6’lı Masa İşinin Başında

Birbirleriyle bağlantılı bir şekilde derinleşerek genişleyen ekonomik ve siyasal kriz ile devlet fraksiyonları arasındaki mücadele, Türkiye’deki siyasal gelişmelere her geçen gün ivme kazandırıyor. Bu ivmelenme nedeniyle sistem düzleminde bulunan siyasal özneler -var oldukları zeminlerden kopmadan- sürekli yeni hamleler yaparak “karşı tarafın” zeminini daraltmaya, mümkünse o zeminden parçalar koparıp kendine katmaya çabalıyorlar. Bu bağlamda sistem içi düzlemde önemli yer edinen 6’lı masa, bulunduğu zeminin eklektik yapısının bu hamleleri yapmasını sınırlandırdığının farkındalığıyla, zeminini sağlamlaştırmaya yönelik hamlelere de hız veriyor. 

Halk Karışmasın! 

Hamlelerin en görünür yanı toplantılar. Son zamanlarda sıkça gerçekleştirilen bu toplantılarda ana gündem “Erdoğan sonrasında yapılacaklar”dan “aday” tartışmasına geçmiş durumda. Fakat post-Erdoğan sürecinde yapılacaklara dair biz fanilere verilen bilgiler “parlamenter demokrasiye” geçiş ve topluma yayılacak hoşgörü, barış ve kardeşlik havasıyla sınırlı. Bunların nasıl gerçekleşeceği, hesaplaşmaların yapılıp yapılmayacağı, demokratik bir sisteme geçişte halkın rolünün ne olacağı gibi sorular ise “o iş bende” tavrıyla geçiştiriliyor.

Bu tavırların altında yatan ana neden ise 6’lı masanın var olan sistemin yapısından değil, Erdoğan’ın “fazla” güce sahip olmasından şikayetçi olmaları. Bu nedenle “Başkan”a verilen “fazla” gücün kırpılarak sistemin ana yapısının korunduğu bir “yumuşak” geçiş süreci hedefleniyor. Ve bu geçiş sürecinin “halkın” istekleri ve talepleriyle bozulması istenmiyor. 

Böylece post-Erdoğan sürecine “yumuşak” geçiş konusunda “anlaşan” 6’lı masa, “adayı” belirleyerek zaferini şimdiden ilan etmeyi hedefliyor. Adayı belirleme süreci ise masanın niteliklerini açıkça gösteriyor.  

Kılıçdaroğlu’nun Adaylığı 

Kılıçdaroğlu’nun öne çıkmasıyla başlayan “Alevi olması” ve “kazanma ihtimali” tartışmaları, 6’lı masanın; halkı “Türk-İslam” ve “sağcı” kimliğiyle hareket eden “güruh” olarak gördüğünü ve bunun bir gerçeklik olarak kabul edilmesi dayatmasında bulunduğunu ortaya koyuyor. Keza “kesin” kazanacaklarını belirterek “Sünni” kökene sahip “eski” ANAP’lı İmamoğlu ve “eski” MHP’li Yavaş’ın alternatif olarak ileri sürülmesi de bu görüş ve dayatmanın bir başka göstergeleri. Ekmeleddin’in adaylığında yapılan “bozkurt” işareti, belediye seçimlerinde sağcı adayların gösterilmesi, belediyelerde izlenen neoliberal politikalar vb. Kılıçdaroğlu’nu kurtarmaya yetmiyor. Fakat Kılıçdaroğlu’nun memur geçmişinin kazandırdığı “sakin güç” (siz bunu “sallarım başımı alırım maaşımı” olarak da okuyabilirsiniz) karakteri, geçiş dönemine oldukça uygun olan “Çankaya Noteri” rolü için liyakata sahip olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla farklı sermaye fraksiyonları tarafından desteklenen “dinamik” İmamoğlu ve Yavaş’ın aksine yumuşak geçişi sağlayacak “demokrat dede”, devlet klikleri ve “büyük” sermaye grupları tarafından daha tercih edilebilir bir aday olabilir. 

İşbölümü 

6’lı masada sandalye sahibi olanların “sahada” gösterdikleri performanslar ise bir işbölümü çerçevesinde bulundukları zemini sağlamlaştırma ve geliştirmeye yöneldiklerine işaret ediyor. Kılıçdaroğlu’nun sürekli devlet kurumlarına “baskına” gitmesi, post-Erdoğan sürecinde devlet kliklerini “Memur Kemal”e bağlayarak devlet krizinin çözülmesi amaçlanıyor. Uluslararası sermayeyle kurulacak ilişkiler ise ekonomi dâhisi, “altın çocuk” Babacan’a bırakılıyor. Küçülen pastadan payını alamayarak AKP’den kopmaya başlayan tefeci-bezirgân kökenli küçük esnaf ve tüccarlar için ise İYİ Parti ve Demokrat Parti görevli. Keza İYİ Parti, iktidar ortağı olmanın vaat ettiği devlet kaynaklı kırıntılara kavuşamayan milliyetçileri de toplamaya çalışıyor. AKP iktidarıyla “şanlı İslami geçmişe” tekrar ulaşacağını sanan, ama dindaşların aksine eline fakirlik, güvencesiz çalışma ve yoğun sömürü geçen yoksul Müslümanların öfkesini derleyip toparlama görevi ise Saadet ve Gelecek’te.

Yükselen işçi direnişleri ve ekoloji hareketi, sokakları zapt eden kadın mücadelesi, saldırılara rağmen boyun eğmeyen Alevilerin direnişinin devrimci bir zeminde konumlanmasını engelleyerek “Önce Erdoğan gitsin, sonrasına sonra bakarız” şiarıyla restorasyona cephesine bağlama görevi ise sol-CHP ve kimi “devrimci” yapılara ihale edilmiş durumda. 

Geçiş süreci, adaylık tartışması ve işbölümünün gösterdiği üzere 6’lı masa, kurulduğu zeminin gerekleri doğrultusunda hamlelerini sıklaştırarak, aynı düzlemde yer aldığı Cumhur İttifakı’nın zeminini de kapsayarak aşma çabalarına önümüzdeki günlerde hız verecek.

Bu hızlanmanın altında yatan sebep ise masanın “halkın ihtiyaçlarını” değil, gerek dünya gerekse Türkiye çapında derinleşen kriz doğrultusunda sermayenin ve devletin kırılganlığının büyümesi. Ve işçilerden kadınlara, ekolojistlerden Alevilere, gençlerden Kürtlere kadar her alanda büyüyen mücadeleler bu kırılganlıkları büyütmekle kalmıyor, yeni bir Cumhuriyetin – Demokratik Cumhuriyetin- temel taşlarını santim santim örmeyi sürdürüyor. Dolayısıyla sermayenin ve devlet kliklerinin çıkarlarının esas alındığı düzlemin varlığının devamı açısından 6’lı masaya düşen görevleri hızlıca yerine getirmesi şart. Nitekim “Altılı masanın en güçlü neferiyim” diyen İmamoğlu’nun söylemleri ve KHK’lıların İBB’deki işlerinden atılması bunun bir işaret değil mi?