Zaman hızlanıyor

İktidar seçim sürecini faşizmin kurumsallaşmasını nihai hedefine ulaştırma hedefiyle yürütmeyi hedefliyor. Hedefini öyle ya da böyle ucundan tutabilirse bile seçim sonucunu istediği gibi açıklayarak faşizmi kalıcılaştıracak netleşmeleri sağlayacağı bir döneme sıçrayacaktır. Kimse şaşırmamalı, bu olasılığı düşünerek önlemlerini şimdiden hesap etmelidir.

Hepimiz kişisel olarak deneyimlemişizdir; zaman nicelik olarak hep aynıdır, ama zamanın içeriği bizim onu deneyimleyişimizi farklılaştırır. İçerik, zamanın hızını ve yoğunluğunu değiştirerek ona farklı nitelikler kazandırır. Bazen geçmek bilmez zaman, bazen de o kadar hızlı akar ki nasıl geçtiği anlaşılmaz; ya da bazen çok hafiftir uçuşur, herkesi de hafifletir, bazen de yoğunlaşıp ağırlaşır, içindekileri zorlar, hatta ezebilir.

Zamanın hızı, ülkenin içinde çırpındığı kaotik ortamın ürettiği sarsıntılardan üst üste aldığı ivmelerle zaten sürekli artıyordu, ama bir müddettir yeni bir durumun içindeyiz; çözümsüz kalan krizlerin ortaya saçılan yıkıcı sonuçları ve nasıl yaşanacağı gittikçe daha iyi anlaşılan seçimin günümüze yaptığı baskı, zamanın hızına oldukça güçlü yeni bir ivme daha veriyor.

Öyle anlaşılıyor ki, seçime hazırlık  süreci, seçim anı ve seçimin hemen sonrası zamanın hızının gittikçe daha da artacağı, hızın baş döndüreceği, algı gücünü düşüreceği, denge kaybı hatta panik yaratacağı bir seviyeye ulaşacak.

Hız, toplumsal ve siyasal yaşamın farklı alanlarından aynı anda ve sürekli verilen ivmelerle sürekli artıyor.

Hızın böylesine artışının elbette nesnel bir zemini var ve zaten o zemin hızın böylesine delicesine artışına imkan sağlıyor.

Öyle oldu ki, ekonomi, Kürt sorunu ve dünya-bölge politikaları başta olmak üzere, iktidar neredeyse bütün alanlarda “uçurum kenarında ilerleme” tarzıyla hareket ediyor. Ayakta kalabilmek için sürekli tetikte olmak ve sürekli yeni hamleler yapmak zorundalar. İktidarın iktidar olma tarzının onu getirdiği günümüzdeki gerçekliği onu böyle  davranmaya mecbur bırakıyor; artık ancak böyle davranarak işlerin bir biçimde yürüyebilmesini sağlayabiliyorlar.

Ama, herkes de görüyor ki, yürüyen iktidar faaliyetini sinsi bir gölge de güçlü bir olasılık olarak takip ediyor: “Her an her şey olabilir!” Bu durumda hemen oluşan ve neredeyse her alanda kendisini ortama dayatan istikrarsızlık olgusu, hızın artışına ya da onun hissediliş biçimine yeni bir arttırıcı ivme daha veriyor.

Ayrıca, özel bir durumu da açıkça görmeliyiz. İşlerin yürüyebilmesi için zaten fazlasıyla yüksek hızla hareket etmek zorunda olan ve artık bir “adrenalin bağımlısı” olan iktidardaki güç alanı, bütün olanaklarını kullanarak hızın daha da artmasını sağlamaya çalışıyor. Gerçek durumların hızı iktidarın “adrenalin ihtiyacını” yeterince gideremeyince, sahte gündemler yaratılıyor ve gerçek gündemlerle sahte gündemler bulamaç edilerek topluma dayatılıyor.

Hedef, sürekli artan hızla toplumsal bilinci baskılayarak dengesini kaybettirmek, toplumu felç etmek ve teslim almak!

