Hamleler ve Olasılıklar Denizinde Orta Doğu

Ukrayna’daki savaşın dünya gündeminin ilk sırasına oturması, yaklaşık yüz yıldır savaş ateşiyle kavrulan Orta Doğu’yu gündemin arka sıralarına itti. Bulunduğumuz yüzyılın başından itibaren dünyadaki savaşların büyük ve önemli kısmını barındıran Orta Doğu’nun arka sıralara düşmesinde bölgedeki savaş ateşinin kısmen azalmış olmasının da payı var. Fakat bölgedeki savaş ateşinin Orta Doğu standartlarına göre “az olması” veyahut Ukrayna’daki savaşın küresel güçler arasındaki mücadelede belirleyici etkisinin “fazla olması”, Orta Doğu’daki gelişmelerin önümüzdeki süreçte dünyayı etkileme gücünün “sınırlı” olabileceği izlenimine yol açmaması gerekiyor. Bölgesel ve yerel güçlerin hamleleri ile halkçı hareketlerin direngen ve bitmeyen mücadeleleri Orta Doğu ile birlikte dünyayı önemli ölçüde etkileme olasılığını taşıyor. 

On yılı aşkındır süregelen ve derinleşerek içinden çıkılamaz hale gelen kapitalizmin yapısal krizi, küresel güçler arasındaki hegemonya savaşımını da derinleştiriyor. Bu derinleşmenin ilk nüveleri Orta Doğu’daki savaşlarda rol alan bölgesel ve yerel güçlere verilen desteklerde görülmüştü. Bunun ardından Rusya ve ABD’nin Suriye sahasındaki karşı karşıya gelişleriyle hegemonya savaşı yeni bir düzleme sıçrayarak derinleşti ve Ukrayna savaşıyla birlikte ise geri dönülemez bir zeminde yeni derinleşmelerin önü açıldı. 

Küresel güçlerin, eşit olmamakla birlikte, birbirlerine üstün gelecek güce sahip olmamaları bölgesel ve yerel güçlerin hegemonya savaşında rol alabilmelerini sağlıyor. Özellikle Orta Doğu’daki bölgesel ve yerel güçler bu savaşta önemli roller aldılar, almaya da devam ediyorlar. Roller sadece hegemonya savaşımındaki gelişmelere göre şekil almakla kalmıyor, bölge içindeki dengelere göre de şekilleniyor ve bu şekillenme küresel çaptaki savaşı da etkileyebiliyor. 

Veliaht Atakta 

Petrolün getirdiği mali güçle birlikte önce İngiliz sonrasında ABD emperyalizmine olan sadakatiyle Suudi Arabistan, son zamanlardaki hamleleriyle öne çıkan bölgesel güçlerden biri. Veliaht Prens Muhammed bin Selman (MbS), Basra Körfezi-Hint Okyanusu-Kızıldeniz arasındaki konfor alanında çıkarak Yunanistan ve Kıbrıs’la askeri ve ekonomik alanda stratejik ortaklıklar kurmaya çabalıyor.[1] Suriye ile de gizli kapılar arasında ilişkiler kuran MbS, Erdoğan ile el sıkışırken ki sırıtışının da gösterdiği üzere bölgesel rakibi Türkiye’yi çembere alıp ekarte etmeye hedefliyor. Ankara’daki görüşmede “yeni iş birliği dönemi” vurgusu ise önceki “sert” müdahalelerin yerini “yumuşak” hamlelerin almaya başladığını gösteriyor.[2] Keza İran’a yönelik söylemlerdeki yumuşama, Irak’taki siyasi krizlerde Şii gruplarla kurulan iletişimler de bu değişim gösteriyor. [3]

Bölgedeki bu hamlelerle güç alanı kazanmaya çalışan Suudiler, küresel güçler arasındaki çatışmadan faydalanarak bu güç alanını sağlamlaştırmaya çalışıyor. Çin’e günlük petrol satışını rekor olan 1,65 milyon varile çıkartan Riyad, Çin ile füze programı geliştirmeye çabalıyor.[4] Diğer yandan Rusya’ya yönelik yaptırımlara düşük tondan olsa da itirazlarını dile getirirken Moskova ile ekonomik ve askeri iş birliğini sürdürüyor. Böylece Suudiler bölgedeki güç savaşımında kendisine sınırlılık getiren ABD’ye bağımlılığını Rusya ve Çin ile askeri ve ekonomik ilişkileri geliştirerek azaltmak istiyor. Fakat bağımlığının yapısal olduğunun farkında olan Riyad, ABD’yi gözeterek ama onun da sınırlarını zorlayarak Moskova ve Pekin ile ilişkileri geliştirmeyi sürdürmeye çalışacaktır.  

