Sokaktaki Yoldaşlarımız: Köpeklerle Birlikte Yaşam

Kapitalist modern akıl, doğayı ve insanları sürekli ayırma işini sürdürür, farklı türlerin birlikte yaşam olasılıklarını yok etmeye programlıdır. İçinde de korkunç bir ayrımcılık, nefret ve şiddet taşır. Halbuki insanlar kendi bedenlerinden itibaren canlılara hayati bağlarla sarılıdır. İnsan bedeninin yüzde 90’ı bakteri ve mantar genomlarından oluşur. Fakat yaşadığımız dünyada hâkim olan rasyonalite, kendini doğa-kültür, insan-hayvan ve kent-kır gibi ayrımlar üzerine kurar. Bu hiyerarşik ayrımlar nedeniyle modern batı kentlerinin merkezlerinde neredeyse hiçbir sokak hayvanı göremezsiniz. Hayvanlarla ilişkiler yalnızca bireysel sahiplik ilişkisine indirgenmiştir. 

Kapitalizmin başkentleri olan metropoller, sokak hayvanlarını ortak yaşamdan ve insanlardan itinayla koparır. Paris gibi bir şehirde güvercinleri beslemek dahi yasaktır. Oysa Donna Haraway** gibi araştırmacılar sayesinde, insanlar ve köpeklerin “birlikte evrim” ilişkisine kulak verirsek; temel ilişkinin “ekmeği bölüşmek” olduğu görülür. Burada hikâyenin tek aktörlü olmadığı iddia edilir ve modern insanın kibrini yerle yeksan eden başka bir bakış açısı önerilir. Buna göre, canis cinsi köpeklerin atası kurtlar arasında daha uysal ve aç olanlar, Homo Sapiens’in yaşadığı alanların çevresindeki gıda artığı barındıran çöplere besin bulmak için gelir. Biraz daha cesaretlileri daha yakın yerlerde sürekli yaşamaya ve üremeye başlar. Bu ihtimalde ilk adımı kurtlar atmış görünmektedir. İnsanlar kurtları besler ve onlar da yeteneklerini insanlarla paylaşır. Bu hem insanın hem de köpeğin ortak evrim öyküsüdür. 

Yoldaş Türler

Haraway’in söylediği üzere, insan türü ile köpekler, bu yüzden birlikte evrimleşmiş “yoldaş türler”dir. Yoldaş kelimesi, yani companion, Latince’de “ortak bir sofrada ekmeği bölüşmek” anlamına gelir. Yoldaş türler düşüncesi, hiçbir şeyin kendi kendine var olmadığını bize anlatıyor. Bu hikâyede, insanlar ve köpekler yalnızca birbirlerini etkilemekle kalmıyor, aslında karşılıklı biçimde birbirlerini oluşturuyor. İçinde bulunduğumuz coğrafyada bizler, beraber yaşadığımız canlılarla ekmeği bölüşme kültürüne sahibiz. O yüzden sokaktaki köpekleri ve kedileri besliyoruz, vapurda martılara simit atıyoruz, güvercinlere yem veriyoruz, kuş evleri inşa ediyoruz. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye’de yaşadığımız çoğu şehrin, sokak hayvanlarıyla iç içe bir yaşama sahip olması bir zenginlik. 

Sokak hayvanlarının beslenmesi ve sağlığı, başta yerel yönetimler olmak üzere hepimizin sorumluluğunda. Ama bu konuda kent sakinlerinin bireysel imkanları elbette yeterli değil. Sokaktaki hayvanların sağlığının takibinin, yerel yönetimler tarafından titizlikle yapılması gerekmekte. Bu konuda üstüne görev düşen kurumların, mevcut sorumlulukları almaları şart. Bitlis’te genç yaşta masum bir çocuğun yaşamı, aslında sokakta yaşayan ve hastalığa muhtaç edilmiş bir köpek yüzünden değil, buradaki bakım sorumluluğunu almayan otoriteler nedeniyle acı bir şekilde yitirilmiştir. Oysa karşılıklı bakım ilişkisi geliştirdiğimizde sokak hayvanları tehlikeli varlıklar değil, yoldaşlarımız olurlar. İnsanlar ve bu konuda üzerine sorumluluk düşen kurumlar, sokak hayvanlarının bakımı konusunda özen gösterdiği sürece bu tip durumlar yaşanmayacaktır. 

İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin pek çok yerinde, kent yaşamında kediler, köpekler, kuşlar ve insanlar arasında birlikte yaşamı mümkün kılan ilişkilerden söz edebiliyoruz. Mahalleli tarafından beslenen, hatta isimler verilen ve barınmasına katkıda bulunulan hayvanlar ile türlü bağlar kuruluyor. Böyle örneklerin yaşandığı alanlarda sokakta yaşayan hayvanların insanlara fiziksel zarar verme ihtimalinin çok düşük olduğunu biliyoruz. Ayrıca sokak hayvanlarının yaşam hakkını, insanlara olan yarardan bağımsız şekilde teslim etmemiz gerektiğini ısrarla hatırlamaya ihtiyacımız var. 

Ne yazık ki son günlerde yükselişte olduğu gibi hayvanlarla olan ilişkilerde şiddet, nefret ve ayrımcılık girişimleriyle üzülerek yüzleşiyoruz. Ancak buna rağmen ölümün, şiddetin ve ayrımcılığın kapitalizmden, yani canavarın karnından güç alan iktidarına karşı, inadına birlikte yaşam öykülerini görünür kılmanın mücadelesine ihtiyaç duyuyoruz. Sokakta yaşayan dostlarımızı, yoldaş türlerle olan ilişkilerimizi karşılıklı bir bakım, oluşum ve akrabalık süreçleri olarak tahayyül etmenin, ölümü ya da şiddeti değil birlikte yaşamın imkanlarını çoğaltalım!

*MSGSÜ Sosyoloji Bölümü, Doktora Programı.

** Donna Haraway, “Siborglardan Yoldaş Türlere: Teknobilimde Akrabalığı Yeniden Şekillendirmek,” Başka Yer, Metis: İstanbul, 2010.