Hız, hızın sürekli artışının yarattığı bilinç bulanıklığı, istikrarsızlık ve yarattığı riskten kaçıp güvence arama ihtiyacı, iktidar alanına “içine aldığını bir biçimde koruyan güç alanı” olarak “fırtınadan kaçılıp sığınılacak liman” tiyatrosunda “koruyucu liman” rolünü oynama imkanını veriyor. O tiyatroda, sonrasında misliyle geri alınacak “asgari ücret artışı” gibi birçok sürpriz de var! Kim bilir, belki de Ege’de bir kayalığa bayrak dikip “mutlu” oluruz ya da Kıbrıs’ta sürprizler olabilir!

Evet, inisiyatif öyle ya da böyle hep iktidar alanında olacak, iktidarın yarattığı gerçekliğin çirkinliği ve sefilliğinin üstü siyasal ve toplumsal alana sürekli savrulan uygun gündemlerle kapatılacak, toplumsal güçler iktidarın istediği tartışmalara çekilerek kendi gündemlerine yoğunlaşmaları engellenecek! O süreçte yaşanan gürültü-patırtı içinde, “atı alan Üsküdar’ı geçecek!”

Diğer bir hedef ise, gerek rakip egemen güç alanını (Millet İttifakı (Mİ)) gerekse de halkçı-demokratik muhalefet alanını (Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ)), aynen toplumsal güçlere olduğu gibi sürekli artan hızla baskılamak, mümkünse bölmek, fevri çıkışlara ya da panikçi kaçışlara sürüklemek!

Gündemi belirle, tempoyu ara vermeden dayattığın kendi gündemlerinle sürekli yükselt, toplumun dengesini boz, bilincini bulandır! O arada muhalefeti de şaşırt ve sana cevap vermeyle sınırlı bir konuma sürükleyerek kendine tâbi kıl!

Sürece kendi özel konumumuzdan, EÖİ açısından bakarsak, Mİ’de toplanan resmi muhalefet de iktidarın hamlelerinden sıyrılabildiği zamanlarda kendisini ifade etmeye çalışıyor. Ama sadece bununla yetinmiyor; EÖİ’de toplanan halk muhalefeti, sadece iktidar tarafından değil, resmi muhalefet tarafından kendisine yönelik yapılan hamlelerle de baskılanıyor. Mİ sadece iktidarla değil ittifakla da mücadele ediyor; ittifak, onu “dışlama” ve “içermenin” aynı anda hedeflendiği iç içe geçen hamlelerle baskılanıp, çaresizliğe, kişiliksizleşmeye, sıradan destekçiliğe zorlanıyor.

EÖİ açısından, iktidar “kötü polis”, Mİ “iyi polis!”

Zaman yoğunlaşıyor

Zaman sadece hızlanmıyor, aynı zamanda yoğunlaşıyor. Zaman yoğunlaştıkça ağırlığı artıyor, sertleşiyor ve kendisinin içinde olanları baskılayarak ezilmeye, çözülmeye ve irade kaybına uğramaya zorluyor.

Zamanın yoğunlaşmasının nesnel zemini, sistemin ve iktidarın yarattığı çok yönlü krizlerin sürdükçe artan yıkım gücüdür.

Kapitalist sistemin küresel ve yerel düzeyde yaşadığı çok yönlü krizlerle yerel iktidar alanının kendine özgü yetmezlik ve zaaflarının yarattığı özgün krizler iç içe geçerek sürüyor. Krizler çözümsüz kalıp sürdükçe yıkım güçleri artıyor!

Gelecekle ilgili hayaller toplumun büyük çoğunluğu için artık bir şey ifade etmiyor; ya da en asgarisinden yaşlılıkta ihtiyaç duyulacak asgari sosyal güvence bile çalışanların ancak ayrıcalıklı bir kesimi için geçerli hale geldi. Toplumun çoğunluğu “gününü kurtarma” derdinde. “Akşam ne yiyeceğiz, nasıl ısınacağız, kirayı nasıl ödeyeceğiz”; işte temel sorular bu kadar asgariye inmiş durumda, okuluna aç giden çocukların yaşadığı baş ağrıları ve bayılmalar gündemde! Ülkenin en güzel ormanları her yaz parça parça yanıyor, gelecek yaz da yeni alanların yanacağını artık herkes biliyor.

