Göç Yolundan Eşit Yurttaşlığa Bir Hak Mücadelesi : Göçmenlik

Son dönemde ülkenin farklı kesimlerinden ırkçı söylemler ve göçmenlere yönelik ırkçı saldırılar yükseliyor.

En baştan söylersek her savaş ve katliam beraberinde bir göç getirir. Hele ki bu savaş emperyalist saiklerle başlatılmış bir savaşsa bu göçle birlikte binlerce insan birdenbire birer göçmene dönüşebilir.

Türkiye gibi ırkçılığı politik bir argüman olarak sürekli devreye sokan ülkelerde ise göçmenlik meselesi birdenbire faşizmin ve ırkçılığın dolgu malzemesi haline gelebilir.

Göçmenler ve AKP-MHP İktidarının Çıkarları

ABD ve Batı emperyalizmi, “demokrasiyi getirmek” adına dünyanın dört bir yanında yıkımlara yol açtı, açıyor. Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye…ve başka birçok ülkeye yönelik emperyalist müdahaleler savaşlara ve göçlere dönüştü. Türkiye sermayesi ve egemen iktidar da bu savaşları kendi ülkeleri adına bir koza dönüştürmek için epeyce mesai tükettiler ve tüketiyorlar.

Bu savaşlarda farklı gerekçelerle göç eden binlerce göçmen bugün özellikle ülkemizde egemen iktidar tarafından hem Avrupa’ya karşı bir göçmen kozuna hem Suriye gibi kontrol bölgelerinde demografik bir baskı aracı olarak kullanılmaya hem Türkiye seçimlerinde iktidarın oy kazanmak için ırkçılığı pompalayacağı bir nefret unsuruna hem de sermaye için ucuz işgücü olarak memleketin her sathına dağılan, çocuk, kadın, erkek denilmeden, emek piyasasına ucuz işgücü olarak pazarlanan hesaplar nesnesine dönüşmüş durumda.

Yükselen Irkçılık ve Aleviler

Irkçılığın pompalandığı ve an an tırmandırıldığı şu günlerde göçmenler Aleviler cephesinde de tartışılmaya başlandı. Alevi toplumu gibi cihatçı çetelerden epeyce de çekmiş bir kesim için çoğu zaman özellikle de Ortadoğulu göçmenlere bakış açısı farklılaşabiliyor. Alevi birkaç sanatçının ve kurumların “Sessiz İstila” videosu aracılığıyla başlayan ırkçılık söylemlerine dahil olmaları, “öteki” kimliğini en çok yaşayan Alevi toplumunda açığa çıkan bu bakış açısının ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor.

Ortadoğu coğrafyası mezhepler kullanılarak insanların birbirlerine “rahatlıkla” kırdırılabildiği bir coğrafya. Özellikle Alevilik gibi komünal değerleri, eşitliği öne çıkaran inançlara karşı inşa edilen tek tanrılı din anlayışı ve onun dayattığı yaşam biçimi her zaman bir risk barındırmıştır.

El Kaide, IŞİD ve Selefi radikal ve terörist gruplar her an tetikte olan Alevi toplumuna bir katliam yapmak için eğitilmiş çetelerdir. Alevilerin bu hususa dair tavır alması yaşamsal bir zorunluluktur.

Nitekim Suriye savaşıyla Alevilerin yoğun yaşadığı Hatay’a Eğit-Donat kamplarının yapılması, Maraş-Terolar köyüne yapılan istenen kamp vs. gibi birçok olay Alevi bölgelerin yaşamlarına doğrudan müdahalenin örneklerindendir.

Ama savaşla göçe tabi olanlar sadece bu kesimler değil, binlerce yoksul emekçi, kadın, çocuk göçe mecbur olan kesimlerden. Tam da bu yüzden Aleviler, göçmenler ve çeteciler arasında bir ayrım koymak zorundadır.

Elbette göç olgusu tek başına bir yer değişikliği değil, aynı zamanda göç edilen yerlerin sosyo-kültürel yapısına da bir müdahaledir. Özellikle de Türkiye gibi seküler yaşamı sindirememiş ülkelerde, bu tartışma laiklik söyleminin altına gizlenen ırkçılığa dönüşebiliyor. Nitekim yaşam tarzına müdahalenin en çok yaşandığı kesim olan Aleviler bu bakış açısına karşı da uyanık olmalıdır.

Göç Yollarında Alevilere Birkaç Hatırlatma 

Aleviler kalubeladan beri bu coğrafyanın “içindeki yabancı”, hep bir nefret unsuru olageldi.

Hayat heybeleri; acı, ölüm, sürgün ve göç ile dopdolu bir toplum.

Sivas, Gazi, Çorum, Maraş, Malatya, Ortaca, Dersim, El-Zara, … gibi birçok katliam beraberinde göçü de getirmiştir. Bu kimi zaman bir iç göç şeklinde başka bir şehre gitmek olabileceği gibi kimi zaman da dış göç dediğimiz başka ülkelere göç şeklinde de gerçekleşmiştir.

Bu yüzden Alevi katliamları ve göç, kimlik ve hafıza arasındaki ilişkinin çok boyutluluğunu doğrular.

Kitlesel saldırılara maruz kaldıkça bulundukları bölgeleri terk etmiş, zorunlu göçle yeni bir hayata başlama kaygısı arasında yaşadıkları travma ve kaygılarla geçmişi unutmayıp, sırtında bir dikkat butonu olarak taşımıştır. Ve böylece inancı için mücadele ederken, gündelik yaşamını yaşarken, bir işyerinde çalışırken geçmişi ve bugünü arasında iktidarların ve egemenlerin planlarına karşı da hep tetikte olmuşlardır.

Katliamlardan ve savaşlardan sağ çıkıp bir ömür hayatta kalmanın ağırlığını hissettikleri bir yükle düştükleri göç yollarının hikayesi ise bir o kadar zorlu olmuştur. Göç ettikleri yerlerde Alevi kimliği ile kamusal alanda görünmemeye çalışıldığı, Alevi olmayanla görüşülmediği, göç ettikleri mahallelerin hızlıca hısım akrabaların göçüyle gettolaşıp, Alevi mahallerine dönüştüğü bir göç hikayesi yaşamışlardır.

Ama her şeye rağmen Alevilik, insan-i kâmil olmayı amaçlayan yani bu dünyada insanın insanlaşmasına (eşitlik, özgürlük, paylaşımcılık) yönelik bir değerler bütünüdür. Alevilerin amaçladığı “rıza şehri” toplum düzeni, “sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız” bir yaşamın tahayyülüdür.

Sınırları silikleştiren bu düşünüş biçimi Alevilerin göçmenlere yönelik dışlama, ayrımcılık ve nefret suçunun yaygınlaşması karşısında hatırlanması gereken en önemli değerlerinden biridir.

Alevilerin, uzun yıllardır verdiği eşit yurttaşlık mücadelesi bugün göçmenler için de bir o kadar önemli bir mücadele hattıdır.

Bu yüzden göçmenlerin günlük siyaset çıkarları için araçsallaştırılmasına karşı çıkmalı. Göçmenlerin temel yurttaşlık haklarına erişiminin önündeki engellerin kaldırılması için de mücadele etmeliyiz.