Çitlemeden Fiili Sansüre Bir Mücadele Alanı Olarak İletişim

İnternet ve bağlantılı iletişim teknolojileri uzunca bir süredir birbirimizle kurduğumuz farklı iletişim biçimlerinin çok büyük bir kısmını kaplıyor. E-postalar, web siteleri, anlık yazışma uygulamaları, sosyal medya mecraları… Liste uzayıp gidiyor. Ancak hepsinin ortak bir yanı var. Bu araçlar -ve bağlantılı diğer teknolojiler- hem gelişen sömürü mekanizmalarıyla şirketler tarafından kapitalist üretim ilişkilerine dahil edilerek çitleniyorlar hem de siyasal iktidarlar tarafından her geçen gün yeni sansür ve denetim biçimleriyle sınırlanıyorlar. Birbirinden tamamen bağımsız olmayan bu iki müdahale biçimini anlamak (bağımsız olmadıklarını vurgulamak mühim, örneğin Twitter yıllardır ABD’nin propaganda aracı olarak da hizmet ediyor) ve bunların karşısında kendi hattımızı örmek özellikle bizimki gibi bir coğrafyada yaşıyorsak oldukça elzem.

Şirketlerin İnternet’i Ele Geçirmesi

Kamusal kaynak ve araştırma kapasitesi üzerinden yükselen İnternet’in ilk yılları bu kamusal zeminle bir karşı kültürün kesişmesiyle geçmiş ve bağlantılı olarak geliştirilen iletişim araçları hep bir özgürlük vaadini getirmişti. Ortaya çıkan özgür yazılım hareketi gibi hareketler bu karşı kültüre sahip çıkmaya çalışmıştı. Ancak ilerleyen yıllarda iletişim, herkesin forumlar ve sohbet uygulamaları (BBS, MIRC, ICQ vb.) üzerinden birbirleriyle iletişim kurabildiği, bağımsız web siteleri ve blogların daha aktif olduğu zamanlardan İnternet trafiğinin arama motorları üzerinden aktığı, iletişim kurmak için tekel haline gelmiş şirketlerin sahip olduğu sosyal medya mecralarında hesap açmanın neredeyse zorunlu olduğu bir hâle dönüştü. Haliyle bu karşı kültür zemini; Facebook, Google, Amazon vb. şirketlerin çitlemeleriyle onların istediği biçimlerde iletişim kurduğumuz, bahsi geçen şirketlerin ise farklı sömürü biçimleriyle (şirket çalışanlarının emek güçleri üzerindeki yoğun sömürü, kullanıcı verilerinin ve bu verilerden elde edilen üst verilerin hedefli reklamcılık amacıyla satılması vb.) çok büyük kâr oranlarına sahip olarak dünyanın en büyük şirketleri arasına girdiği bir şeye dönüştü.

İletişimi çitleyen bu şirketlerin kullanıcı verileri üzerinden elde ettikleri muazzam güç uzunca bir süredir devletler nezdinde de ellerinin güçlü olmasına neden oldu. Devletler hem ülke içindeki çıkarları hem de uluslararası çıkarları için bu şirketlerle kolaylıkla çalışabiliyorken, şirketler bazı durumlarda siyasal alana da doğrudan müdahale ettiler -Facebook’un karıştığı Cambridge Analytica skandalını hatırlayın. Aynı şirketler alandaki tekel güçleri sayesinde daha umut vaat eden ya da en azından sömürü ilişkilerine onlar kadar dahil ol(a)mayan küçük oluşumları satın alıp kendi sömürü ağlarına dahil ettiler. (Satın aldığı WhatsApp’tan elde edilen verileri diğer uygulamalarıyla paylaşmak isteyen Facebook akla geliyor hemen. Gösterilen tepkiler neticesinde Facebook geri adım attı. Şimdilik…)

Biz bu çitlemenin güncel ve popüler bir örneği olarak merceğimizi ilk olarak Elon Musk ve Twitter’a çevirelim.

Elon Musk Twitter’ı Neden Satın Alır?