Yereldeki özel yoğunlaşmanın omurgası, köşeye sıkışan iktidarın “çıkış” için seçtiği yol!

Bu yol, iktidarın özellikle Gezi sonrasında başlattığı, Kürtlerle yürütülen “barış sürecinin” durdurulmasıyla ivme kazanan ve başarısız “cemaat darbesi” sonrasında netleşen faşizmi kurumsallaştırma politikasıdır.

Hedefe doğru epey ilerlenmiş olsa da halkın kendi ihtiyaçları doğrultusunda yaptığı mücadelelerden oluşan baraj/barajlar ve darbe girişimi sonrasında birden açığa çıkan “devlet krizi” gerçekliğinin yarattığı çatallanmalarla faşizmin kurumsallaşması süreci baskı altına alınıyor ve kendi nihai hedefine ulaşamıyor. Evet, ortada faşist bir iktidar var, ama yeterli güvenceye sahip değil, ancak fiili durumlar üzerinden kendisini pratikleştirebiliyor.

İşte, iktidarın hedefine ulaşabilmesi açısından özel önem taşıyan seçim yaklaştıkça, zaten hiçbir yasayla kendisini sınırlamayan iktidar pratiği büsbütün çılgınlaşmaya başladı ve öyle anlaşılıyor ki, şayet gücü yeterse, seçim sürecini faşizmin kurumsallaşması sürecinin nihai hedefine ulaşacağı ve seçimle kendisini tasdik ettireceği bir tarzda yürütecek.

“Ya seçimi kazanamasa” mı diyorsunuz; süreç seçime kadar “başarılı” olursa sonuçlar zaten “teferruat” olacak, iktidar oyların hangi sonuç yarattığına bakılmadan kazanacak, daha doğrusu zaten oylar da nasıl olduğundan bağımsız olarak iktidarın istediği gibi açıklanacaktır. Sonrası ise, yangın yeri! Faşizm elindeki sopaya güvenecek, saldıracaktır!

Son 1-2 aydır olup bitenler “başlangıç” ve zaman aktıkça şiddet düzeyi ve kapsadığı alan artarak sürdürülmesinin hedeflendiği netçe görülmelidir. En ufak bir tereddüt ya da “Yok canım, o kadar da yapamazlar” gibi avunmalar, faşizmin kurumsallaşması sürecinin bilinçsiz destekçisi olmak sonucunu yaratacaktır. Ne yapılmak istendiği açıkça görülmeli, ona göre bir bilinç ve davranış içine girilmelidir. Ama, gelin görün ki, o bilincin kendisi de sözünü ettiğimiz zamanın yoğunlaşmasını daha da güçlendirecektir.

İşte, içinde yaşadığımız-yaşayacağımız zamanın sürekli olarak böylesi sert gerilimlerle ve çatışmalarla yüklenmesi onun yoğunluğunu sürekli arttırıyor, arttıracak. Bu yoğunluk toplumun üstüne çöküp onu eziyor, daha da fazlasıyla ezecek ve iktidarın hesaplarına göre bu yolla toplum teslim alınacak!

Ekonomi alanında, seçim sonrasında büyük bir yoksullaşma yaratacak ama ilk anda aldatıcı bir rahatlama sağlayacak maddi destekler aralık ve ocak aylarından itibaren bol keseden saçılacak; dış politikada, yakın coğrafyalarda imkan bulundukça askeri hamle yapılacak; içerde her türlü muhalif ses mümkün olduğunca susturulacak ve sadece iktidarın sesi duyulacak. Aynı sürecin içinde, iktidar “Türklük” ve “İslam” üzerinden binbir köpük yaratacak, kadınlar, LGBTT bireyler, Kürtler, göçmenler ve hatta köpekler nefret nesnesi yapılarak lince uğratılacak; bunlar ve benzeri faşist hamleler gittikçe artan hızda ve yoğunlukta toplumsal ve siyasal yaşama yüklenecek! Sürekli artan hızla ve yoğunlukla baskılanan toplum felç edilecek, siyasal alan esas olarak iktidarın yerleşeceği şekilde daraltılacak; toplum hiçleşip çöpleşirken iktidar güçlenecek!

