Emekçilerin Acil İhtiyacı Olarak Laiklik

En temel ihtiyaçların bile karşılanamadığı bir gerçeklik içinde açığa çıkan toplumsal gerilimin kırılma yönünü, yaşamın her alanındaki ama özellikle de emekçilerin çalışma ve yaşam alanlarındaki günlük yaşama an an müdahale eden/edebilen güçler belirleyecektir.

Türkiye’de uzunca bir süredir var olan çoklu kriz ortamı derinleşerek sürüyor. Neler olabileceği konusunda yaşanan belirsizliğin yarattığı gerilim, derinleşen yoksulluk ve toplumun içindeki güven ve dayanışma ilişkilerindeki çözülme gibi kimi durumlar güç kazanıyor.

O arada, sanki kendiliğindenmiş gibi toplumun içine sızan bir girdap toplumsal yaşamı kendi içine alıp, boğmaya çalışıyor. Girdabın çapı büyüyüp hareketi hızlandıkça, egemenlerin kışkırttığı ve halkı etnik kimliğine ve inançlarına göre düşmanlaştırıp kutuplaştıran eğilimler güç kazanıyor.

Bu halk düşmanı girdabın içinde, aslında T.C.’nin kuruluşundan itibaren özellikle Aleviler ve Kürtler üzerinden belirginleşen asimilasyon-yok etme politikaları ek güç kazanıyor ve bu yöndeki saldırılar artıyor.

Ek olarak, aynı girdabın içinde, son dönemde hamlelerini arttıran Erdoğanist İslam, İslam’ı sermayenin hizmetine sokarken, “sebat,  fıtrat, kader, şükür” gibi “boyun eğen” tutumları yücelterek, toplumu yoksulluk karşısında “kabullenici bir çıkışsızlığa” itiyor.

Resmi muhalefetin ise, Yargıtay açılışında, sonrasındaki Diyanet Akademisi yasasındaki tutumunda ve yerellerde belediyelerin etkinliklerinde de görüldüğü üzere, Erdoğanist İslam’la özel bir sorunu yok.

Resmi muhalefet, laikliği, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması sınırlılığında tutan bir göstermelik söylem içinde.

Bu koşullarda, en basit haliyle, siyasal ve toplumsal yaşamın herhangi bir dinle/inançla belirlenmemesi anlamına gelen laiklik mücadelesi bugün emekçilerin acil ihtiyacıdır.

Neoliberalizmin Siyasal İslam Temelinde Yeniden Üretimi

İktidar, ekonomik krizin faturasını emekçilere kesiyor, yoksuldan alıp zengine veriyor. En zenginlerin gelirden aldıkları pay artan hızla çoğalırken hem herkes yoksullaşıyor hem de yoksulların toplumsal zenginlikten aldığı pay düşüyor.

Çalışma, barınma, beslenme gibi en temel ihtiyaçlar, milyonlarca insan için ulaşılmaz hale geldi. Ertesi günü geçirecek geliri olmayan milyonlarca insan durmadan borçlandırılıyor.

Bu zaman içinde, sermaye sınıfı karına kar katıyor, KOÇ Holding’in 2022’nin ilk çeyreğindeki karı 2021’e göre yüzde 218 arttı.

Pandemi boyunca canı pahasına çalıştırılan işçiler ise, “milli ve dini” duygular üzerinden konsolide edilmeye çalışıldı. TÜSİAD’ın sitesinde de yer alan Hak-iş, TOBB gibi kurumların da imzacı oldukları ortak açıklamalarda “milli ekonominin devamı” ve “Allah’ın yardımcı olacağı” vurguları hem sermayenin farklı fraksiyonları hem de kimi “işçi sendikaları” tarafından emeğin sömürüsü ve denetimi hedeflerine ulaşmak için sıkça kullanılıyor.

Kapitalist çelişkilerin gizlenmesi, 90’da MÜSİAD’ın kurulması ve gücünü arttırmasıyla “İslami ahlak, din kardeşliği” temelinde yeniden inşa edildi. Siyasal İslam, yolsuzlukların üstünün örtülmesi ve sömürünün derinleştirilmesi üzerinden sermayenin önünü epey açtı.