Tesla ve SpaceX başta olmak üzere pek çok şirketin patronu, kapitalizmin “dahi yüzü” Elon Musk, Nisan ayında Twitter’ı satın alma isteğini açıklamıştı. Hâlihazırda Twitter’ı spekülatif olarak aktif biçimde kullanan (kriptopara birimlerinin değerlerinin dalgalanmasına neden olan tweetleri ve Bolivya’yla ilgili lityum tartışmasında “kime istersek darbe yaparız” tweeti hep akıllarda[1]) Musk; Facebook, YouTube, Instagram, TikTok vb. ile karşılaştırıldığında aslında çok da kârlı olmayan Twitter için 44 milyar dolar teklif etmişti. Ekim sonu itibariyle bu satın alma işlemi tamamlandı ve Musk sahibi olduğu şirketler listesine bir yenisini daha eklemiş oldu ve şirketin üst düzey yöneticilerini işten çıkarıp ilk hamle olarak kullanıcı doğrulamasının (mavi tik) 8 dolar olacağını açıkladı. Musk’ın ifade özgürlüğünden anladığı şeyin bizimkiyle bir olmadığını uzun süredir biliyoruz. Peki Elon Musk Twitter’ı niye satın alır?

Twitter, diğer mecralar kadar çok kullanıcı sayısı olmasa da büyük bir kamusal güce sahip.  Medya alanında Meta, Alphabet, Amazon vb. şirketlerin sahip olduğuna benzer bir gücü olmayan Musk, aktif bir şekilde kullandığı bu mecranın ne yapıp ne yapamadığının bu anlamıyla gayet farkında. Bu satın alma işlemi farklı devletler ve rakip şirketler karşısında onun elini kuvvetlendirecek ve mecra, Musk için sağ ideolojinin propagandasını çok daha rahatça yapabileceği kişisel bir oyuncağa dönüşecek. Böylelikle Musk’ın “geleceği şekillendirme” olarak söz ettiği, bizim ise siyasal manipülasyon olarak anladığımız şekliyle Musk ABD ve dünyanın diğer yerlerine müdahalelerde bulunabilecek ve sistem karşıtı hareketleri ehlileştirme imkânına sahip olacak.

Önemli bir diğer neden ise verinin gücü. Mevcut iş modeliyle kullanıcı verilerinden “yeterince” faydalanamadığı düşünülen Twitter, Musk’ın elindeki diğer şirketlerle birlikte bir veri ekosistemi yaratma projesine muhtemelen dahil olacak. Bu hamleyi daha kuvvetli bir şekilde yapabilmek için Twitter hem kullanıcı sayısını artırmaya çalışacak (YouTube, Facebook, Instagram vb. ile karşılaştırıldığında Twitter hâlâ az kullanıcıya sahip) hem de kullanıcı verilerini daha ayrıntılı bir biçimde toplayabilmenin yollarını arayacak.

Diğer iki nedenle ilişkili olan bir amaç da sahip olduğu Starlink (SpaceX’in uydu İnternet’i sağlama projesi) ile Twitter’ın birlikte hareket etmesi olacak gibi görünüyor. Starlink ile bir ifade özgürlüğü savunucusu olarak (!) İnternet hizmetine erişemeyenlere ve İnternet’e erişimin engellendiği yerlere İnternet hizmeti götürmek istediğini belirten Musk kısa süre önce Beyaz Saray ile görüşerek protestolar sırasında İran’a İnternet hizmeti götürmeye çalışmıştı.[2] Starlink ve Twitter’ı birlikte düşündüğümüzde ise Musk’ın dünyanın herhangi bir yerine İnternet ulaştırıp devletler arasındaki dengeleri ve açmazları kendi çıkarları lehine kullanarak istediği siyasal propagandaları Twitter üzerinden yapabileceğini düşünmek akla çok yatkın görünüyor.

Musk’ın muhtemel bir diğer amacı da mecrayı diğer şirketleriyle kesiştirerek geliştirdiği teknolojiler ve yöntemler için bir deneme tahtası olarak kullanmak olacak. Hâlihazırda mevcut kullanıcı sayısı bile bu tür geliştirimler açısından Musk için oldukça yeterli olacaktır. Böylelikle Tesla ve diğer şirketlerinde denemek ya da “yenilikçi” yüzünü göstermek isteyeceği blokzinciri ödeme vb. için Twitter kullanıcıları potansiyel denekler haline getirilecek.

Devletlerin İnternet’i Dizginlemesi

İnternet tabanlı iletişim teknolojileri üzerindeki devlet müdahalesi ABD’nin İnternet’in öncülü ARPANET’i kurduğu günlere kadar uzanıyor. İnternet’in yaygınlaştığı 90’lardan itibaren ise bu müdahale biçimleri pek çok farklı biçim alabiliyor. Bu biçimler, kimi zaman telif hakları üzerinden dosya paylaşımının yasaklanması (Napster vb.), kimi zaman İnternet’in fişinin çekilmesi (2011 Tahrir Ayaklanmaları vb.), kimi zaman da sızıntı eylemlerinin “sorumlularının” tutuklanması (Julian Assange, Edward Snowden vb.) olabiliyor.

