Türkiye ve Çin’e gidiyor. Murmansk’ın tek başına yetmeyeceği aşikâr olduğundan Baltık Denizi’nde yer alan Ust Luga Limanı da bu süreçte geçmişe göre gemi ziyaretlerinde zirve yaptı ve dökme yük gemileri yine kömür yüklemek için buraya geliyorlar. Sibirya Kömür Enerji Şirketi (SUEK) bünyesinde dünya çapında gemiler kiralanarak bu limanlara gönderiliyor ancak planlamanın zayıflığı sebebiyle bugün Murmansk Limanı’nın girişinde Barents denizinde rıhtıma yanaşmak için gemiler bir aya yakın süre drift yapmak zorunda kalıyorlar. Bunun da savaşın ve emperyalist anlaşmazlıkların devamı halinde Arktik bölgesi için ayrıca bir çevre sorunu olarak yakın geleceği etkileyeceği kesindir.

Sonuç

Kapitalist çarpık üretim yapısının topluma dayattığı tüketim alışkanları yıkılmadan iklim krizini de deniz işçilerinin sorunlarını da savaşları da bitirmek mümkün değil. Finans kapitalin kâr hırsının tamamen yok edilerek iklim sorunlarına çözüm üretecek yöntemler desteklenmelidir. Emperyalizmin tüm savaşların en büyük sorumlusu olduğu dünyada tahıl gibi kıtlıkları getirebilecek bir ürün üzerinden siyasi oyunlar oynanması, düzenin ne kadar insanlık dışı ve para merkezli olduğunu yüzlerimize bir tokat gibi vuruyor. Buzulların erimesi, akıntıların sekteye uğraması ve bunların sonucu olarak yağış rejimlerinin bozulması gibi iklim felaketlerinde denizciliğin payı yalnızca yüzde 3 olup aslen tüm dünya sanayisi sorumlu olduğundan fosil yakıt tüketiminin büyük ölçekte kısıtlanması dışında bir çözüm şu an için mümkün görünmüyor. Ancak savaşların ortasında kalan deniz işçileri armatörlerinin gemileriyle dünyanın enerji hırsı için durmadan kömür ve petrol taşımaya devam ediyorlar.

Kapitalist düzende servet birikimi ve kâr hırsı dışında hiçbir başka önem arz eden konu yoktur. İklim krizi ve savaşların kapitalist mantıkta bitmesi için ancak ve ancak emperyalist devletlerin barış ve ekolojiden sermaye birikimi sağlaması gerekmektedir. Kısacası şirketlerin borsa değerleri artacaksa en azılı kapitalist bile Greenpeace aktivisti olabilir. İşte bu sebeple mevcut sistemin içerisinde kalıcı ve gerçekçi çözümler üretilmesini düşünmek vakit kaybı ve insanlığın sonu için beklemek demektir. Oligarkların zenginleştiği, şirketlerin ve silah simsarlarının hiç durmadan servet biriktirdiği Karadeniz’de ezilenler ve sömürülenler dur demedikçe ne savaşlar ne de acı sonuçları hiçbir zaman son bulmayacak. Aynı sebeplerden ötürü iklim yüzyıllardır olduğu gibi sömürülen doğal kaynakların acı bir sonucu olarak bozulmaya devam edecek ve sürdürülebilir bir ekoloji yaratmak için tüm işçiler ve ezilenler adım atmazsa, dünyanın mahvını oturup izlemek mecburiyetinde kalacağız. Peki çıkış yok mu? Mevcut düzenin çarklarını kırmak özgürlüğe açılan bir kapı olacak ve sürdürülebilir, eşit bir biçimde inşa edilen dünya toplumunu kurmadaki ilk adımı sağlayacaktır. Tüm dünyada enternasyonalist bir dayanışma ile işçiler sınıf bilinciyle sömürü düzenini de iklimi ve doğayı talan eden sermayeyi de tek yumrukta indirecek güce fazlasıyla sahip en kudretli güçtür. Yeter ki onu teskin etmekten geri durmayan ikiyüzlü sendikalara aldanmasın ve onu her daim maden ocaklarında kıran, gemilerde öldüren, tersanelerde sakat bırakan sermayenin düşman olduğunun bilincine varsın. Bir avuç milyarderin milyarlara hükmettiği korku imparatorluklarına karşı örgütlü ve tek yumruk olacak olan işçi sınıfı tüm denizlerde barışı ve iklimde sürdürülebilirliği sağlayacak yegâne kuvvettir. Tarih bizlere tüm hakların örgütlü mücadele ile kazanılabildiğini aksinin mümkün olmadığını göstermiş ve tüm emekçi sorunlarına karşı birleştiğimiz gibi iklim krizine karşı da tek yumruk olarak dik duruşumuzu göstereceğiz!

 

*Ice-Class/Buz klası: Buzlu denizlerde gezinebilme sınıfındaki gemi. (Ed. Notu)

**Cidar, ticaret gemilerinde bordanın (geminin yan kısmının) ambar kısmına bakan duvarıdır. Eski tip gemilerde borda tek kattan oluşurdu. Gelişen dizayn teknolojisiyle beraber, gemilerde dış duvarı ile ambar duvarı arasında boşluk oluşturulup çift katman meydana getirildi. Bu şekilde bordası olan gemilere de çift cidarlı gemiler denir. (Ed. Notu)

Kaynakça

  1. Farman, J. C., Gardiner, B. G., & Shanklin, J. D. (1985). Large losses of total ozone in Antarctica reveal seasonal ClOx/NOx interaction. Nature, 315(6016), 207-210.
  2. IMO (2021). Recent Ratifications of Hong Kong Convention. https://wwwcdn.imo.org/localresources/en/About/Conventions/StatusOfConventions/Instruments%20recently%20received%20V2.xls
  3. Trossman, D., & Palter, J. (2021). Changing Ocean Currents. From Hurricanes to Epidemics. Global Perspectives on Health Geography. Springer, Cham. Pp 11-26.
  4. Vargas, C.A., Cuevas, L.A., Broitman, B.R. (2022). Upper environmental pCO2 drives sensitivity to ocean acidification in marine invertebrates. Nat. Clim. Chang. 12, 200–207.