İktidarın zayıflıkları 

Ancak, şimdiye dek olduğu gibi sürecin hızlandırılmaya başlandığı günümüz ve sonrasında da, iktidar faşizmi inşa sürecinde ciddi engellerle yüzleşecek!

Öncelikle iktidarın içinde konumlandığı sistemin içindeki engellere bakacak olursak: İlkin, ekonomik alanda yaşanan yıkımın iktidarın süreci yürütebilmek için gereksindiği olağanüstü kaynakları bulmakta zorlayacak olmasıdır. Merkez Bankası’nın para basma makineleri sürekli çalışıyor da, ne kadar çalışırsa o oranda enflasyon artıyor ve paranın değeri, alım gücü düşüyor. Mafya ilişkileri, Rusya ve kimi Arap ülkeleri üzerinden gelen dövizin hiçbir garantisi yok, o akış her an tersine dönebilir, eh tabii ki bir biçimde seçime kadar sürebilir de, o zaman da seçimden sonrası tufan olacaktır!

Devamla, yaşanan devlet krizi gerçekliğinin şiddet pratiğini yürütecek devlet güçlerinde yarattığı ve yaratacağı çatallanmalar, tereddütler, endişelerdir. Şiddetin gücü artıp alanı bütün topluma yayıldıkça emir komuta işleyişi risk altındadır, endişeler ve farklı hesaplar çatallanmalar ve hatta kırılmalar yaratabilir ve egemenler arasındaki gerilimi arttırarak devlet krizini derinleştirebilir.

İkincisi, uzun iktidar yıllarının yarattığı yıpranmadır. Kamuoyu yoklamaları iktidarın desteğindeki azalmayı netçe gösteriyor. Yaşanan yoksullaşmanın yarattığı yıkım düzeyindeki yoksullaşma desteği aşağı doğru çekiyor. Yolsuzluklar, mafyöz ilişkiler, her türden suçun iktidar tarafından rahatça işlenmesi gibi olgular da sadece desteğin azalmasını değil muhalif öfkenin büyümesini de belirliyor. İktidar olma biçiminin kendisi dışındaki her türlü gücü düşmanlaştırmada yoğunlaşması, kendi karşıtında sert bir düşman blok oluşmasını sağlıyor. Yani, hedeflenen saldırının güç alabileceği iç desteği sınırlı, sadece kendi taraftarlarıyla sınırlı ve şiddet arttıkça oralarda da dökülmeler olabilir. Özellikle yaşanacak olumsuzluklar bu dökülmeleri hızlandıracaktır.

Sonuçta, bir kez daha vurgulayalım, iktidar seçim sürecini faşizmin kurumsallaşmasını nihai hedefine ulaştırma hedefiyle yürütmeyi hedefliyor. Hedefini öyle ya da böyle ucundan tutabilirse bile seçim sonucunu istediği gibi açıklayarak faşizmi kalıcılaştıracak netleşmeleri sağlayacağı bir döneme sıçrayacaktır. Bu ise, varlığını sürdürecek olan muhalif güçlerle çatışmanın son sınırına yükseltilmesi ve ülkenin cehenneme dönmesi anlamına gelecektir. Kimse şaşırmamalı, bu olasılığı düşünerek önlemlerini şimdiden hesap etmelidir.

Emek ve Özgürlük İttifakı

Peki, halkçı güçler gittikçe artan hıza bağlı olarak gittikçe daha kaotik hale sürüklenen bu koşullarda ne yapmalı, ne yapabiliyor?