Tabii devlet müdahalesi söz konusuysa sansürün devletlerin yüzlerce yıldır biriktirdiği ve geliştirdiği (gazete, radyo ve televizyonlar vb. üzerindeki sansürlerden meydanlara asılan duvar panolarına değin tüm iletişim ortamlarda sansür her daim olmuştur) bir müdahale biçimi olarak İnternet tabanlı iletişim teknolojilerine de yansıdığından söz etmek gerekiyor. Ana akım siyasal düşüncenin belirttiğinin aksine İnternet sansürü özellikle fikri mülkiyet yasaları biçiminde başta ABD olmak üzere merkez kapitalist ülkelerde oldukça yaygındır. Enformasyon ve İnternet özgürlüğü savunucusu Aaron Swartz’ın yaşamına son vermesine neden olan ABD’deki fikri mülkiyet kaynaklı dava zincirlerini[3] unutmamak gerekiyor.

İnternet sansürüne coğrafyamızdan da pek çok örnek sıralayabiliriz kolaylıkla. YouTube’a erişimin 2007, 2008’den 2010’a değin engellenmesi, pek çok devrimci, sosyalist haber mecrasının alan adlarına erişimin defalarca engellenmesi ve 4 Kasım 2016’da HDP milletvekillerinin gözaltına alınmasıyla birlikte Twitter, WhatsApp, Facebook ve Instagram gibi mecraların “boğulma”sını hatırlamak yeterli olacaktır sanırım.

Peki Sansür Yasalaşmışsa?

Coğrafyamızda yıllardır bir biçimiyle süren sansürün seçim arifesinde daha sistematik hale getirilmesi için ise yakın zamanda meclisten bir yasa geçirildi. Siyasal iktidarın “Dezenformasyon Yasası” adını verdiği, bizim ise hem deneyimlerimiz hem de ayrıntılarına vakıf olur olmaz “Sansür Yasası” olarak ifade ettiğimiz 40 maddelik bu yasal düzenlemeyle yıllardır sürdürülen sansürün hem yasal dayanakları oluşturulmaya çalışılıyor hem de sansürün daha ileri bir boyuta taşınması için gerekli zemin hazırlanmış oluyor. Yasanın sadece birkaç maddesini incelemek bile yeterince fikri verici.

Yasanın en çok dikkat çeken ve sınırları oldukça belirsiz olan “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunu içeren 29. maddesine göre, “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse” 1 yıldan 3 yıla kadar ceza alabilecek.

Anonim hesapların varlığı bu yasayla birlikte hedef alınan bir diğer konu. Yasayla birlikte failin, “suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde” verilecek ceza yarı oranında artırılacak. Tabii bugüne değin bildiğimiz üzere suçun tanımını yapanlar siyasal iktidarlar olduğu ve olacağı için anonim hesaplara sahip örgütlü troller bu konuda herhangi bir ceza almayacaklar. (Elon Musk’ın satın alma işlemi sırasında “sorun çıkardığı” anonim hesapların varlığı meselesini de hatırlayalım bu arada.) 

Yasanın 34. maddesinde de “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” dahil olmak üzere belirtilen “suçları” işleyenlere dair sosyal ağ sağlayıcısındaki bilgilerin adli mercilere verilmesi, verilmediği takdirde ise sosyal ağ sağlayıcısının bant genişliğinin yüzde 90 oranında daraltılacağı belirtiliyor. Bu da siyasal iktidarla arasını iyi tutmaya çalışan herhangi bir sağlayıcının kullanıcı bilgilerinin talep edilmesi durumunda bilgileri kolaylıkla vermesinin önünü açıyor.

Yürürlüğe giren bu sansür yasasıyla birlikte[4] sansür bir yandan hakikati gizlemek için kullanılacakken öte yandan da önümüzdeki süreçte iktidarın dezenformasyonunun hakikat olarak gösterilmesi çabasına hizmete edecek. Haliyle yürürlüğe girmiş dahi olsa, bu yasaya karşı ciddi bir mücadele örgütlememiz önümüzdeki dönemde hedeflerimiz arasında ciddi bir biçimde yer almalı.

