Buzu Kıracak O Gücün İnşasında Üçüncü İttifakın Rolü

Oyunda kalmak ruhsal bir güç gerektirir. Oyunu kazanmak ise gücün ta kendisi olmayı.

Kuşkusuz biz bir oyunun içinde değiliz. Dişiyle tırnağıyla etiyle kemiğiyle her şeyi iliklerimize kadar hissettiğimiz kanlı canlı bir hayatın tam ortasındayız. Bu hakikat debdebesinde güç, yaşam ile eşdeğer bir politik muhtevaya sahip.

Kapitalizmin yarattığı ve sonsuza dek vaat ettiği sahte cennet bir sınıra dayandı. O sınır zorlandıkça, gelecek zamana atfedilmiş olan ‘kıyamet’ senaryosu öne, bugüne, zamanın şimdisine çekiliverdi.

Savaşlar, salgınlar, yıkımlar, kıyımlar, cinayetler, tecavüzlerle bezeli şok taarruzları olağanlaştırılarak, sürekli bir distopyanın içine çekiliyormuşuz hissi ile yaşamaya başladık. Öyle ki küresel komplo teorilerinin alıcısı da çoğaldıkça çoğaldı.

Açlık Oyunları, gösteri çağının Survivor’ı olarak önümüze getirilmişti zamanında; ne var ki bugün “yok başka cehennem yaşıyoruz işte” denilecek yaşamlarımızda açlık oyunlarının yaşamın ta kendisine dönüştüğünü deneyimliyoruz bizatihi.

Dünya çapında sertleşen emperyalist paylaşım savaşı, dünya halklarını bilinmez bir geleceğe doğru sürüklerken; kaynaklar kıtlaşıyor, gıda krizi derinleşiyor, açlık ölümleri kapıya dayanıyor. Kitlesel imha silahlarının yaratacağı devasa yıkımın ağır bedeli ise günden güne koyulaşıyor.

Açlık Krizi Kapıda

En temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların sayısı her geçen gün hızla artarken, “açlık” hiç olmadığı kadar yakıcı bir gerçeğe işaret ediyor. Ülkemiz, bugün ciddi bir açlık sorunuyla karşı karşıya.

Oyun değil, distopya hiç değil. Türkiye bir açlık sınavına doğru hızla sürükleniyor. Bu yaşamsal sınav, uzakta bir yerlerde değil hemen kapıda.

Üstelik, içerisine itildiğimiz cehennemde, kapıya dayanan tek tehlike açlık da değil. İktidar, kuşatıcı bir politik hat izleyerek, tansiyonu günden güne yükseltirken, yürüttüğü çoklu savaş politikalarıyla milliyetçiliği ve şovenizmi sürekli kaşıyor. Şiddetin ve cinayetlerin önünü açan erkek egemen tahakkümü özel ve kamusal alanda kuvvetlendiriyor. Dahası zamanı gelince işine yarayacak potansiyel yeni gerilim alanları yaratmayı da ihmal etmiyor.

Türkiye halklarının zam zulüm politikalarıyla enflasyona boğdurulduğu, açlığın kol gezdiği bu olağanüstü momentte, iktidar, yaşadığı çoklu krizden çıkış için nefes alma durakları yaratmaya, krizi seçim sonrasına erteleyecek formüller geliştirmeye çabalıyor. Travmatik ruh halleri köpürtülüyor. Her an bir yerlerden pörtleyecek provokasyonlar beklentisi, güvenlik kaygısı tırmandırılarak işleniyor. Günden güne güç kaybetseler de gitmeyecekler algısını güçlü tutma çabaları sürüyor.

2015, 7 Haziran-1 Kasım arasındaki yaşananlar o günlerin toplumsal belleği güncel tutularak halkın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandırılıyor. 2015 Haziran-Kasım sürecini bugün yeniden devreye sokma bütünlükleri ve asabiyetleri olmasa bile, o günleri sürekli hatırlatarak karanlığı işlevli kılmaya çalışıyorlar. Karşılarına somut bir halkçı muhalefet gücüyle çıkış olmadıkça da o karanlık günlerin ekmeğini yemeye kararlılar.

Türkiye tarihinin genetik kodlarından umulan medetle, geçmiş ve şimdi arasında rabıta kurularak nesnellik despotizmle damgalanıyor.

Devletin sınıfsal karakterinin üzerindeki örtü giriştikleri operasyonel hamlelerle kalktıkça, mevcudiyetleri berrak bir şekilde açığa çıkıyor. Görülüyor ki; bugün, iktidar güçlerince yürütülen bir siyasal terör dayatmasıyla karşı karşıyayız. Sadece iktidar ve ortakları tarafından da değil. Devlet içi tüm fraksiyonlar hareket halinde. Siyaset sathındaki aktörlerin sayısı her geçen gün çoğalıyor. Düzenin birer parçası olan ve ama şimdilik farklı kutuplarda yer alan sermaye partileri tekmili birden sahnedeler. Epeydir, fiili bir seçim sathında konumlanıyoruz malum. Siyasal alandaki ardışık gelişmeler erken ya da baskın bir seçim ihtimalini de giderek olgunlaştırırken; her güç kendi hamlesini siyasal alana dayatıyor. Herkes tetikte ve fırsat kolluyor. Erken ya da zamanında fark etmez; içerisinde seçim parantezinin de olduğu sonuçları tayin edici nefes nefese yaşanacak bir siyasal-toplumsal konakta olduğumuz aşikâr.