Siyasal İslam ve milliyetçilik temelinden hareket eden “İşçi Sendikaları Konfederasyonu” Türk-İş ve Hak-İş de sermayenin önüne çıkacak “engelleri” kaldırmada yardımcı oldu. Bu sendikalar, AKP iktidarı ve sermaye ile uyumlu şekilde Türkiye’nin en büyük 2 konfederasyonu haline geldi. Çalışma Bakanlığı’nın Ocak 2022 verilerine göre, sendikalara üye toplam 2 milyon 189 bin 645 işçinin, 1 milyon 213 bin 149’u Türk-İş’e, 727 bin 187’si Hak-İş’e üye.

2016’da MÜSİAD ile ortaklaşa gerçekleştirdiği “İşçi-İşveren Sosyal Diyalog Projesi’nde” de açıkça görüleceği gibi, Hak-İş’in görevinin işçi sınıfının direnme eğilimini zayıflatmaktır. “Yeni sendikal yaklaşımlar geliştirdikleri” iddiası, meydanlara çıkmayarak sorunları işverenle uyumlu şekilde masa başında çözme olarak tarifleniyor ve uygulanıyor. Sınıf farklılıkları görünmez kılınarak “ortak dini değerler” üzerinden bir “uzlaşı” inşa ediliyor. Bu yolla, emeğin sömürüsü yoğunlaşıyor, sermayenin zenginliği artıyor.

Türkiye’deki neoliberalizmin siyasal temelde yeniden üretimi, küresel kapitalizmin dünya çapındaki krizinden ve Türkiye’deki siyasal krizden doğru belirleniyor. Siyasal İslam’ın işçiler üzerinde kurduğu hegemonya da çatladı. İşsizlik, yoksulluk karşısında 2022 başından itibaren farklı iş kollarından binlerce işçi kendiliğinden fiili bir direniş başlattı. Direnişlerin bir bölümü kazanımla sonuçlansa da direnişler, ülke çapında bütünleşmiş ve kalıcılaşmış değil. Aynı zamanda işçi olma bilinci güçlense de sınıf bilinci henüz inşa olmuş değil.

İşyerlerinde, havzalarda ve yaşam alanlarında, sınıf kardeşliğinin, bir yandan ortak olan acil ihtiyaçların elde edilmesini hedefleyen mücadeleler ile, öte yandan bu yöndeki bilinçli siyasal müdahalelerle inşası üzerinden, göçmen düşmanlığının, ırk, inanç -Kürt-Alevi ayrımının- ortadan kalkmasını sağlayacak bir pratiğin gerçekleşmesi acil ihtiyaç olarak belirginleşiyor.

Gündelik Yaşama Müdahale

İktidar, yoksullaştırma ve muhafazakarlaşma politikalarına aynı anda hız kazandırmış durumda.

Söz gelimi, Diyanet Akademisi Yasası ve konser yasakları, iş cinayetleri, pahalılık ve açlıkla iç içe geçerek var oluyor.

AKP iktidarı, yasalar ve yasaklarla gündelik yaşamı kendi Erdoğanist İslam kodlarıyla belirleme gayreti içinde ve iktidara geldiğinden günümüze özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinden sürdürdüğü gündelik yaşama müdahaleyi, günümüzde içki ve konser yasakları ile genişletiyor.

Aynı zamanda, eğlenme, sinemaya tiyatroya gitme, yeme-içme ve seyahat etme gibi kültürel etkinlikler, pahalılık yüzünden ulaşılmaz hale geliyor.

Sermayenin her an daha da daralttığı kuşatması altında bir “açlık çaresizliğine” hapsedilen toplumsal yaşam, devletin ve belediyelerin gücünü arkasına alan cemaatler ve vakıfların oyun alanına dönüyor. Neredeyse her mahalleye yayılan cemaat dernekleri ve derneklerin gerçekleştirdiği etkinliklerle toplum belirleniyor.