13 Kasım Patlaması ve Fiili Sansür

Sansürün yasalaşmasından kısa bir süre sonra, 13 Kasım’da İstiklal Caddesi’nde yaşanan patlamanın ardından bilgi edinme hakkı çerçevesinde ilk yapılması gereken şey farklı iletişim kanallarından yaşanan patlamayla ilgili sağlık bilgi aktarımını sağlamak ve desteklemekken, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) “bilindik” bir refleksle bant genişliğini daraltarak pek çok sosyal medya mecrasına erişimi kısıtladı. RTÜK de konuyla ilgili hızlıca bir yayın yasağı getirdi. Böylelikle yasalaşan sansürün yanında bir kez daha fiili sansürle karşılaşmış olduk.

Mevcut yasal çerçevede böyle bir durumda sosyal medya mecralarının bant genişliklerinin daraltılmasıyla ilgili genel bir dayanak yokken bilgi edinme hakkı bir kez daha yerle bir edildi ve sansürden sorumlu kurum olan BTK başsağlığı mesajını kendisinin sansürlediği Twitter üzerinden yayımladı![5] Eski görüntüler patlama anından diye paylaşılıp bir avukat olayın faali diye kolaylıkla hedef gösterilebilirken tüm bu sansür müdahalelerinin dezenformasyonun önüne geçmekle bir alakası olmadığı belirginleşti.

Patlama sonrasında yaşanan erişim sorununu pek çok kişi farklı VPN servisleri ya da TOR kullanarak aşmaya çalıştı. Bizimki gibi sansür geçmişine sahip bir coğrafyada bu tür hizmetlere erişimle ilgili hâlihazırda bir bilgi mevcutken yine de geniş kitlelerce sansürün nasıl güvenli bir şekilde delineceği konusunda ise yine çok başarılı olamadık. Örneğin kullanıcı hakkında bilgi toplamayan/saklamayan, daha güvenilir VPN hizmetlerine pek erişilemedi ve anlık yazışma mecralarına yönelik sıkı bir bant genişliği daraltma söz konusu olduğunda nasıl iletişim kurabileceğimize yönelik pek bir hazırlığımızın olmadığı ortaya çıktı. Tüm bunlar en acil olarak önümüzdeki süreçte ama daha da önemlisi uzun vadede sansür politikalarını ve pratiklerini delen ve aşan bir pratiğe ihtiyacımız olduğunu gösterdi.

Karşı İletişim Hattı Örmek

Bahsi geçen bu ikili müdahale biçimi karşısında bir “karşı iletişim hattı” örebilmek için bizim heybemizde de aslında bayağı bir birikim var. İnternet özgürlüğü savunucularının geliştirdiği GNU/Linux hareketi, bir mücadele biçimi olarak “sızıntı”yı kullanan sayısız enformasyon özgürlüğü savunucusu, akademik yayın tekellerine karşı zincirleri kıran Sci-Hub[6], hackleme faaliyetini devrimci amaçlarla kullanan bir dünya hacker grubu, Tahrir, Öfkeliler, Gezi gibi ayaklanmalarda devrimci propaganda amacıyla İnternet teknolojilerinden faydalanan sayısız kişi/örgütlenme, sansür bariyerlerini yıkan TOR gibi araçlar, her defasında engellenmelerle ve davalarla uğraşmasına rağmen yayın hayatına devam eden haber siteleri…

Evet onların karşısında elimizde geçmişten süzdüğümüz bilgi ve geliştirdiğimiz araçlar var. Asıl mesele bu bilgi ve araçları bir program dahilinde hem düzeni alaşağı edici hem de yeniyi kurucu bir şekilde nasıl kullanacağımızın yollarını bulmaktan geçiyor.

“Safları Sıklaştıralım” Hareketi Olarak Twitter’dan Göç

Twitter; kamusal gücü, propaganda aracı olarak kullanılma alışkanlığı ve diğer mecralar kadar olmasa da barındırdığı kullanıcı sayısı ile hem dünyada hem de coğrafyamızda önemli bir yerde duruyor. Sürekli bir kullanım alışkanlığına sahip aktif bir kullanıcı grubunun yanı sıra yükselen mücadele dinamiklerinin de kendini en çok ifade ettiği, kitlelere seslendiği mecra da genellikle Twitter. Tabii Gezi gibi yükselen toplumsal mücadelelerde büyük oranda ele geçirilen bu mecranın kapitalist devlet ve aygıtları tarafından denetim ve gözetim mekanizmalarıyla çevrelendiğini de görmek gerekiyor. Böylelikle bir dönem toplumsal mücadelelerle kesişen bu alanlar ana akım siyasi aktörlerin tüm güçleriyle var oldukları, etraflarındaki trol hesapların cirit attığı, fişlemelerin ve davaların kolaylıkla açılabildiği bir dezenformasyon alanı olarak karşımıza çıkıyor.

