Hakaret İktidarının Erkek Siyasetine Bir Uyarı Yazısıdır!

İktidar da memleket de zengin yaşlı erkek siyasetçilerin işgali altında.

Siyaset sahnesindeki erkeklerin en büyük hobisi ise kadınlar hakkında konuşmak. Öyle ya, adeta birbirleri ile yarışırcasına kadın düşmanlığında zirveye oynuyorlar.

Kürtajı yasaklayarak kadınların bedenine el koymak istediler. Kadınların öfkesi, onlara geri adım attırdı. Ancak adı konmamış bir OHAL rejimi altında olan ülkemizdeki diğer her şey gibi bu yasak da fiilileştirildi. Toplumsal bir kalkışma olan ve ülke gidişatının seyrini değiştiren Gezi isyanıyla halkın tokadını yiyerek tepeden tırnağa sarsıldılar. Sürekli savaş konseptiyle saldırarak ayakta kalmaya çalıştılar. Gezi direnişini kadın düşmanlığına el yükselterek cezalandırmak istediler. Ne var ki, Gezi komününün içerisinde de sonrasında da kadınlar hiç geri çekilmediler, bir adım dahi geri atmadılar.

Pandemiyi Allah’ın bir lütfu olarak görüp, fırsata çevirdiler. Önce infaz yasası ile mafya liderlerini, çeteleri, katilleri, tecavüzcüleri, tacizcileri afla serbest bıraktılar. Pandemi ambargosundan sonra meclis açılır açılmaz bekçi yasasını getirerek bekçilerin yetkilerini genişlettiler. Yetmedi, 5. ve 6. yargı paketi adı altında kadınların kazanılmış hakkı olan nafakaya göz diktiler. Yetmedi pandemi boyunca krizin bütün yükünü kadınlara taşıttılar. O da yetmedi, boşanma yasası diye allayıp pulladıkları yasal ucube ile kadınların boşanma hakkını, “kutsal aile” masallarıyla fiili olarak engellemeye giriştiler.

O arada pandemi ve kriz koşullarına rağmen kadınlar hep sokakta itirazlarını yükselttiler. Faşizmin karşısındaki en diri, en canlı, en güçlü barajı oluşturdular. İstanbul Sözleşmesi’ni feshederek kadına yönelik erkek şiddetinin önündeki tüm engelleri kaldırmak istediler. Ne var ki kadınlar tıpkı hep bir ağızdan haykırdıkları o slogandaki gibi susmadı, korkmadı ve itaat etmedi. Kadın hareketinin sloganı sokakta, pratiğin içinde kadınların somut eylem pratiğine dönüştü. Kadınlar, ülkenin dört bir yanında sokakları, meydanları, geceleri terk etmeyerek İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğiz iradesini her defasında daha da kitleselleşerek ve toplumsal meşruiyet zeminine oturarak kadın kurtuluş hareketini kuvvetlendirdiler.

***

Yirmi yıllık iktidar pratiklerinde, ağızlarından kadınlara hakaret eksik olmadı. “Kadın mıdır, kız mıdır bilemem”, “kızlı erkekli kalıyor”, “kadının en yüce görevi annelik”,  “İtaat et rahat et” üslubundan topyekûn tüm toplumu “sürtük” ilan etmeye vardırdılar erkek dillerini.

Kadınların giyimi, kuşamı, kaç çocuk doğuracağı, nereye gidip gidemeyeceği, hangi saatlerde sokağa çıkabilecekleri gibi kendilerini hiç ama hiç ilgilendirmeyen konular hiç dillerinden düşmedi. Burunlarını kadınların yaşamına sokmaktan hiç geri durmadılar.

Kadın düşmanlığından asla taviz vermediler. İstikrarla erkekliklerini yüceltiler. Kadına yönelik düşmanlık söylem ve eylemlerinin politik muhtevası basitçe kadınlara düşmanlık gütmek değildi elbette.

Patriarkal sistemin şekillendirdiği kadın düşmanı devlet ve toplum geleneğine dayanarak, toplumsal çürümenin de önünü açarak bir adım ileriye taşımasında somut çıkarları olan egemenler, iktidar, sermaye ve erkeklik üçgeninin troykasını dayattılar topluma.

Kadınların yaşamını bir ahtapotun kolları gibi sarmalayarak, kadını eve, mutfağa, kutsal aileye sıkıştırarak, toplumu milliyetçilik, din ve erkeklik üzerinden konsolide etmeye çabaladılar.

Birileri çıkıp kadınlar üzerine fetva üzerine fetva verdi; birileri siyaset kürsülerinden parmak sallayıp bir siyasi parti genel başkanına “gelin hanım” diyerek kadınlara, kadınlık rolleri üzerinden ayar vermeye çalıştı; birileri kadınların iç çamaşırlarını diline doladı; bir diğeri kadın memesini. Birileri siyaseti erkeklik düellosuna dönüştürerek, “…zerre kadar erkeklik onurun varsa beni kapının önünde bekle! Seni bulacağım oğlum” sözleriyle ülke parlamentosunun erkeklik seviyesini köpürttü.

Birileri her gün erkek erkeğe yapılan televizyon programlarında ekranlara çıkarılıp kadınlar hakkında ahkâm kesti de kesti. Birileri kendi siyasal çıkışlarını, erkeklik “onuru” adı altında kadın bedenini erkeğin malı kabul eden “sahiplik” iddiası üzerinden öne çıkardı.

Birileri halkın iradesi ile seçilmiş kadın vekile “seni buraya çivilerim” tehdidinde bulundu, birileri ise çıkıp en yüksek makamın tepesinden “bunlar çürük, bunlar sürtük” deyiverdi.

İnanılmaz sefillikteki düşüncelerini her gün birbirlerinden devralarak tekrarladılar ve tekrarlıyorlar.

