Emeğin Hakları Olmadan Demokrasi Mümkün mü?

Her türlü ekonomik mücadele emeğin sermayeye karşı çıkarlarını savunma zeminindeki özel bir siyasal mücadeleyle ilişkilenmeye ihtiyaç duyuyor. Aksi takdirde, ekonomik kazanımlar ya elde edilemiyor ya da kazanımlar kalıcılaşamıyor.

Kapitalizmin yapısal krizinin derinleşmesiyle işsizlik ve yoksullaşma dünya genelinde kalıcılaştı. Krizin ana sebebi olan kâr oranlarının düşme eğiliminin durdurulamamasına çare olarak devreye sokulan ve “üretim verimliliği” söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılan sömürünün yoğunlaştırılması, emeğin üzerindeki baskı ve denetimin arttırılmasıyla güçlendirilerek sürüyor.

Kapitalizmin esneme kapasitesi zayıflıyor, krize karşı sistemin içinden bir çözüm çıkamamasına bağlı olarak, olası halk isyanlarına karşı önlem almak amacıyla var olan demokratik yapılar tasfiye ediliyor, dünya genelinde faşist rejimler ve liderler yükseliyor. Burjuva demokrasisinin sınırları giderek darlaşıyor, “seçimler” faşist rejimlerin meşruiyet üretme alanına dönüştürülüyor.

Öte yandan, dünya çapında yaşanan toplumun büyük çoğunluğunun işçileşmesi yönündeki eğilim, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin emek mücadelesiyle kesişimini zorunlu kılıyor. Radikal demokrasi iddiası geçersizleşiyor. Emeğin sermayeyle uzlaşmaz çelişkisini gözetmeyen özgürlük ve demokrasi arayışları, egemen bloklar arasındaki oyun alanının baskısı altında kötürümleşiyor.

Her türlü ekonomik mücadele de emeğin sermayeye karşı çıkarlarını savunma zeminindeki özel bir siyasal mücadeleyle ilişkilenmeye ihtiyaç duyuyor. Aksi takdirde, ekonomik kazanımlar ya elde edilemiyor ya da kazanımlar kalıcılaşamıyor.

“Türk Tipi Demokrasi”

Türkiye Cumhuriyeti’nin inşası sürecinde ilk adımlar atılırken, işçi sınıfı ve onun partisi TKP düşman olarak görüldü. İşçi sınıfı sesini çıkaramayacağı ölçüde baskılanırken, modern çağın gerici gücü finans-kapital devlet fideliklerinde büyütülüyor ve antika çağların gericisi tefeci-bezirgânlar ve toprak ağaları ile ortaklaşa iktidar alanının merkezine yerleşiyordu.

Bu durumda, kapıdan kovulan emperyalizm sermaye ilişkileri yoluyla bacadan içeri alındı ve Türkiye kapitalizmi emperyalistlerin kontrolüne girip, emperyalizme bağımlı hale sokuldu.

Kuruluştan sonraki inşa sürecinde de işçi sınıfına dönük baskılar hep sürdü. 1946’ya kadar süren “sınıf esasına müstenit cemiyet kurma” yasağıyla işçi sınıfın her türlü ekonomik ve siyasal örgütlenmesi engellendi. TCK’da yer alan 141. ve 142. Madde ile işçi sınıfının siyasal örgütlenmesi yasaklandı.

İşçi sınıfının 1963’te Kavel direnişiyle başlayan, 60’lı yıllar boyunca süren ve 15-16 Haziran direnişiyle zirveye ulaşan mücadelesi, 71 darbesiyle sıkıyönetim mahkemeleri ve tutuklamalarıyla baskılandı. Patronlar ve onların temsilcisi iktidarlar, siyasal örgütlenmeyi yasaklamayla yetinmiyor, sendikal hareket bile tasfiyeye edilmeye çalışılıyordu.

12 Mart ile açılan süreç, 24 Ocak kararlarıyla programlaştırıldı ve 12 Eylül darbesiyle kendi zirvesine ulaştı. Bir patron, “Şimdiye kadar onlar (işçiler) güldü, artık gülme sırası bizde” diyecek ölçüde pervasızca konuşabildi. Türkiye sermaye için ucuz emek cennetine, emekçiler için cehenneme dönüştürülüyordu.

12 Eylül sonrasında, emeğin hakları silah zoruyla gasp edildi, işçi sınıfı örgütleri dağıtıldı, grevler yasaklandı. Emekçiler yoksullaştırılırken yerel ve uluslararası emperyalist sermayenin önü açılıyordu.

Özal’la başlayan bu soygunun, hızlandırılıp yoğunlaştırılmış sermaye birikim sürecinin son halkası olan Erdoğan iktidarı, kendi döneminde sermaye birikiminde öncesinde olmayan ölçüde sıçrama yaşattı, tabii aynı oranda halkın yoksullaşması da yaşandı.

Erdoğan iktidarının son ve özel bir bölümü olan 2016’da ilan edilen OHAL süreci ile başlayan yeni dönemde ise, adeta ilkel sermaye birikiminin önü açıldı. Yüz binden fazla kamu personeli KHK’lar ile işten çıkarılırken, emeklilik ve ulaşım dâhil kazanılmış haklara el konuldu. Sonrasında, 2018’de uygulamaya konan “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” ile TÜSİAD patronlarının daha da büyümesinin önündeki son pürüzler de kaldırılırken, yandaş sermaye MÜSİAD’ın da önü açıldı.

Pandeminin etkisiyle derinleşen kapitalizmin krizine, Erdoğan iktidarı yine sermayeyi koruyacak düzenlemelerle cevap verdi. Yoksulun cebinden çekilip alınan milyonlarla, gelir adaletsizliği Türkiye tarihinin zirvesine ulaşmıştır.

Emek ve Özgürlük İttifakı Çağırıyor

Tercihini açıktan sermayeden yana yapan Cumhur ittifakının karşısında yer alan diğer egemen blok olan Millet İttifakı, kimi konularda farklı olsa da sıra sermaye ve emek arasındaki ilişkiye gelince, Cumhur ittifakının aynısını ama daha utangaçça yapmayı hedefliyor.

İki ittifak da hiç de gizlemeden sermayeden yanadır. İki ittifakın da emekçilerin yaşadığı güvencesizliğe, geleceksizliğe, açlık ve sefalete çözüm olma yönünde hedefi yoktur. Yüzde 300’leri aşan karlar elde eden TÜSİAD’ın üyeleri, sadece 5’li çeteyi hedefine koyan Kılıçdaroğlu’nun, “gündemi” dışındadır.

Yine, savaş bütçesi ya da söz gelimi emeğin örgütlenmesi ve servet vergisi de Millet İttifakı’nın “demokrasi mücadelesinin” dışındadır. Kürt sorunun çözümü zaten yasak alandadır.

İşçi ve emekçilerin taleplerinin yaşama geçirileceği bir demokrasi ancak işçi mücadelesi ve diğer toplumsal güçlerin hak arayışlarının, sermaye güçleri tarafından düşmanlaştırılan Kürt halkının özgürlük arayışıyla “Emek ve Özgürlük” zemininde ortaklaştırılmasıyla mümkündür.

Emek ve Özgürlük İttifakı, ekonomik mücadele ile siyasi mücadelenin kesişimini doğru zeminde kurarak, mücadele içinde özneleşen halkın iktidarlaşacağı yeni bir toplumun inşasının ilk adımlarını birlikte atmaya çağırıyor.