Üçüncü İttifak, Demokratik Halkçı Bir Seçeneğe Dönüşecek mi?

Türkiye nesnelliği bizimle konuşuyor. Kulakları paslanmamış olanlara diyor ki; halkçı bir seçenek olasılığı bir potansiyel olarak işte hemen orada karşımızda. Henüz bir potansiyel, evet. O potansiyeli açığa çıkarmak ise siyasal öncülük maharetine bakıyor. 

Maharet derken, zemini de hazır aslında. O öncülükteki maharet günümüz güncelliğinde; üçüncü bir ittifakın inşası için yan yana gelen HDP ve sosyalistler tarafından demokratik halkçı bir seçeneğin yolunun açılmasında.

Şimdi bir potansiyel olarak karşımızda duran halkçı arayış şayet üzerinde konumlandığımız nesnelliğe uygun müdahaleler ve hamlelerle sürece öncülük edilebilirse, halkçı bir çıkışın arayışı maddi bir inşaya dönüşecek ve yaşamın içinde bugünden somutlaşmaya başlayacak.

İşte bu yolu açacak, halkın arayışını maddi bir siyasi inşayla buluşturacak olan, başta yedili ittifak (EMEP-EHP-Halkevleri-HDP-SMF-TİP-TÖP) diye anılan siyasi partiler olmak üzere tüm sosyalist, sol, demokratik, halkçı güçlerdir.

Oyuna Girecek ve Oyunu Yeniden Kuracak mıyız?

Son derece tarihsel ve tayin edici bir görev ve sorumluluk bu.

Peki bu görev ve sorumluluğu üstlenecek miyiz? Dahası halkın seçeneğini maddi bir güç haline getirebilecek miyiz? Nasıl?

Henüz yedili ittifak diye anılıyor olan üçüncü ittifakın kendisini ismiyle, cismiyle, varlığıyla, pratiğiyle ve programıyla ivedilikle ve derhal bir özne olarak ortaya koyması, iktidar hedefli bir aktör olarak siyasal ortama kendisini dayatması gerek.

İvedilikle ve derhal “aceleciliğimizi” açalım.

Zamanın olağanüstü hızda aktığı günlerdeyiz. Kaybettiğimiz her dakika aleyhimize işliyor. Bu olağanüstü zaman bizden kendi ritmini yakalamamızı istiyor. Farkındayız değil mi? Gitti gidiyor denilen Erdoğan rüyalarında bile hamle yapıyor, o miskin Kılıçdaroğlu kurtarıcı pelerinini takmış umut tacirliği yapıyor, faili meçhuller döneminin kraliçesi faşist Akşener “istibdata karşı hürriyet” meşalesiyle “iyilik” piri gibi ortalarda dolanıyor, AKP artıkları başımıza demokrasi havarisi kesiliyor, Özdağgiller modern seküler Türkçülük makyajlamasıyla faşizmin yeni aktörleri olarak sahneye çıkıyor… Tarihimize atıfla, malum, Osmanlı’da oyun da oyuncu da çok… Peki ya biz? Oyuna girecek ve oyunu yeniden kuracak mıyız? 

Zaman Sabırsızlık Zamanı!

Velhasıl-ı huuuu hu! Herkes sahnede hamle yapıyor, pozisyon alıyor, gidişatın yönünü değiştirecek müdahalelerde bulunuyor. Birileri seyreylerken, suyun başı birileri tarafından tutuluyor. Zira zamana karşı özgür değiliz. Zaman sabırsızlık zamanı! Üstelik çok da acımasız. Hele ki siyaseten… Telafisi yok ve affetmiyor.

Öyle ya, sizin düşünceleriniz ne kadar “parlak”, niyetiniz ne kadar “iyi” olursa olsun, söz ve eylem doğru zamanda yapıldığında politik bir mana taşır. Gerisi apolitik bir iyimserlik ve ikirciklilikle yüklüdür. Müdahale erken ya da geç geldiğinde isterse en doğrusu olsun geçmiş o’la! Üstat Lenin diyor ya hani, “Dün erkendi, yarın geç, zaman tamam bugün” diye… Bu söz, şimdi alarm niyetine biz sosyalistler için çalıyor! Kuşkusuz, gereğini yapmayanı tarih affetmeyecektir.