Öyle anlaşılıyor ki, yedi yirmi dört, gündüzünde gecesinde, ayıkken ya da rüyalarında sürekli kadınları düşünüyorlar ve kadınları daha fazla nasıl aşağılayabilirizin hesabını kitabını yapıyorlar. Devletin tüm imkanlarından faydalanarak, lümpen, bayağı ve sapkın düşüncelerini sürekli olarak üstümüze püskürtüyorlar. Salyalı ağızlarından akan şiddetle tüm çirkinliklerini toplumun üzerine boca ediyorlar.

Her sıkıştıklarında dine, Allah’a, kitaba, İslam’a, sarılarak ahlak bekçiliği yapmayı kendilerine hak belliyorlar. Muhafazakârlaşma ve gericiliğe dayanarak konuştukça konuşuyorlar.

Evet siyasette erkekler hep konuştu. Konuşuyorlar.

Onlar konuştukça kadın cinayetleri, taciz ve tecavüzler arttı. Onlar konuştukça çocuk istismarının önü açıldı. Onlar konuştukça LGBTİ+lar nefret nesnesi haline getirildi. Onlar konuştukça doğanın nefesi kesildi. Onlar konuştukça işçiler tekmelendi. Onlar konuştukça ülkemiz işçi mezarlığına, kadın mezarlığına, Alevi mezarlığına, Kürt mezarlığına, çocuk ve genç mezarlığına dönüştü. Onlar konuştukça katliamların, cinayetlerin, lincin, şiddetin zemini açıldı.

Açık değil mi? Kadınları aşağılayan her konuşma, erkek saldırganlığını kışkırttı.

Kadına yönelik işlenmiş her suç cezasızlıkla ödüllendirildikçe, erkek şiddeti toplumun tüm uzuvlarına yayıldı. Toplumu aşağıladıkları her konuşma emekçi halkı dar boğaza sürükledi. Halkla alay ettikleri her söylem zenginlerin hoyratlığına yaradı. 

Ama utanmadılar; gene konuştular, gene konuştular ve hala konuşuyorlar. Bu aşağılık konuşmalara yüz binlerce kadın yaşam mücadelesinin en ön saflarında yer alarak cevap verdi, veriyor.

Kadınlardan yedikleri tokatla temellerinden sarsıldılar ve şimdi giderek sarsıldıkları yerde sallanıyorlar. Ancak yedikleri tokat yetmemiş olacak ki uslanmadılar. Hala o tepenin üzerinden konuşmaya devam ediyorlar.

Hep birlikte işledikleri suçlar bir bir etrafa dökülüp saçıldıkça yaşadıkları krizin yarattığı panikle zavallıca erkekliklerini kusuyorlar. 

Kadınlardan, kadın bedeninden, kadın cinselliğinden korkuyorlar. Kadınların gücünden, cüretinden, iradesinden, kadınların kurtuluş mücadelesinden korkuyorlar. 

O yüzdendir ki; hâlihazırda patriyarkal sistemin sözcülüğünü yürüten egemenler, Erdoğanist İslam’ı kendilerine zırh edinerek, inşasına yürüdükleri faşist rejimin mayasını erkekliklere karmaya çabalıyorlar. Göçmen düşmanlığı üzerinden esen ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmi erkek egemenliğini perçinleyerek köpürtüyor, toplumun sinir uçlarıyla oynuyorlar.

Her geçen gün gündelik yaşama yönelik artan müdahale ve kısıtlamalara, festivallerin iptalinden kadın sanatçılara yönelen hedef gösterici dile, nefret söylemlerindeki arsızlığa kadar, valilikleri, kaymakamlıkları, belediyeleri, tarikat-cemaat ve vakıfları topyekûn kendi kirli işleri için seferber ederek, devletin tüm kurumlarını devreye sokarak çok yönlü saldırıyorlar.

Ama nafile! Kurgulanan muhafazakâr rejim tutmadı. Yıldan yıla yükselen kadın direnişleri söz konusu siyasal-toplumsal kurguyu bozdu. Üstelik bu durum inşa etmek istedikleri rejiminin önünde büyük bir pürüz oluştururken, diğer toplumsal dinamikleri de tetikledi ve moral verdi. Kadınlara yönelik nefretlerinin sebebi tam olarak bu. Dillerine yansıyan hakaretamiz ifadelerin altında işte böyle bir hayal kırıklığı var.

Öyle sıkıştılar ki, artık hayal kırıklıklarını gizleyemiyor, üzüntülerini ve çaresizliklerini cinsiyetçi küfürlerle dile getiriyorlar.

Biriken öfke patlıyor, kadınların toplumsal yaşamda farklı ve özgürce konumlanışının önü açılıyor. Topluma erkek raconu ile dayattıkları güç gösterisi, kadın hareketinin eylem birlikteliği karşısında dağılıyor, korku eşiği bizzat kadınların öncülüğünde aşılıyor. Siyasal yaşamda kadınlar her zamankinden daha çok öne çıkıyor. Sokakta, eylemde, direnişte, grevde, sendikada, partide, mecliste, kadınlar her yerde tarihin çağrısına icabet ederek öne çıkıyor. Kadınlar öfkelerini örgütlü bir güce dönüştürüyor.

Ama hala kirli elleri de pis ağızları da üzerimizde.

İşte o yüzden dahası gerek. Dahası. Dahası. Onu da yapacağız. Yapacağız.

Kadınları o pis siyasetlerine malzeme ederek ayakta durma çabalarını boşa düşüreceğiz. Onları layık oldukları o yere göndereceğiz. Hem de üzgünüm, bunu kadınların öncülüğünde yapacağız. Hadlerini bildirecek, çenelerini sonsuza dek kapatacağız.