Suudileri dışarıda “aktif” olmaya itenlerden birisi de içeride yaşadığı sıkışmalar. Sınır tanımayan şiddete rağmen Yemen’de Husilere diz çöktürülememesi, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ın Riyad’dan özerk ve kimi zaman ona karşı izledikleri politikalar ve ülke içerisinde özellikle kadınların başını çektiği eylemlilikler Suudilerin “konforunu” bozuyor. İçerideki hareketlilik, dışarıdaki amaçları etkileyebileceği gibi oradaki başarısızlıklarla birleşerek Suud hanedanına zor günler yaşatabilir. 

İran Güç Topluyor 

Bir diğer bölgesel güç İran ise esas olarak güç alanını korumaya ve sağlamlaştırmaya yönelmekte. Suriye’de önemli bir alan kazanan, Irak’ta ABD ile birlikte belirleyici güç olan, Lübnan, Filistin ve Yemen’de silahlı güçlerin ayakta kalmasını sağlayarak etki alanını Orta Doğu’nun neredeyse tamamına yayan İran, sınırlı gücünü koruyup büyüterek bu alanlarını konsolide etmeye çabalıyor. Suriye’deki statükonun sürdürülmesini isteyen Tahran yönetimi, ABD, İsrail ve Türkiye’nin ülkedeki hamleleriyle “uğraşması” için Rusya’ya yol veriyor. Lübnan’da Hizbullah’a, Irak’ta da Haşdi Şabi’den Maliki’ye çeşitli Şii gruplara ve Yemen’de Husilere daha fazla inisiyatif tanıyarak var olan statükoyu fazla güç harcamadan sürdürmeyi hedefliyor. İran, bu “yumuşak” politikaları Suudiler ve Türkiye ile olan ilişkilerinde de uygulayarak, istenmeyen çatışmaların oluşmamasına gayret ediyor. Öte yandan İran Hint Okyanusu’na ilk insansız hava filosunu indirerek askeri gücünü güçlendirmeyi sürdürdüğünü gösteriyor. [5]

Bölgedeki politikalarını uygulayacak gücü kazanmanın önemli bir yolunun dışarıdan geçtiğini bilen İran, esas gücünü buraya ayırmış durumda. Uzun zamandır Çin ve Rusya ile taktik ittifak kuran Tahran, son gelişmelerden sonra bu ittifakın niteliğini strateji düzeyine çıkarmaya yönelmiş durumda. Rusya ve Çin ile yeni ve stratejik anlaşmalar imzalayan, BRICS vb. kurumsal yapılara katılımın düzeyini artıran İran, hem olası “büyük” çatışmalar için konumlanıyor hem de bu konumlanmanın getireceği “faydalarla” bölgedeki gücünü artırmayı amaçlıyor.[6] Diğer yandan Tahran nükleer anlaşmanın yürürlüğe girmesi için Avrupa Birliği (AB) ile doğrudan görüşerek, Avrupa nezdindeki konumunu koruyup ABD’nin yaptırımları ile ABD’nin baskısıyla gerçekleşecek AB yaptırımlarının etkisini azaltmayı planlıyor.[7] Tahran bir yandan “kendine dışarıdan” daha fazla destek alarak güçlenmeyi diğer yandan “karşısındaki dışarıdan” gelecek zararı da azaltmaya çabalıyor. 

Tıpkı Suudilerde olduğu gibi İran da ülke içerisindeki mücadeleler tarafından sıkışmış durumda. Pandemi öncesinde ve sonrasında yoksulluğa karşı sürekli sokaklarda olan İran halkının, halkın ihtiyaçlarına değil silahlanmaya ve sömürücü azınlığa kaynak ayırmayı sürdüren Tahran yönetimine karşı önümüzdeki günlerde de sokakta olması oldukça yüksek olasılık. Ve İran’da gerçekleşecek halk hareketinin etkisi sadece İran ile sınırlı kalmayarak bölge halklarını da olumlu yönde etkileyecek güce sahip olması da oldukça önemli bir olasılık. 

