Sahnelerimizde Yeniden: “Devletin Bekası!”-Perihan Koca

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren kendisini yasladığı ana saiklerden biri devletin bekası söylemi olagelmiş ve bu söylem hemen her iktidar için öyle ya da böyle kullanışlı bir alet olmuştur.

Cumhuriyet tarihinin herhangi bir iktidarı olmayan AKP iktidarı da, yirmi yıllık iktidar pratiğinde sıkıştığı anda her kapıyı açan maymuncuk misali cebinde taşıdığı beka propagandası ile, muhatabı olduğu her sorunun üzerini perdelemeyi bir biçimde becerdi.

***

Bugün geldiğimiz aşamada, özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, rejim krizi ağırlaşarak devlet krizine sıçradı.

Devletin bel kemiğinde yaşanan kriz, devlet içi dengeleri, fraksiyon ve ittifakları, topyekûn siyasal alanı derinden sarsarak yeni bir süreç başlatmış oldu: Devlet kriziyle birlikte, devletin bekası gerçek bir soruna dönüştü.

Bu moment, aynı zamanda siyasette sağın parçalanmaya yüz tuttuğu, merkez sağ çözülürken matruşka misali sağ partilerin birbiri içinden aynı kıyafetin farklı renkleri olan yeni partiler ve oluşumlarla siyaset sahnesine çıktığı bir momentin içinde seyretti.

Yeni partiler hızla eskimeye, eskinin içinden çıkagelen aktörler ise hızla eski bir yenide aktörleşmeye başlıyordu.

Meral Akşener eskinin (MHP’nin) yenisiyken, onunla birlikte yola çıkmış olan Ümit Özdağ yeninin de yenisi olarak, Ali Babacan eskinin (AKP’nin) yeni genci, Ahmet Davutoğlu ambalajı farklı ama içi aynı bir yeninin eskisi, onun da eskisi olan Tansu Çiller ise en eskinin (DYP’nin) yenisi oluveriyordu. Yetmiyor, yeni dönemin siyaset arenasında her yandan eskinin aktörleri fırlıyordu. Cem Uzan mı dersiniz… Turgut Özal’ın oğlu mu… Matruşka gibi açtıkça içinden çıkıyor da çıkıyor…

***

Aynı anda kimi zıtlıkların birlikte hareket ettiği bir çözülüş ve yeniden oluş sürecindeyiz.

Siyasi iktidarın krizden korunma kalkanı olan “beka” genetiği çözülüyor belki, ama beka stratejisinin başka aktörler elinden yeniden inşası içinde bir yeniden oluşu da zorlanıyor.

Aynı anda, iktidarın kullanışlı bir diğer aparatı olan post-truth duvarı da sarsılıyor.

Malum, çağımız söylem ve görüntünün hakikatten koptuğu bir post-truth çağı olarak tanımlanıyor. Dünya ölçeğinde sağ popülist faşizan iktidarların sihirli değneği post-truth siyaseti. Gündemi hızla nesnel zeminden uzaklaştırarak, gerçeğin yalana büküldüğü kitlesel algı mühendisliği.

Zamanımızda, içinde olduğumuz gerçeği görmek ve güncel hakikate ulaşmak egemen siyasetin çöp bombardımanı karşısında alabildiğine zorlaştırılmış durumda.

Medya da iktidarın tekelindeki ana manipülasyon aracına dönüştürülünce, kitlesel algı yönetimi ve gündemin kontrol altında tutulması hali oldukça kolaylaşabiliyor, kitlelerin algısı farklı mecralara kaydırılıp bükülebiliyor. Konular özünden koparılıp, gerçeğin üstü zehirli söylemler ve görüntülerle örtülebiliyor.

Ancak, şimdi geldiğimiz güncellikte, beka düzeni de post-truth duvarı da sarsılırken, gerçeğin bilinci, ihtiyaçları için mücadele eden kitlelerin yaşamsal pratiğinden aldığı can suyuyla gündelik yaşamın içinden çıkıp dışa vuruyor, emekçi sınıfların gerçeği toplumsallaşıyor.

İşte iktidarın “beka” stratejisinin yapaylığı tam da burada çözülmeye başlıyor.

Hal böyle olunca, iktidar güçlerinin meşruiyeti bozuma uğruyor ve kriz içindeki devlet kurumları kitleler nezdinde karikatür haline geliyor. TÜİK rakamları çarşı, pazarda gerçek rakamlarla buluşurken, ülkenin cumhurbaşkanının verdiği demeçler, sokak röportajlarında ‘Cumhurbaşkanını görünce televizyonu kapatıyorum’ gerçekliğiyle buluşuyor.

***

Bu karmaşa içinde, dikkat: Düzenin tek bir aktörü yok! Egemen blok parçalı! Şimdilik çıkarları zıtlaştığı için iktidar ve muhalefet gibi karşı karşıya görünen düzen güçleri, esasında aynı düzenin ortakları!