Ekonomik krizin derinleşmesi, yoksul Müslümanların AKP’den uzaklaşmasını sağlıyor, ama bu durum cemaatlerin etki alanını azaltmış değil.

Kapitalist sistemin insan ilişkilerinde yarattığı parçalanma ve çözülmenin yarattığı boşluk büyük oranda cemaatlerin kurduğu yerel ağlar üzerinden dolduruluyor. Bu ağlar, aynı zamanda yerellerde yoğunlaşan çete, şiddet, uyuşturucu sarmalına dokunmuyor ve hatta bunlara karşı oluşacak herhangi bir örgütlenmenin de önünü kesiyorlar.

Laiklik Mücadelesi Restorasyonculara Bırakılamaz

Evet, iktidar ile toplumun gerçekliği birbirinden farklılaşıyor. Bu durum Erdoğanist İslam’ın söylem hegemonyasını zayıflatıyor. Ancak, söylem düzeyinde zayıflayan hegemonya, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme, Diyanet Akademisi yasasının geçirilmesi gibi yasal hamlelerle inşa edilen idari ve kurumsal işleyişin gücüyle yeniden kurulmaya çalışıyor.

Kemalist laiklik tasfiye edilirken kafasını çevirip havada uçan kuşlara bakan ve şimdi de kurulan rejime karşı mücadele için sandığa randevu veren restorasyoncu güçlerin ise, bırakalım eşit yurttaşlık temelinde bir laiklik mücadelesi yürütmesini önceki Kemalist döneme dönme gibi bir hedefleri de yok. Erdoğanist İslam üzerinden inşa edilen, “emeğin denetimi” gibi sermaye yanlısı “kazanımlardan” ödün vermeyecekleri açıkça görülüyor.

Erdoğanist İslam ve restorasyoncu “laiklik” söylemi karşısında emekçilerin, kadınların, Alevilerin ve Kürtlerin kendi ihtiyaçları doğrultusunda ortaya koydukları günlük pratikler, halkçı-demokratik bir laiklik mücadelesinin kurucu ögeleri.

Kürtaj eylemselliklerinden İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline karşı mücadeleye kadar uzanan oldukça geniş ve zengin bir alanda, iktidarın muhafazakarlaştırma saldırılarına karşı kadınların uzun yıllardır sokakta inşa ettiği önemli bir pratik var.

Yine uzun yıllardır özellikle yoksul mahallerde çocuklarla gerçekleşen yaz etkinlikleri, inşa edilmeye çalışılan “Erdoğanist İslam” zeminindeki toplumsal düzene karşı çocukların kendileri özgürce ifade edebilmesi noktasında kritik bir önem taşıyor.

Özellikle pandemiyle birlikte solun kitlelerle kurduğu bağ zayıfladı. Etkinlikler belli şehir merkezlerine sıkıştı. Halkçı-demokratik etkinlikleri yerellere özellikle de emekçi semtlerine doğru yayma ve dayanışma ağlarını kurma-güçlendirme “yaz sıcağının serinleticisi” olacaktır.

İşçi geceleri, çocuk şenlikleri, kadın buluşmaları, gençlik maçları gibi etkinlikler, emekçi halkın yok edilmeye çalışılan dayanışma ve ortaklaşma kapasitesini güçlendirecek, kapitalizmin yarattığı çözülme karşısında yeni toplumsal düzenin ilk kurucu nüvelerini oluşturacaktır.

Erdoğanist İslam’a ve restorasyoncu güçlerin utangaç laiklik söylemine karşı halkçı-demokratik bir laiklik temelinde yürütülecek mücadelenin toplumsal hegemonyası, tek başına söylemle inşa edilemez.

En temel ihtiyaçların bile karşılanamadığı bir gerçeklik içinde açığa çıkan toplumsal gerilimin kırılma yönünü, yaşamın her alanındaki ama özellikle de emekçilerin çalışma ve yaşam alanlarındaki günlük yaşama an an müdahale eden/edebilen güçler belirleyecektir.