Türkiye ve İsrail “Sert” 

Suudi Arabistan ve İran’ın ağırlıklı olarak “yumuşak” hamleler izlemesine karşın diğer önemli bölgesel güçler Türkiye ve İsrail “sert” hamlelerini sürdürüyorlar. İki ülke de ordularının önemli silah gücünün “yol açıcılığında” ilerleyerek alan ve güç kazanmayı hedefliyor. Türkiye Suriye ve Irak’taki operasyonlarını sürekli genişleterek, İsrail ise Suriye ve Filistin’deki “düşmanlarını” vurarak hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar.  [8]

Türkiye bölgedeki savaş haliyle birlikte küresel düzeydeki hegemonya mücadelesinin yarattığı boşluklardan sert gücünü kullanarak faydalanma politikasından vazgeçmiyor. Bunun önemli nedenlerinden birisi ise bu güce ciddi anlamda karşı koyacak bölgesel ve yerel gücün oldukça sınırlı olması. Bu nedenle Türkiye “yumuşak” gücü kullanmanın getireceği “zaman kaybının”, boşlukların veya emrivakisinin yarattığı/yaratacağı ani fırsatların da kaybı olacağını düşünerek sert güce yönelmekte. Diğer yandan Türk burjuvazisinin acil ihtiyaçları ve ülkedeki siyasi ve ekonomik krizin büyümesinin getirdiği sıkışma da iktidarı sert hamleler yapmaya itiyor. Fakat hem ülkedeki ve bölgedeki gelişmeler hem de ABD ve Rusya’nın Türkiye’nin gücünün farkında olarak izledikleri denge politikaları Ankara’yı sınırlamayı sürdürüyor.  

Netenyahu’nun iktidardan indirilmesine rağmen İsrail’in politikalarındaki süreklilik devam ediyor. “Düşmanlarının” kendisini vuracak güce erişmemesi için önleyici sert politikalarını sürdüren İsrail, özellikle Filistin’deki saldırılarını artırmış durumda. İran ve Rusya’nın ilişkilerini geliştirmeleri ve Rusya’nın İsrail’in son saldırılarına alışılagelmişin dışında sert tepki vermesi önümüzdeki süreçte İsrail’in saldırılarında çok rahat olamayabileceğini işaret ediyor. Küresel hegemonya mücadelesindeki safların keskinleşmesiyle doğru orantılı olarak İsrail’in saldırılarındaki rahatlığı azabilir.  

Mısır-BAE-Yunanistan

Geçtiğimiz yüzyılın büyük bölümünde bölgenin lider gücü olan Mısır, eski günlerine dönmeye çabalıyor. Arap halklarının haklı isyanının en görkemli mücadelesine sahip olan Mısır, firavunları aratmayan siyasal öznelerin halkın örgütsüzlüğü ve programsızlığından yararlanmasından dolayı bölgenin devrimci dönüşümünün öncüsü olması fırsatını kaçırdı. Üstüne kişiliksizliğiyle firavunların kemiklerini sızlatacak Sisi’nin liderliğinde bölgesel güç olma niteliklerini bile tam anlamıyla sahip değil. Öyle ki Sisi’ye ilk günden itibaren destekte bulunan Suudiler 10 milyar dolar daha destek sunuyorlar.[9]

Fakat Mısır bir yandan da kendi güç alanını geliştirmeye çalışıyor. Bu bağlamda özellikle Yunanistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Ürdün ile ilişkilerini geliştirmeye özel önem gösteriyor. Atina ile ekonomik anlaşmalar imzalayıp askeri tatbikatlar yapan Kahire, Abu Dabi ve Amman ile ekonomik iş birliğine yönelmiş durumda.[10] Böylece Mısır bölgeye yakın “dış” güçler ve bölgedeki yerel güçlerle “başka” bir alan kurmayı ve böylece tekrar bölgesel güç olmayı hedefliyor. Bu alanın bir diğer öznesi de BAE. Kendisi de Yunanistan ile 4 milyar dolarlık askeri ve ekonomik iş birliği anlaşmaları imzalayan[11] Abu Dabi, Suudlardan özerklik kazanmakla birlikte petro-doların getirdiği güçle bir zamanların Katar’ı gibi bölgede önemli bir güç olmayı amaçlıyor. Bir taraftan Mısır-BAE ile diğer taraftan Suudilerle anlaşmalar imzalayan Yunanistan ise bölgedeki çatışmalardan en iyi şekilde faydalanarak hem Türkiye’nin ABD nezdindeki bölgesel konumunu kapmaya hem de Türkiye’ye karşı önemli güç olmaya adım adım yaklaşıyor.

Savaş Kader mi?