Zira, demokratik halkçı bir çıkış geciktikçe, halk bizzat sosyalistlerin almadığı sorumluluk yüzünden ehvenişere mahkûm ediliyor, şimdikinin laciverdi olan seçeneksizlik seçeneğe dönüşüyor. Atılmayan her adım yapılmayan her hamle üçüncü seçeneğin etki gücünü azaltırken, başka seçeneklerin önünü açıyor. Zamana karşı sorumlu tutumdan imtina edilmesi, halka karşı sorumluluğun üzerinden atlanması manasını taşıyor. Karşı karşıya olduğumuz öncülük ve siyasal program boşluğu aşılmadıkça halkın arayışı berhava edilmiş oluyor.

İşte, demem o ki, “aceleciliğimiz”in politik muhtevası halka karşı duyduğumuz sorumluluk gereğidir. İvedilikle ve derhal vurgusunun özü budur.

İttifak kendisinden beklenen demokratik halkçı çıkışı daha fazla gecikmeden ve geciktirmeden yerine getirmeli, davet edildiği o tarih sahnesine çıkarak, kendisini yegâne seçenek olarak ilan etmelidir. Tek başına ilan da yetmez elbette. İşçi sınıfının ve ezilenlerin çıkarlarını ve taleplerini merkezine alan siyasal program ezilenlerin yumruğu olarak kendisini siyasal ortama dayatırken; halkın siyasetin merkezine yerleşeceği, siyasetin öznesi haline geleceği bir halk iktidarlaşması perspektifiyle kendisini sokakta örgütlemelidir.

Biz Başka Alem İsteriz

Siyasal programın ruhu, yan yana dizilen kelimelerde değil, gündelik yaşamın içinde, emekçi semtlerinde, havzalarda, iş yerlerinde, atölyelerde, kentlerde, mahallelerde, okullarda, sokakta nefes alıp vermelidir. Program halkın içinde ve halkla birlikte maddi bir güce dönüşmelidir. Kurucu bir özneleşme ve meclisleşme hareketi ancak böyle bir muhteva ile mümkün olacaktır.

Halkın acil ihtiyaçları için mücadeleyi mevziler kazanarak ilerletirken, salt acil talepler ve seçimlerle çitlenmemiş ve ama aynı zamanda seçimlerin talep ettiği pozisyonları da üreterek sürekli mevzi kazanılmalı, örgütlü yürüyüşünü memleketi yeniden kuracak bir halk iktidarı hedefiyle, seçim öncesini, seçim sürecini ve seçim sonrasını içine alan ‘biz başka alem isteriz’ ufkuyla damgalamalıdır.

‘Biz başka alem isteriz’ bilinci bugün devrim sorununu teorik soyutlama olarak değil, günün güncel sorunu olarak görmeyi talep etmektedir.

György Lukács’ın ifadesiyle; “Devrimin güncelliği, tek tek her günlük sorunun, toplumsal tarihsel bütünün somut bağlamı içinde ele alınması, bunların proletaryanın kurtuluş momentleri olarak(…) günlük her sorunun –günlük sorun olarak bile- aynı zamanda devrimin temel sorunu olduğu anlamına gelir.”[1]

Solun kriziyle damgalı günümüzün devrim sorunu burada yatmaktadır.

Bugün artık, ihtiyacı iliklere kadar hissedilen güç ve güven merkezi üçüncü bir ittifak öncülüğünde inşa edilmeli, halkın barajı omurgasında demokratik cumhuriyet hedefinin olduğu halkçı bir çıkış programıyla örgütlenmelidir. Demokratik halkçı bir iktidar için başka yol yok.

[1] Lenin’in Düşüncesi Devrimin Güncelliği, György Lukács, Belge Yayınları.