Faşizmin kurumsallaşması sürecinin hızlandırılarak yürütülmesi olarak yapılandırılmak istenen önümüzdeki seçim sürecinin gerçek engeli sistem içi resmi muhalefetin dışında Emek ve Özgürlük İttifakı’nda konumlanan halk güçleridir.

İttifakın, içinde olduğumuz özel dönemde zamanın daha hızlı akmasını ve yoğunlaşmasını kabullenip normalleştiren özel bir siyaset yapma tarzına sıçraması gerekiyor. Bir şeylerin yapılması kadar “ne kadar sürede yapılabildiği” özel önem kazandı.

İlk olarak, ittifak, hiç zaman kaybetmeden kendisini bileşenlerini aşan bir siyasal özne olarak yapılandırmalıdır.

Pratik düzeyde, kendisine özgü bayrağı, sloganları olmalı, bileşenleri değil kendisini öne çıkaran bir kimlik kazanabilmelidir. Böylesi bir konumlanma, ittifakı bileşenlerini çok aşan bir güce sıçratacak, yüzeyden bakınca belki bileşenlerin gölgelenmesi gibi görünecekse de aslında bileşenlerine çok daha güçlü olabilecekleri imkanlar sunacaktır.

Politik düzeyde, daha çok güncelliğin taleplerini karşılayan mevcut programını en güçlü tarzda savunurken orada gölgede kalan ve aslında güncel faaliyete de ışık tutup hedef gösterecek güncelliği aşan siyasal hedeflerini hızla daha gelişmiş haline sıçratabilmeli ve mümkün olduğu kadarıyla netleştirmelidir.

İkincisi, sadece siyasal alanla kendisini sınırlamadan, ittifak aynı zamanda toplumsal güçleri de özgün biçimlerde kapsayabilmelidir.

Burada, ittifakın içinde siyasal alanla toplumsal alan arasında bir mekanik hiyerarşi değil, karşılıklı etkileşimle ilerleyen bir ilişkilenme önemlidir. Siyasal alan kendi öncülüğünü böylesi bir ilişkilenme içinde inşa etmeye çalışmalı ve bu tarz ilişkilenmenin doğası gereği her an yeniden üretmek zorunda olmalıdır. Toplumsal güçlerle ilişkilerde belirsizliklerden korkmamak, statik duruşları o belirsizliklerin içinde ve onlar tarafından sarılmış olarak konumlandırabilmek gerekiyor. Özellikle Gezi sonrasında, toplumsal güçlerin siyasal alandan bağımsız varlığı hatta kimi dönemlerde aşan inisiyatifi bir gerçektir, dikkatle gözetilerek yol alınmalıdır.

İttifak, zaten içinde şekillendiği toplumsal güçlerin hareketinin siyasal sözcüsü ve toplanma mekanı olabilmelidir.

Üçüncüsü, ittifak, her zaman yapılan siyasal faaliyetleri en yetkin ve hızlı bir biçimde pratiğe geçirirken, bir yandan da kendisini yakın dönemde yaşanacağı belli olan özel döneme göre yapılandırmalıdır. Çok açıktır ki, yürünecek yol zordur, yüksek zeka, yoğunlaşma, kurnazlık, direnişçi kimlik ve cüretle kuşanmak gerekiyor.

Güncel bir not

Yazı bittikten sonra Taksim’de patlayan bomba, hız ve yoğunluğun sürekli artışına yeni bir ivme daha verdi. Henüz içeriği tam olarak anlaşılamayan olay, yazıda vurgulanan “devlet krizi” olgusunu bir kez daha açığa çıkardı.

Oldukça gürültü çıkartılarak açıklanan failin PKK olduğu iddiası, PKK’nin kendilerinin sorumlu olmadığı ve sivil alanlarda böylesi eylemler yapmayacakları yönündeki açıklaması sonrasında boşa düşünce gözler küresel istihbarat servislerine ve ama daha çok da bizzat devletin kendisindeki güç odaklarına çevrildi.