Yukarıda bahsettiğimiz üzere bölgesel ve yerel güçlerin, kendilerini korumak, güçlendirmek ve etki güçlerini arttırmak için askeri gücü en önemli alan olarak görüp hamlelerin bu alanı esas alarak yapmaları “coğrafyanın kaderinden” dolayı değil, kapitalist üretim biçiminin yapısından dolayıdır. Marx’ın Kapital’inin 1. cildindeki önemli bölümlerden biri olan “ilkel birikim” süreci, Orta Doğu coğrafyası için biçimsel farklılıkları barındırmakla hala devam etmekte. 19. yüzyılda İngiltere ve Fransa’nın Mısır’a müdahaleleriyle başlayan bu süreç, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında anti-emperyalist ve sosyalist hareketlerin bölgedeki kimi ülkelerde iktidara gelmeleriyle kesintiye uğradı.

Fakat gerek SSCB’nin yıkılması gerekse bu ülkelerdeki iktidarların ABD ile anlaşmaları sonucunda savaş ve ilkel birikim süreci, biçimsel değişiklikler birlikte, kaldığı yerden devam etti. Bu sürecin ana öğesi petrol olsa da halkların emeklerinin ve zenginliklerinin silah ticareti aracılığıyla emperyalist ülkelere aktarılması ve savaş ölümcüllüğünden kurtulmak için göç eden coğrafya insanının ucuz emek-gücünün yine emperyalist güçlerin sermayeleri tarafından sömürülmesi ilkel birikim sürecinin önemli öğeleri oldular. Körfez Savaşlarıyla başlayan süreç, ABD’nin imparatorluğunu ilan edip Irak ve Afganistan’ı işgaliyle pik noktasına ulaştı. ABD’nin imparatorluk hamlesi bölge halklarının direnişiyle çöpe atılmış olsa da sermaye, ilkel birikim sürecinden vazgeçmedi. Bu bağlamda, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında yapay olarak belirlenmiş sınırlar ve devletler fiilen dağıtıldı ve sermayenin sınırsız talanına açıldı. Kapitalizmin 2008 yılında su yüzüne çıkan yapısal krizinin derinleşerek devam etmesi ise bölgedeki bu sınırsız talanın şiddetinin daha da artmasına neden oldu. Böylece bölgedeki savaş hali, tıpkı önceki iki yüzyılda olduğu gibi “coğrafyanın kaderi” haline geldi.

Öte yandan bu ilkel birikim süreci ve savaş haline karşı canlarını ve pre-kapitalist (kimi yerlerde komünal) yaşam biçimlerini korumak isteyen güçler silahlanarak devlet-dışı önemli askeri-politik güç haline geldiler. Bölgedeki sosyalist ve komünist hareketlerin zayıf olması da yoksul halkın bu yapılara yönelmesine ve bu yapıların kitlesel halk güçleri olmasına neden oldu.

Devrimci-Halkçı Özne 

Bölgedeki bu güçlerin başında Hizbullah geliyor. Lübnan Şiilerinin temsilcisi olan Emel hareketini İslam Devrimini yapan İran’a mesafeli durmakla ve 70’lerin kitlesel devrimci örgütü Lübnan Komünist Partisi’yle ittifak yapmakla suçlayıp bu hareketten ayrılanlarca kurulan Hizbullah, 90’ların başına kadar marjinal bir yapı olarak kaldı. 90’larda Hasan Nasrallah’ın liderliğe geçmesi ve İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki devrimci-solcu hareketlere önemli darbeler vurarak zayıflatması sonucunda kitlesellik yakaladı. Yoksul halka yönelik izlediği sosyalizan politikalar, Şiiliğin tarihsel devrimci kökeni ve İran’ın desteğiyle İsrail’e karşı elde ettiği askeri zaferler Hizbullah’ı bugünkü noktalara getirdi. Fakat kapitalizmin ve dolayısıyla kapitalist ilişkilerin yayılması, Hizbullah’ı sosyal-devrimci (sosyal bir sınıfa dayanan yani proletaryaya dayanan devrimci) bir güç olmaya zorluyor. İran’a bağlılığı, tarihsel devrimci dinamiğin sınırlılıkları Hizbullah’ın bu değişimi gerçekleştirecek bir güç olmasını engelliyor. Bu nedenledir ki Lübnan’daki örgütsüz halk hareketlerine kimi zaman doğrudan müdahale ederek engellemeye ya da engelleyemediği takdirde kendine kanalize ederek sönümlendirmeye çalışıyor. Öte yandan da Lübnan’daki diğer güçlerle birlikte (kısa süre önceki seçimin de gösterdiği üzere) var olan statükonun bir süre daha devamında rahatça anlaşıyor. Fakat geçtiğimiz yılın Ekim ayında ayaklanan halk kitlelerinde süregelen “rahatsızlık” yeni direnişlerin habercisi. Ve bu direnişler Lübnan’da devrimci özneleri yeniden yaratabilme potansiyelini her zamankinden daha çok taşıyorlar.