1 Mayıs 2022’nin Mesajı

İşte, tam da böylesine çatallanmış bir kavşakta güce duyulan gereksinim her zamankinden çok daha güçlü bir basınçla kendisini hissettiriyor.

Neoliberal sistemin alt sınıflara yönelik yıllara yayılan sistematik saldırıları, kaynakların yağmalanmasına, alım gücünün düşmesine, en temel insani ihtiyaçların finansallaşmasına neden olurken aynı zamanda emekçi sınıfları ayakta tutan dayanışma/birliktelik/ortaklık bağlarının parçalanmasına da neden oldu. Krizlerin yaşamsallaşarak kapıya dayandığı bugün; sosyalistlerin ufkunda emekçilerin kurtuluşu iddiası bulanıklaşırken, bu bulanıklığa içrek, emekçi halklarda da onunla baş etme kanalları paslandı. 

Türkiye emekçileri ve halkları her ne kadar 2013 Haziran’ından bu yana bir şekilde ekmek, özgürlük ve adalet arayışını sürdürdüyse de sosyalist soldaki iktidar ufkunun yitiminin bedeli topyekûn tüm ülke için tarihsel anların kaçırılması olarak yaşandı. Ardı ardına yaşanılan tayin edici yol ayrımlarında soldaki öncülük gerektiren sorumlu müdahaleler yerine getirilemediği için boşlukta bırakılan politik güç mevziisi hep birileri tarafından dolduruluverdi ve halkın çıkışı yaratılamadı.

1 Mayıs 2022 de apaçık bu durumun somut tezahür edişi olarak yaşandı. Halka güven veren, halk güçlerinin arayışlarını bir araya getirip kapsayan, halkın özneleşeceği bir politik güç ve güven merkezinin ihtiyacı ve inşasının zorunluluğu 1 Mayıs’ta açığa çıkan fotoğrafla- gören gözler için- bir kez daha önümüze gelip dayandı. Emekçi sınıfların ihtiyacı olan asli şeyin üçüncü bir seçeneğin ortak bir mücadele zemininde inşası olduğu sokakta teyit edildi. Faşizmin karşısında baraj oluşturan halk güçlerinin arayışının ortak bir kavgada buluşturulmadığı müddetçe halkın tepkisinin, öfkesinin ve arayışının takvimsel bir eylemliği aşarak siyasal dengeleri yerinden oynatacak bir ifade ediş biçimiyle meydanlara akıtılamayacağı 1 Mayıs’ın ana mesajı oldu.

1 Mayıs 2022 tablosunun bas bas bağırarak gösterdiği bu mesaj sosyalist soladır.

Üçüncü İttifakın Misyonu

2022 yılının başından bu yana ortak bir masa etrafında yan yana gelen (EMEP-EHP-Halkevleri-HDP-SMF-TİP-TÖP) ve üçüncü seçeneğin inşasına talip olan güçler, bu mesajı iyi okumalı ve artık tarihsel misyonunu yerine getirmelidir. 18 Ocak deklarasyonundan bu yana, bu ittifakın kendi rolünü görünür kılarak, ağırlığını siyaset sahnesine koymasını bekleyen geniş bir kesim var.

1 Mayıs’ın da kulaklarımıza yüksek sesle fısıldadığı şey halkın güç ve güvene duyduğu ihtiyaçtır. Halkın arayışını somut bir siyasal güçle buluşturma görevi ortak bir görev olarak önümüzdedir, bu sorumluluk çağrısı bizatihi HDP ve sosyalist soladır.

Yaklaşmakta olan kendisini olanca sarihliğiyle hissettiriyor. Ardı ardına gelen siyasal gelişmeler gösteriyor ki; önümüzdeki süreç, çok sert geçecek. Daha fazla zaman kaybetmeden, ivedilikle, halka ve zamana karşı kurucu bir sorumluluk güderek, kendi gündemini yaratan, halkın gündemini dayatan, somut sorunlara somut çözümlerin üretildiği inşacı bir siyasete yönelmeliyiz.

Söz konusu inşacı zemin, işçi sınıfını ve taleplerini merkezine alan, bu merkezin etrafında diğer emekçi sınıfların ve demokrasi güçlerinin olduğu bir halk ittifakıyla mümkün olacak ve o da kuşkusuz ülkeyi yeniden kuracak müşterek bir siyasi program olmadan olmayacaktır.

Siyasal güçler ve toplumsal güçler arasında köprü olan, her gücün kendi özgünlükleriyle zenginleşerek ortak bir iddiaya yürüdüğü ve alternatifi inşa eden bir mevzi pekâlâ açılabilir.

Ana akımın belirlediği gündeme sıkışarak çerçevesi çizilmiş bir muhalefet alanında ezber kalıplarla siyaset yapma ahvali de günü kurtaran söylemlerle birbirine politika yapan zemin de derhal ama derhal kırılmak zorundadır.

İki egemen burjuva kamplaşma arasındaki savaşımı seyrederek onların gündemleri tarafından belirlenecek miyiz, yoksa, kendi gündemimizi yaratarak, tarih tarafından çağrıldığımız o yere icabet mi edeceğiz. Karar bizim. 

Sosyalistlerin buzu kıracak yıkıcı ve yaratıcı müdahalesi, şimdi değilse ne zaman?