25 Kasım Arifesinde Olanaklar ve Olasılıklar

“Tarihi bir süreçten geçiyoruz” cümlesi yaşadığımız topraklarda yıllardır hem işittiğimiz hem de sıkça dile getirdiğimiz bir cümle olarak içerisinde bulunduğumuz süreçte de güncelliğini koruyor. Öyle bir tarihi süreç ki bu, hem dünya genelinde egemenliğinin sonuna gelen kapitalizmin çöküşü hem de bununla birlikte yaşadığımız topraklarda da başka bir dünyanın mümkünlüğü üzerinden kendini gösteriyor. 

Çelişkilerin bu kadar derinleştiği, yönetenlerin çıkmazlarının bu kadar çıplak açığa çıktığı ve eskisi gibi yönetemedikleri bu tarihi süreçte yeni bir dönemeçteyiz. Elbette mücadele edenler olarak bu sürecin öyle güllük gülistanlık geçmeyeceğinin epeydir farkındayız. 2015’den bu yana faşizmin kurumsallaşması yönünde ciddi adımlar atan AKP-MHP faşist bloğu 2023’e giden yolu da döşemeye başladı. Bu defa 2015 sürecinde yaptığı gibi Suruç’tan Ankara’ya, Amed’den Mersin ve Adana’ya sadece dört bir yanda bombalar patlatma ile ilerleyemeyeceğini gören, o gücü de kendinde bulamayan iktidar başka başka saldırı konseptleriyle de adeta “bütün tuşlara birden basıyor.” 

Kadınlara Yönelik Saldırılar Yoğunlaşıyor

Irak Kürdistan’ında kimyasal silah kullanımının açığa çıkması ve hemen akabinde yaşadıklarımız sürecin nasıl geçeceğinin göstergelerinden sadece biri. AKP-MHP ittifakı hem kimyasal silaha karşı yapılan eylemleri kolluk gücüyle engelleme çabası hem de durumu açığa çıkaran ve teşhir edenleri gözaltı ve tutuklama saldırılarıyla boyun eğdirme çabasıyla bir seçim kampanyası başlatılmış oldu.

Denklemin diğer tarafında yer alan ve halka “çıkış yolu” gibi sunulan Millet ittifakı ise bu saldırı konseptleri karşısında sistemi koruma aşkıyla sessizliği ve aldığı pozisyonla bir kere daha kendi gerçeğini sergiliyor, sergileyecektir de. Hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı kendi misyonunu oynamaya devam ediyor. 

İktidarın geliştirdiği saldırı konseptlerinden ise elbette yine Kürtler, Aleviler, işçiler, yoksul halk kitleleri ve tabi ki kadınlar nasibini fazlasıyla alıyor.  İran’da Molla Rejimine karşı İran halkının haftalardır sürdürdüğü, dünyaya yayılan direnişin sloganı haline gelmiş “Jîn Jîyan Azadi” sloganını İzmir Barosu Genel Kurulunda dile getiren ÖHD’li kadın avukatlara yönelen faşist saldırıyı gerçekleştirenlere değil de saldırıya maruz kalana soruşturma açan, gözaltına alan yargı sisteminden tutalım da gözaltına alınan kadın gazetecilere yönelik  işkencelere, gazetecilerden birinin 45 günlük bebeğine yapılan çıplak aramaya kadar iktidarın erkek yönü her zamanki gibi ayan beyan ortada. İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesi ile yoğunlaşan bu süreç iktidar tarafından başka bir düzeye sıçratılmış durumda. 

Kitleler nezdinde hiçbir meşruluk zemini kalmayan iktidarın saldırmaktan başka çaresi kalmadı. Faşizmin kurumsallaşması yolunda ellerinden gelen her türlü fırsatı değerlendirmeye devam edecekleri açık. Sansür yasasının mecliste geçmesinin hemen ardından henüz resmî gazetede yayınlanmadan önce bile işletilmeye başlanması, Şebnem Korur Fincancı’nın kimyasal silah kullanımına dair yaptığı açıklamanın ardından hedef gösterilip tutuklanması, dört parçada Kürt halkına yönelik imha ve inkâr politikaları sürdürülürken Jinnews ve Mezapotamya Ajanslarına yönelik yapılan gözaltı ve tutuklama saldırısı bize belirgin veriler sunuyor.

Kadın Hareketinin Koca Bir Direniş Tarihi Var

Tüm bu saldırı zeminine boyun eğmeyen, direnen, hak arayanların aldığı ve alacağı pozisyon belirleyici olacaktır. Kadın hareketi ise burada elbette çok önemli bir yerde duruyor. Özellikle feminizmin bu topraklarda yankı bulması ile açığa çıkan ve bu zeminde ilerledikçe heybesine deneyimler ekleyerek büyüyen bir kadın hareketi ve feminist hareketten bahsetmek mümkün. 2015’te yoğunlaşan saldırılarla faşizmin kurumsallaşma hamlelerine en etkili duruşu sergileyenler de yine kadınlar oldu. Artan kadın cinayetleri, şiddet ve taciz/tecavüz üçgenine sıkıştırılmaya çalışılan kadınların isyanı, örgütlenmesi ve hareketi yaymasının geldiği düzeyi en net haliyle 8 Mart, 25 Kasım gibi takvimsel günlerde görebiliyoruz. 