Çok söylendiği gibi doğrudan iktidarın sorumlu olduğu iddiası da henüz sadece özel bir delile dayanmayan bir iddia. Bu iddianın kaynağı 7 Haziran-1 Kasım sürecinde olup bitenler üzerinden bir haklı akıl yürütmedir; evet, olabilir, ama açıktır ki sırf bu akıl yürütmesi üzerinden karar verilemez. Tam tersine, bir güç alanı son dönemde biraz toparlanmış görünen AKP’yi fail gösterip yıpratmak istiyor olabilir. Bize gösterilenlere değil, olayın kendisine yoğunlaşmak gerekiyor.

Yakalanan kişinin böylesi işleri yapabilecek birisi olmadığı anlaşılıyor ve hatta ne yaptığını bilmeden o çantayı oraya koymuş olabileceği bile iddia ediliyor. Üzerine giydirilen “New York” yazılı giysi ile Soylu’nun “ABD’nin geçmiş olsun dileğini kabul etmiyoruz” demeci arasında bir bağlantı kurulabilir, belli ki birileri de ABD’yi fail göstermek istiyor.

O arada, soruşturma sürecinde, ortaya çıkan MHP bağlantısı, her ne kadar sonradan reddedilse de, gündemi etkiledi. Bağlantı iddiası kadar, soruşturmada ortaya çıkan “telefon” olayının hızla basına sızdırılması da önemli; o bağlantının neden olduğu pekala gizli incelenebilecekken, acaba neden ve hangi güç tarafından hızla açığa çıkarıldı? Evet, adı geçen kişinin sadece ilçe başkanı değil, “başka işlerle” de ilgili birisi olduğu anlaşılıyor, dolayısıyla bağlantı ciddi olabilir. Ama, böylesine büyük bir “acemilik” yapılır mı sorusu da akıllara düşüyor ve “acaba birileri MHP’yi fail olarak göstermek mi istiyor” sorusunu akla getiriyor.

PKK açıklamasına en hızlı tepkiyi ise, ilginç bir şekilde Ümit Özdağ verdi. PKK’nin fail olmadığı anlaşılınca, Özdağ olayı hızla geçmişe de çekti ve Davutoğlu’na 7 Haziran-1 Kasım arasında olanların sorumlusunu bildiği ve açıklaması yönünde aşağılayıcı bir tutumla hitap etti. İma ettiği, o dönemde dökülen kanların faili bilinmezse şimdi olduğu gibi kan akmaya devam edeceğidir.

Açıklayan kişi ve ima ettiği gerçeklik, yazıda vurguladığım devlet krizi gerçekliğinin faşizmin kurumsallaşması sürecinin ihtiyaç duyduğu şiddetin sürekli arttırılması sürecinde farklı devlet odaklarında endişeler ve tereddütler yaratacağı, emir komuta ilişkisinin yürümesinde sorunlar çıkabileceği ve devlet iradesinde çatallanmalar olabileceği tahminini test etmiş oldu.

TKP’nin olayın hemen sonrasında yaptığı açıklamayla HDP ve onunla ittifak yapan devrimci güçleri suçlayan utanç verici tutumu ise, faşist sürecin hız ve yoğunluğunun artışının TKP’nin algılama gücünü ve dengesini felç ettiğini, içinden çıkıp geldiği Y. Küçük’ün devlete bağımlı hattına doğru savrulmaya başladığı anlamına geliyor. Öyle anlaşılıyor ki, süreç sol içinde ayrışmalar yaratarak ilerleyecek.

Sonuç olarak, patlamanın hemen sonrasında iktidarın önünü açan, Mİ’yi felç eden ve EÖİ’yi tecrit eden bir hava oluşmuşken, şimdi geldiğimiz noktada egemen güçler arasında bir çatallanma yaşandığını ve EÖİ’nin meşruiyetinin arttığını görüyoruz.

Devlet krizi sertleşerek sürüyor.

 

Yazı ilk olarak sendika.org sitesinde yayımlanmıştır.