Bölgedeki bir diğer askeri-politik güç ise Irak’taki Sadr hareketi. Yine Şiiliğin tarihsel devrimci kökenini taşıyan ve ABD’nin Irak işgaline karşı direnişiyle öne çıkan Sadr hareketi, Irak çapındaki etkisini gösteriyor.

Irak’taki yerel güçlerin tıpkı Lübnan’daki gibi statükonun devamında ısrarcı iken sürekli hareket halindeki halk kitleleri değişimi zorluyor. Fakat devrimci ve halkçı bir öznenin henüz oluşmamış olması, halkın öfkesinin onu kanalize edebilen Sadr tarafından yönlendirilmesine neden oluyor.  

Diğer güçlerden farklı olarak komüncül geçmişin bıraktığı tarihsel devrimci mirasın Sadr’ı Irak’taki yozlaşmış sistemin tam karşısına konumlandırılması ve halkın öfkesinin bu güç tarafından yönlendirilmesi önemli bir durum. Fakat günümüzün sosyal devrimci bir öznesi yani proletaryanın öncülüğünde devrimci-halkçı bir hareketin gelişip büyümemesi halinde tarihsel-devrimci özne sınırlı rolünü oynayarak halkın öfkesinin sönümlenmesine ya da sistem tarafından içerilmesine neden olabilir. 

Bölgedeki en önemli devlet-dışı askeri-politik güç ise Kürt Özgürlük Hareketi. Marksist-Leninist bir hareket olarak ortaya çıkan PKK’nin öncülüğünde devam eden hareket, bölgedeki dört ülkede (Türkiye, İran, Irak, Suriye) de etkinliğini sürdürüyor. Irak’ta bir bölgeye yerleşen, Suriye’de önemli bir bölgeyi elde ederek kantonlarla birlikte devletimsi yapı kuran, Türkiye ve İran’da ciddi kitleselliğe sahip hareket, bölge halkları açısından savaş halini değiştirebilecek önemli bir devrimci güç olarak görülüyor.

Lübnan, Irak ve Suriye’deki bu durumlar çeşitli farklılıklarla birlikte bölge çapında genel bir duruma işaret ediyor. 21. yüzyılın başından itibaren irili ufaklı büyük direnişlere imza atan bölge halkları, kimi zaman sönümlense de bitmek tükenmek bilmeyen direnişçi enerjisiyle halkçı hareketleri tekrar tekrar canlandırıyor. Ve her canlanma meşakkatli bir sürecin meyvesi olacak olan devrimci-halkçı öznenin inşasına bir adım daha yaklaşılmasını sağlıyor. Küresel, bölgesel ve yerel güçler arasındaki hegemonya savaşımının derinleşerek devam edeceği önümüzdeki süreç ise bu devrimci-halkçı öznenin inşasının hızlanabilme ihtimaline işaret ediyor. Tabii ki işçilerin, emekçiler, kadınların, gençlerin ve halkların mücadelesiyle. 

Dipnotlar

[1] https://www.al-monitor.com/originals/2022/07/saudi-arabia-signs-energy-agreement-greece

[2] https://www.middleeasteye.net/news/turkey-saudi-arabia-seeks-deposit

[3] https://apnews.com/article/middle-east-iran-saudi-arabia-iraq-c06361f25c45317a4a71658729db4d25

[4] https://www.middleeasteye.net/news/china-emerges-major-exporter-weapons-middle-east-north-africa

[5] https://english.alarabiya.net/News/middle-east/2022/07/15/Iran-navy-announces-drone-division-in-Indian-Ocean-during-Biden-s-Middle-East-visit

[6] https://nation.com.pk/2022/07/21/brics-and-iran/

[7] https://www.middleeastmonitor.com/20220813-iran-may-accept-eu-nuclear-deal-proposal-wants-assurances/

[8] https://www.dw.com/en/the-turkish-army-in-iraq-an-occupation-force/a-62600962
https://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-62457780

[9] https://www.arabnews.com/node/2137776/business-economy

[10] https://english.news.cn/20220803/d0a0b49e4e134e7eb7a4b4989d155a31/c.html
https://www.zawya.com/en/projects/industry/industrial-partnership-between-egypt-uae-jordan-to-boost-private-sector-minister-ljhkdmkn

[11] https://www.al-monitor.com/originals/2022/05/uae-greece-sign-42-billion-agreement