Mecralarda işleyen algoritmanın reklam gönderilerini ön plana çıkardığı, yeniden eskiye en son gönderiler yerine algoritmik bir sıralamaya göre popüler olanları ana sayfada varsayılan olarak gösterdiği bir karmaşa içerisinde sosyalist, devrimci (veya sistem karşıtı) siyasal görüşlere sahip kişiler ve oluşumların bırakın geniş kitlelere seslenmeyi kendi adacıklarını kurmada bile oldukça zorlandığını, sözlerinin ciddi bir görünürlüğü ulaşmasının neredeyse imkânsız hâle geldiğini görüyoruz. Üstelik kapalı kaynak koda sahip bu gibi mecraların algoritmalarının nasıl işlediğini tamamen anlamamız da pek mümkün olmuyor. Böyle olunca arkasında devlet veya siyasal iktidarın gücü olmayan, büyük bir sermaye bloğuna yaslanmayan, popüler bir figür olmayan tekil kişilerin veya düzeni alaşağı etmek isteyen siyasal örgütlerin bu mecrayı (diğer pek çok mecrayı da elbette) etkili bir şekilde kullanabilmesinin imkânları da oldukça tıkanmış oluyor. Üstelik Musk’ın yaptığı gibi müdahalelerle mevcut alanların önümüzdeki yıllarda daha da tıkanacağını kestirmek de hiç zor değil. Yani “herkes burada” diye bulunduğumuz mecralarda artık ya herkes yok ya da varsa da biz onlara ulaşamıyoruz. Haliyle bu sıkışmışlığın ortasında, bu çatışma ve çelişkilerin yarattığı zeminde hareket etmek, bu mecralardaki varlığımızı sorgulamak, “başka türlü”sünü aramak önümüze belirgin bir görev olarak çıkıyor. Twitter vb. mecralardan şimdi göç etmeyeceksek ne zaman göç edeceğiz?

Özgür Sosyal Medyalara Doğru…

Kâr amacı güden, özgür olmayan sosyal medya mecralarının aksine son yıllarda hem merkezi hem de merkezsiz pek çok özgür sosyal medya girişimi oldu. Kâr amacı gütmeyen, kullanıcı verilerini ve dolayısıyla üst verilerini reklamcılık ve istihbarat amacıyla toplamayan ve işlemeyen,  çoğunlukla bir vakfın kontrolünde olan bu çabalar, genellikle hedefinde olan bir sosyal medya mecrasına benzer bir arayüz geliştirerek benzer bir kullanıcı deneyimi yaratmaya çalışıyorlar. Son dönemde bahsi geçen Mastodon’un arayüzü, Twitter’ınkine oldukça benziyorken uzun yıllardır dar bir kullanıcı grubunun ısrarla kullandığı diaspora* da Facebook’a yakın bir arayüze sahip.

Mastodon, Elon Musk’ın son hamlesinin ardından popülerleşen, Twitter’dan göç edenlerin sıklıkla tercih ettiği bir mecra. Tabii göç eden kişi sayısı şu anda sanıldığı kadar büyük değil. Belki de gücü de buradan geliyor. İnsanlar Twitter’ın kalabalığından ziyade Mastodon’da kendilerine siyasal olarak daha yakın insanları bulabiliyor ve akış içinde kaybolan, reklamlar arasında boğulan gönderiler yerine daha az ve istedikleri gönderilerle karşılaşabiliyorlar.

Merkezsiz yapıdaki Mastodon’da kullanıcılar var olan bir sunucuya dahil olarak ya da kendi denetleme politikalarını belirmelerine imkân sağlayacak şekilde kendi sunucularını kurarak hesap oluşturabiliyorlar. Farklı sunucuların birbirleriyle etkileşim kurdukları bir ağ şeklinde yapılandırılmış olan Mastodon’da bir nevi bir “karşı ada” oluşturabilmek mümkün oluyor. Twitter’dan Mastodon’a göçü kolaylaştırmak için bir mecradaki gönderilerin diğer mecrada da paylaşılmasını sağlayan çapraz paylaşım (crosspost) hizmetleri de kullanılabilecek bir seçenek.