O yüzden bugünün güncel Türkiye öznelliğinde devletin bekası söylemi el değiştiriyor. İktidara farklı yollardan yürüyen “muhalif” düzen güçleri de, devletin bekasının yeniden tesisine talip olarak yol yürüyorlar. Zaten, ortada çözülmesi gereken bir devlet krizi gerçekliği var, öyle değil mi?

Devletin bekası propagandası iktidar güçlerinden ana akım muhalefete devşiriliyor. Ondandır ki, ülkenin resmi muhalefeti sağcılığa karşı sağcılık stratejisi ile, hatta kimi zaman sağcılığa karşı daha da sağcılık vaadi ile hiza alıyor.

Gelin görün ki, araya giren bir “pürüz” eskinin ezberlerini bozuyor. Peki, nasıl?

Yaşanılan kritik eşikler, yarattığı toplumsal ve siyasal depremlerle ezeli ve ebedi görülegelen yapıyı değiştiriyor.

Mücadele eden toplumsal kesimlerin tanıklıkları ve kolektif hafızası yeni bir toplumsallıkla buluşuyor.

Öyle denir ya, gün doğmadan lohusa gecenin neye gebe olduğunu kim bilebilir? Artık sahnede sadece egemenler yok!

O yüzdendir ki, sadece iktidar ve halk arasındaki makas değil, aynı zamanda resmi siyasal muhalefetle halk arasındaki makas da açılıyor.

CHP’nin sürekli dümeni sağa kıran, siyasetini sürekli daha sağa hizalayan rotası, kendisinden kopuşu tetikleyen tepkileri dışa vuruyor.

CHP’de merkezinde boy veren sağcılığı daha da sağcılıkla geriletme stratejisi, merkez ve taban arasında çatlaklar oluşturuyor:

Bir yandan sola doğru kopuşlar açığa çıkarken; öte yandan, tam zıddı yönde, yürütülen sağ politikaların farklı karşılıkları vuku buluyor ve merkezdeki sağcılaşma eğiliminden etkilenen kimi partililer sağın aslı ile buluşuyor. Öyle ki, CHP’nin Millet İttifakı partneri İYİP’in yükselen oy oranları CHP’nin tabanında da ağırlığını arttırdığı sinyallerini veriyor. Son kamuoyu yoklamalarındaki CHP’den İYİP’e kayış oranı bunun işareti.

Akşener ise, önce söylemi ve meclis kürsüsü stratejisi ve yürüttüğü kampanya ile bir ivme yakaladı, şimdiyse merkez sağ olma yürüyüşünde. Örgütlenme organlarına Akşener’in müdahalesi ile merkez sağ zeminine giriş yapılıyor.

Ama o da zorlanıyor. Zira Milet İttifakı’nı tek presleyen güç iktidar koalisyonu değil. Altılı koalisyondaki dengeler ve zorlanmalar yanında şimdi, özellikle “Adayımız Mansur Yavaş’tır” çıkışıyla gündeme giren Ümit Özdağ ve partisi de başta İYİ Parti olmak üzere, Millet İttifakı’nı presliyor ve sağcılık mayasını kuvvetlendiriyor. Ümit Özdağ, çalışmasının ana omurgasına göçmen-mülteci düşmanlığını yerleştirdi.

Şu açık ki; devletin bekası söylemini diriltmek için, düzenin aktörleri dört bir yandan göç politikasını kaldıraç olarak kullanıyor. Sağın parçalı duruşu ve mevcut öbekleşmeler resmi muhalefette de devletin bekası söylemini belirleyici hale sokuyor. Halkın yoksullaştırılması kimsenin umurunda değil!

Özellikle Özdağ ve partisinin yürüttüğü politikalarla ve haftalardır sistematik olarak sürdürülen sosyal medya kampanyalarıyla, göçmen ve mültecilere yönelik nefret ve düşmanlık zehri saçılıyor, ırkçılık ve şovenizm kışkırtılıyor. Kullanılan savaş diliyle, provokatif saldırılara zemin hazırlanıyor. Bu konuda Millet İttifakı bileşenlerinin de Zafer Partisi’nden geri kalır yanı yok!

İktidarın yükselen savaş politikalarıyla da bu zemin özel olarak işleniyor. İçerisinde bulundukları kriz girdabından çıkış için, savaş çığırtkanlığından medet umuluyor. Dünya ölçeğinde Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş ikliminin gölgesindeki Türkiye şimdi Irak’taki savaşla devletin bekası stratejisini güncelliyor.

Erdoğan’ın 15 Nisan’da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başbakanı Mesrur Barzani ile yaptığı görüşmenin hemen ardından Irak Kürdistan Bölgesi sınırları içindeki Metina, Zap ve Avaşin-Basyan’da başlatılan Pençe-Kilit operasyonuyla, iktidara tepkisi giderek artan halk da milliyetçilik ve şovenizmi kışkırtarak tekrar sisteme içerme hesabı güdülüyor.

Şimdi, bir zamandır ihtiyaçları için yaptığı mücadelelerle sahneye çıkan halk güçlerinin resmi-düzen muhalefetinden kopuşma ve sahnede kendi oyununu kurmasının tam zamanıdır!