Pandemide “evde kal” çağrılarının kadının ev içinde görünmeyen emeğinin katmerleştirdiği, şiddetin arttığı bir dönemde kadın hareketinin durmaksızın mücadele zemininde buna uygun konumladığı ve toplumsal muhalefet biçimine büründüğünü söylemek yanlış olmaz. Kadınlar uzunca zamandır omuzlarına direnişin temel gücü olma yükünü ve misyonunu aldı ve bunu halihazırda sürdürüyor. Pandemide işçilerin mevcut haklarına yönelik saldırılara verdiği güçlü direniş örneklerinde kadın işçilerin en ön saflarda konumlanması bunun kanıtı. Elbette bunun en temel nedeni pandemi sürecinde kadın işsizlik ve yoksulluğunun artmasıdır. Pandemi döneminde işsizliğe sürüklenen, gittikçe yoksullaştırılan kesimlerin içerisinde kadınların oranı oldukça fazla. Bu sebeple de kadın hareketinin taleplerinin sınırlarının genişlediği ve geldiği düzeyle birlikte ulaştığı bilincin toplumsal mücadelede yer edindiği ve tüm halkın çıkış seçeneğiyle de yan yana gelecek bir zeminde durduğunu vurgulamak gerekir. 

Emek ve Özgürlük İttifakı Bir Çıkışı İşaret Ediyor

Tabloya bütünlüklü baktığımızda bir olanaklar ve olasılıklar denizi barındırdığını söyleyelim. Bir yandan AKP-MHP faşist koalisyonu diğer taraftan onların başka bir versiyonu olmak için sırasını bekleyen restorasyon güçleri varken bunların karşısında Emek ve Özgürlük İttifakı emekçilerin, kadınların, işsizlerin, çocukların, LGBTİ+’ların başka bir seçeneği olduğunu da güçlü bir deklarasyonla duyurdu.

Emek ve Özgürlük İttifakı ölüme de sıtmaya da razı olmayan kitlelerin seçeneği olarak sahneye çıkışının hemen ardından başta elbette mücadele dinamikleri olmak üzere halka umut yaydı. Bu umut kökleştiği ve kalıcılaştığı oranda hem iktidarı hem de restorasyoncu güçleri paniğe sürükleyecektir. Bu panik geldiğimiz eşiği işçilerin, yoksulların, kadınların lehine döndürme ihtimalimizin güçlü zemininin paniği olacaktır. Gelinen nokta kadın hareketinin toplumsal mücadele içerisinde diğer dinamiklerle yan yana gelişini hem zorunlu kılıyor hem de buradan bir dizi olanaklar sunuyor. 

Hal böyleyken kadın hareketinin ve feminist hareketin de yüzünü Emek ve Özgürlük İttifakı’na dönme olasılığının yaratacağı olasılıklar gerçeği karşımızda duruyor. AKP-MHP faşist iktidarının faşizmi kurumsallaştırırken kadınlara daha fazla ölümden başka bir şey vaat ettiği bir şey olmadığı açık. Söylenen sözlerin ve uygulanan eylemlerin tamamı adeta kadını ev içine ve aileye hapsetmeyi garantileyen nitelikte. Ağızlarını her açtıklarında “aileyi ayakta tutacak politikalar” fışkırıyor dillerinden. Bütçe tartışmalarında da bu başka bir biçimiyle karşımıza çıktı. Her sene egemenlerin çıkarlarının öncelendiği bu tartışmalar sırasında kadınlara yönelik yapılacak desteğin “evli kadınlar” ile -o da aileye ve erkeğe tabi bir kutsal aile miti çerçevesinde olmak suretiyle-sınırlandırılması dile getiriliyor. Erkek akılla kendini sürdürme yolunun bir ayağını aileyi yüceltmekte bulan iktidar bunun yolunu sözde desteklerle açmaya çalışıyor. 

25 Kasım 2022’ye Doğru

İşte böylesi bir olanaklar ve olasılıklar denizinde 25 Kasım’a gidiyoruz. Feminist hareket ve kadın hareketinin öncü pozisyonu koruyacağı, sokakları, alanları, meydanları açacağı, umudu yayacağı bir 25 Kasım olması için oldukça önemli bir eşikteyiz. Kadın hareketi bu eşiği hem örgütlüğünü güçlendirerek hem de bu gücü somut kazanımlarla buluşturup erkek egemenliği karşısında hegemonik güç alanı yaratarak geçmeli. 

Her gün katledilen, aile adı altında şiddet taciz ve ölüm üçgenine sıkıştırılmaya çalışılan kadınların gücünü bir kere daha sokakta göstereceği bir 25 Kasım olacağı şimdiden işaretlerini veriyor.

Kadınların politikleşmesinin hızlandığı, mücadeleci halinin açığa çıktığı dönemlerin artık bazı kazanımlar ile taçlanması bugün diğer mücadele güçlerine de umut verecektir. Faşizmin kurumsallaşma hamlelerine karşı sokağı açan, öncülük yapan feminist hareket ve kadın mücadelesi bu süreç içinde konumunu başka bir düzeye sıçratmalı. Elde edilen kazanımlarla birlikte kadın hareketinin halkın talepleri zemininde de ilerleyişini yan yana geliş zeminleri yaratılacağını öngörmek zor değil. 

Tam da bu yüzden bu 25 Kasım’ı kazanmakta hem kadın hareketi hem de toplumsal mücadele dinamikleri bakımından özel bir yerde duruyor. Şimdi bir kere daha isyan, inat ve kazanma kararlılığıyla sokakları dolduralım.

25 Kasım’da bulunduğumuz her alanı neşemiz, inadımız ve inancımız doldursun!