Şu anda bizim coğrafyamızda da Mastodon gibi özgür sosyal medya mecralarına doğru çok kuvvetli olmasa da bir göçün varlığından söz edebiliyoruz. Siyasal olarak daha keskin bir sürece girdiğimiz şu günleri de göz önünde bulundurursak; bu gibi özgür seçeneklerin merkezsiz yapılarının sansür ve engellemeler karşısında elimizi güçlendireceğini görüp bu göçleri beslemek olası en akılcı çarelerden biri olarak görünüyor.

Peki Nasıl Bir İletişim? 

Evet bilgiye erişim amacıyla sansür yasalarına karşı mücadele, İnternet’e erişim engellerini aşmak için VPN ile TOR gibi araçları kullanma ve “birbirimizi nasıl bulacağız” sorusuna yanıt olarak Mastodon gibi özgür, merkezsiz mecralara göç iletişim hakkımızı ele geçirmede akla gelen ilk çözümler ve hepsinin bir şekilde uygulanması gerekiyor ama belli ki daha fazlasına ihtiyacımız var.

Kapitalist üretim ilişkilerinin ve farklı sömürü biçimlerinin olmadığı bir dünyada ve o dünyaya ulaşmaya çalışırken nasıl bir iletişim istiyoruz ve bunu sağlamak için neler yapabiliriz sorularını daha kuvvetli sormamız ve bir mücadele alanı olarak buralara müdahale etmemiz gerekiyor. Bu müdahalelerin nasıl ve ne biçimlerde yapılacağını belirlemede ise devrimci, sosyalist siyasal aktörlere, farklı kolektif örgütlenmelere kapsamlı ve uzun vadeli bir program çıkararak kendi medyamızı inşa etme sorumluluğu düşüyor. Aksi halde belirleyenin neredeyse hiçbir şekilde biz olamadığımız mevcut bu iletişim ortamında her geçen gün çevremiz daha da sarılacak.

Henüz geç değil.

*

Not: Bu yazı kolektif bir fikir yürütme pratiğine yaslanarak yazıldı. Fikirsel olarak katkı sunan herkes özel bir teşekkürü hak ediyor 😉

 

 

[1] Elon Musk, bu tweetini iki gün sonra sildi ama darbesever tweetine arşivler üzerinden erişim sağlamak mümkün: https://archive.md/mIIRM

[2] Starlink uydu ağına bağlanmak için gereken Starlink terminallerinin İran’a girişine izin verilmedikçe (ya da kaçak yolla ülkeye sokulmadıkları takdirde) bu yöntemle İnternet’e erişimin sağlanması şimdilik mümkün görünmüyor. Musk Starlink terminallerini yerleştirdiği Ukrayna’da ise bir süredir uydu İnternet hizmeti sağlayabiliyor. Ne demokrasi savunuculuğu ama Bolivya’da darbe, Ukrayna’da ifade özgürlüğü!

[3] Aaron Swartz’ın ön sıralarında olduğu Demand Progress adlı oluşum, İnternet sansürünü çok boyutlu hale getirecek olan SOPA/PIPA’ya (Stop Online Piracy Act – Çevrimiçi Korsanlığı Durdurma Yasası/Preventing Real Online Threats to Economic Creativity and Theft of Intellectual Property Act – Ekonomik Yaratıcılığa Yönelik Çevrimiçi Tehditleri ve Fikrî Mülkiyet Hırsızlığını Önleme Yasası) karşı mücadele ederek yasayı durdurmuştu, fakat sonrasında diğer eylemleriyle birlikte gördüğü baskılar sonucunda Aaron Swartz yaşamına son vermişti.

[4] Yasadan sadece birkaç maddeyi cımbızlayarak konuştuk. Haber sitelerinin statülerinin değişmesinden, sosyal medya şirketlerine getirilen düzenlemelere kadar yasa pek çok önemli değişiklik içeriyor.

[5] Bu konuda Yaman Akdeniz’in Twitter flood’u oldukça bilgilendirici. Bant genişliğinin daraltılmasıyla ilgili genel bir yasa yokken OHAL dönemi KHK’lerine dayandırılarak Cumhurbaşkanı BTK bu yaptırımı kolaylıkla uygulatabiliyor.

[6] Alexandra Elbakyan’ın kurucusu olduğu Sci-Hub baskılar karşısında sürekli olarak alan adı uzantısını değiştiriyor. Bu yazı yayımlandığı sırada web sitesine https://sci-hub.se/ adresinden erişim sağlamak mümkündü.